A password will be e-mailed to you.


OPS! Maneviyat mı? I don’t have that thing honey! … (Bölüm II)

Not: Başlığın birazını ingilizce yazdım ki beni zengin sanın… (Oyunu izleyince bu başlığı hatırlayacaksın sevgili okur.)

“Ölüm artık bir tüketici deneyimi" Koffi Kwahule

Özlem Ünaldı: Kostümleri çok sevdim. Kostüm tasarımı için nasıl karar kriterleriniz oldu?

Nefrin Tokyay: Grotesk bir anlatımda tasarımın karikatürize ya da aşırı dışavurumcu olmamasına dikkat ettik. İlk çizimler daha vahşet sirki ya da kabare çizgileri taşırken prova süreci ilerledikçe karakterlerin tasarımları da değişti. Her iki karakter için bir dizi çizim yapıldı. Hatta dikim gerçekleştiğinde sahne pratiğinde sorun yaşandığı için yenilendi ve sil baştan tasarlanarak yapıldı. Çünkü kimi kostümler etkileyici görünseler de hem sahne kullanımı için pratik değillerdi hem de aktörlerin oyunları ile uyumlu. Kostüm tasarımı ve realizasyonu oyunun konseptine ve oyuncuların oyununa uygun hale gelinceye dek sürdürüldü.

Özlem Ünaldı: Sıradaki projeniz?

Nefrin Tokyay: Tiyatrops’un yeni projesi için şimdilik sadece kimi fikirler, hayaller ve göz attığımız bazı oyunlar var.

Özlem Ünaldı: TiyatrOps’un bir cümlesi, her yeni oyununuzda istikrarla hissedeceğimiz bir şey var mı?

Çağlar Çorumlu: Ben bu hayatın, bu doğanın ve bu canın emanet olduğunu düşünüyorum… Bundan sonra da benim bildiğim şeylerin, bilgi olarak doğarken getirdiğim şeylerin birine dokunması çok önemli; bu anlamda bir sorumluluğumuz olduğuna inanıyorum. Evet Güldür Güldür’de çıkıyorum insanları güldürüp mutlu oluyorum, para kazanıyorum ve bir şekilde paraya bağımlı hayatlarımız olduğunu kabul ediyorum. Kazandığım parayı da canımı da doğru yerde kullanmam gerekiyor. Oyunlarımızın mutlaka bir derdi, cümlesi olmalı. Biçimi ne olursa olsun bir şey söyleyen, derdi olan oyunlar yapmak istiyoruz. Güleceğiz, ciddi olacağız, ağlayacağız, korkacağız ama dertlerimizle… Mesela bir dini ya da herhangi bir konuyu araştırırken, ulaşılabilir kaynakların anlattığından daha fazlasıyla karşılaştığımda bunu mutlaka seyirciyle de paylaşmak gerektiğine inandım. Neden sahneye çıktığımızı bir daha düşündüm. İşte Sümerler’de, Hititler’de, Şamanlar’da bu işi rahipler yapıyordu; bu, bize sorumluluğumuz anlatan bir bilgi bence. Hem mesleğime hem de karşısına çıktığım topluma bir adanmışlığım olmalı.

Özlem Ünaldı: Seyirciden nasıl tepkiler geliyor? İlginç bir şeyler var mı? İnternet sayesinde müthiş bir ulaşılabilirlik var çünkü…

Çağlar Çorumlu: Seyircinin bizim kadar yorulduğu bir oyun… Metin olarak zor bir işe kalkıştığımızı biliyorum. Okuması, oynaması, sunumu zor bir metin; bir o kadar da basit. Şundan dolayı basit: Metnin tamamında her gün yaşadığımız sıkıntılar, küfürler, her gün kullandığımız dil var; her gün uğradığımız ya da şahit olduğumuz taciz var… Bu tarafından bakınca ‘Oyun nerede geçiyor, cümlesi ne, acaba ne anlatıyor?’ sorularına net cevaplar vermek yerine; sınırsız, mekânsız, ülkesiz, herkesi içine alan bir ortam seçmeyi doğru bulduk. Çok katmanlı yazılmış kuvvetli bir metni kısıtlamak istemedik. Seyircinin zekâsına ve tecrübesine dayalı bir halde çıktık sahneye. Belki birçok seyirci benden daha fazla şey görüyordur oyunda. Nefrin Hoca ‘Karakolda işkenceci bir polisle suçlu arasında geçen bir hikâye gibi değil; gündelik hayatta karşılaşıp birbirine işkence eden, kurban olan, suçlu, güçlü, psikopat vs…’ye dönüşen insanların hikâyesi gibi anlatalım biz hikâyeyi; yaşadığımız hayat gibi yani…’ dedi… Bu ikili karı-koca olabilir; bakkal-çocuk olabilir; iki erkek olabilir; herhangi bir ikili olabilir yani… Uğradığımız tacizi, maruz kaldığımız baskıyı sunalım; herkes kendini görsün, herkes rahatsız olsun ve dâhil olsun istedik… Bu yüzden seyircinin bizim kadar yorulduğu bir oyun… ‘Anlamadığım, atladığım bir şey oldu mu?’ hissi bitmiyor seyirci için. Bitmesin. Hayatın içinde de böyle. Biri bir şey anlatır, çok önemli olduğunu ama kaçırdığımız bir şey olduğunu düşünürüz. Hayır. Anlattı işte; bundan ibaret… Bu oyun da sonsuz, çok katmanlı, bir sürü cümlesi olan ama her şeyi anlamak zorunda olmadığımız bir oyun işte…

Özlem Ünaldı: Sahnede hem iki karakterde hem de üçüncü olarak seçtiğiniz sınırsız ortamda, temize çekilmiş çok şey vardı… Okusam anlamazdım ama sahnede harika olmuş tebrik ederim…

Çağlar Çorumlu: Orada yönetmenimiz ile birbirimize çok güzel yaklaşmamızın ve doğru yerlere dokunmamızın yardımı oldu. Salih’e de bana da çok güzel esler pasladığını düşünüyorum Nefrin Hoca’nın… Oyunu en çok anlattığımız yerler durduğumuz yerler aslında. Başlarda ‘Doğru bir şey mi yapıyoruz?’ fikri yakamızı bırakmadı evet… (Gülüşmeler…) Ama sonra her şey yerli yerine oturdu.

Özlem Ünaldı: Birlikte çok güzel taşıyorsunuz oyunu, bayıldım! … Gezi’nin de büyüsüyle alternatif tiyatrolar arasında harika bir kardeşlik başladı bence. Bunu herkese soruyorum… Tiyatro tayfasından nasıl tepkiler geliyor?

Çağlar Çorumlu: Moda Sahnesi’nin destekçi tavrı ile gözlerim doldu… Allah razı olsun onlardan… Çok gülünç insanlarla karşılaştıktan sonra Moda Sahnesi ile yaşadığımız bu dostça durum bizi çok duygulandırdı… Mesela küflü, içeri adım atmak istemeyeceğiniz bir salon için çılgın kiralar isteyen işletmecilerle de karşılaştık; bomboş duran rutubetli bir alandan para kazanmak için gözleri dönen insanlar bunlar.
Sağ olsunlar Emek Sahnesi de açtı kapılarını bize, orada da çalıştık. Kast’ta çalıştık. Bahane bize çok yardımcı oldu…
Özellikle Moda Sahnesi gece gündüz demeden, fedakârca, kardeşçe, 5 kuruş para istemeden verdiler sahneyi bize. Karşılıklı olarak değerli dostluklar kazanmış olduk. Bize bu süreçte destek olan tüm arkadaşlarımıza özellikle ve tekrar tekrar teşekkür etmek istiyorum… Kemal Aydoğan "’Teşekküre ne gerek var, yeni kurulmuş bir tiyatrosunuz, görevimiz bu." diye hatırlatıyor her seferinde. Teşekkür ederim yine de… (Gülüşmeler…)

Özlem Ünaldı: Harika şeyler söylüyorsun… Moda Sahnesi’nde yeni kurulmuş birçok tiyatronun oyununu izledim… Bu tavırları beni de çok duygulandırıyor… Hem tiyatrolar için hem de seyirci için harika bir şey yapıyorlar…

Çağlar Çorumlu: Kesinlikle! Yakın bir zamanda D22 ile tanıştık, onların sahnesinde de oynayacağız… İkinci Kat’ta, Kumbaracı50’de oynayacağız; şimdilik belli olanlar bunlar… Söylediğin gibi omuz omuza bir hayat var tiyatrolar arasında… Hem seyirciye ulaşmak adına hem de bağlılıklar adına gezerek oynamak çok güzel…

5 sezondur Şehir Tiyatroları’nda aralıksız sahnede olduğum için yeni gördüğüm çok sayıda, oyun, oyuncu, mekân var… Ciddi anlamda utanıyor ve eksikliğini hissediyorum ve sürekli çok güzel işlerler karşılaşıp mutlu oluyorum…

Özlem Ünaldı: Yakın bir zamanda infazcıların, işkencecilerin, psikopat katillerin beynini inceleyen bir belgesel izledim. En cani insanın bile bu şiddet uygulama eylemini hazmedemediğini anlatıyordu. Beyin bu vahşeti kaldıramıyormuş ve hücre ölümler başlıyormuş. Şiddeti uygulayan kişinin hayatında halüsünatif bir sayfa açılıyormuş…

Çağlar Çorumlu:  Delirecek miyim? (Gülüşmeler…)

Özlem Ünaldı: Korkma, zaten kaldırabileceğimiz ölçüde deliyiz biz… Oynadığın karakter psikolojik açıdan anlaması zor, anlam vermesi zor bir karakter… Sahnede 3 karakter var gibi; oynadığınız karakterlere ek olarak bahsettiğin sınırsız ortamın da karakteri hissediliyor izlerken… Rolü çalışırken psikolojik bir süreçten geçtin mi? Zaten manyak bir oyuncu olduğunu düşünürsek karaktere ulaşma sürecini iyice merak ediyorum… (Gülüşmeler…)

Çağlar Çorumlu: Önce çocukluğuma dönmek istiyorum… (Gülüşmeler…) Hakikaten zor bir çocukmuşum, çok kavgacı bir çocuk. Bam telime dokunulduğunda gücümün yetmeyeceği birilerine bile süpürgeyle saldıran bir çocukmuşum. Kavga izleriyle doluyum. Sonra ölüm korkusuyla ya da olgunlaşmamla iyice sakinleştim. Kavgacı yanım sahnede, oyunculuğumda patlamaya başladı; iyi de oldu… Bu oyunda psikopatça görünmem gereken yerlerde yararlanıyorum bu duygularımdan. Nefrin Hoca bu karakterin evet bir katil, bir psikopat olduğunu ama bizim bunu bir palyaço beden diliyle anlatacağımızı söyledi. İnsaniyetiyle ve canavarca yanlarıyla sahnede olması gerektiğine karar verdik. Çünkü vahşet aynı zamanda bir şov… Maalesef…

Bazen karşımdakinin Salih olduğunu hatırlayıp çok komik anlar yaşasam da idare ediyoruz işte… (Gülüşmeler…) Bir hocam ‘İnsanların duyguları aynıdır.’ demişti; Sufi de olsan, katil de olsan… Bu cümle çok geldi aklıma… Yazar da bu fikri hissettiriyor zaten… Harika bir yazar…

Özlem Ünaldı: İzleyecek mi oyunu bu arada?

Çağlar Çorumlu: İzlemesini çok istiyoruz. Henüz net değil ama gelecek buraya… Çok ilginç bir adam; Fransız, Fildişi’li bir siyah. Kafayı caz müziğe takmış ve oyunu da o harika kafayla yazmış…

Özlem Ünaldı: İnfazın, vahşetin şova dönüştüğünü hatırlatıyor oyun… Şiddetin kendisinden daha ürkütücü geliyor bana bunun seyirlik bir şey olması. Ne düşünüyorsunuz?

Salih Bademci: Vahşete ya da infaza denk gelmek ya da bunları seyretmek çağımız için çok olağan bir şey. Sanırım bundaki en büyük pay da görsel medyaya ait. Öyle ki kurgulanmış olsun ya da olmasın bir vahşete denk gelmek artık an meselesi. İnsan olarak farkındalığını yitirdiğimiz nokta ise aslında bu durumu ne kadar kanıksadığımız. Hatta kanıksamak bir yana sanırım artık bu görsele muhtaciyetimiz gibi çok endişe verici de bir gerçek var ortada. İşte bu gerçek ve bu gerçeği bir türlü fark edemememiz belki de günümüz insanını bu denli cani, acımasız ve bir o kadar da tepkisiz kılan.

Nefrin Tokyay: Bu durumun nedenlerden biri olarak vahşet ve şiddet ile yaşanan katarsis gösterilebilir. Başkalarının felaketlerinden zevk alma ve iyi ki bu benim başım gelmedi duygusu ama artık bu patolojik bir düzeyde. Öte yandan çok uzun zamandır toplumsal belleklerimiz şiddet ve vahşetin her türlü görüntüsüne sistemli bir biçimde alıştırıldı. Öyle ki artık hiçbir görüntünün bizi gerçekten tiksindirmediği veya ürkütmediği bir yabancılaşma hatta apati içindeyiz. Yazarın da söylediği gibi “ölüm artık bir tüketici deneyimi”. Eğer vahşet ve şiddet görüntülerine bakmaya dayanabiliyor dahası bu eylemi diğer gündelik izlediklerimizin arasına kolayca katabiliyorsak yeni arzu nesnelerimizin bunlar olduğu açıkça söylenebilir. Öyleyse bir sonraki adım yeteri kadar tükettiğimiz vahşet seyrinden alınan haz yerine onu yaşamak olabilir mi?  Yani cellâtları seyretmek yerine artık cellât olmayı isteyebilir miyiz?

Çağlar Çorumlu: Ben seyredilmiyor olsaydı psikopatlığın da olmayacağına inanıyorum. Hiç bir seri katil yaptığı şeyin gizli kalmasından memnun olmaz; psikopatların motivasyon kaynağı korku salmak.
Öyle alıştık ki artık… İşte Gezi olayında gördük, savaşlarda görüyoruz; biz yemek yerken insanlar ölüyor… Öyle basit ve öyle saçma ki… Televizyonda, sokakta görüyoruz, yaşıyoruz bunları sonra gidip maç seyrediyoruz. Çok tuhaf bir durumdayız. Şiddetin dozu çok arttı ve seyircisini de buldu. Bizim dönemimizde Özal’lar, İnönü’ler, Türkeş’ler atışırlardı ama çok şık ve zekice atışırlardı; gülüp geçerdik; çok daha insani ve temizdi. Şimdi yalanın, hakaretin, çirkefliğin dozu arttı, kalitesi de çok düşük. İşin garip yanı halk desteği de görüyor çirkinlik. İyi öldürmek, yok etmek, yok ettikten sonra örtbas edebilmek çok iyi bir beceri haline geldi. Bu siyaset ve politika oldu, alkış da aldı. Artık birileri birilerini öldürürken haz alıyoruz; galiba maneviyatımızı kaybettik. Birileri içimizdeki maneviyatı söküp aldı; hepimiz aynıyız, aynılaştık ve bunun içinde bir farklılık yaratma içgüdüsü doğdu. Tek başımıza fark yaratmaya cesaret edemediğimiz için de sürüler halinde yok edilmeleri, öldürülmeleri seyredip birbirimize anlatıyoruz. Anlatılsın diye yapılıyor zaten. Oyunda şöyle bir repliğim var: ‘Senin kafana sıktığımı görmek için geldiler, o yüzden benden bir kahraman yaratıyorlar. Daha iyi katletmeliyim seni!’ diye… Mesela elektronik coplara, f16’lara, tanklara, füzelere gözümüz düştü toplum olarak. Bilmiyor muyuz, o coplarla bizi dövecekler. O uçak ya bizi ya sınırdaki kardeşlerimizi öldürecek…

Özlem Ünaldı: Aklıma Black Mirror geldi. Bizi kendimizle tanıştıran şahane dizi… Okurumuza tavsiye etmiş olayım iki arada bir derede…

Çağlar Çorumlu: Her şeye seyirci oluşumuz gerçeğiyle yüz yüzeyiz. O coşkuyla çoğalan bir psikopatlık var. Televizyonda iki tane saç kurutma makinesi için çılgınca davranan insanlar görüyoruz. O televizyon denen kutu bize çok garip şeyler yaptırıyor.

Özlem Ünaldı: O kutudan bahsedeceğim ben de. Sıçrama yapalım; seyircimiz seni her hafta ekranda görme şansına sahip bir süredir. Şans diyorum çünkü ben seni seyretmeye doyamıyorum. Nasıl gidiyor Güldür Güldür?

Çağlar Çorumlu: Tiyatro disipliniyle hazırlandığımız bir program Güldür Güldür… Eğlenceli ve her şeye rağmen sözü de olan… Hakikaten zor bir tempo ama…

Özlem Ünaldı: Cem Yılmaz’la birlikte güzel bir reklam kampanyasındasınız. Reklamdan çok neşeli skeçler gibi… Nasıl gidiyor?

Çağlar Çorumlu: O da çok keyifli gidiyor; 7 tane çektik şimdilik, devamını bilmiyorum… Benim ilk reklamım. Cem Yılmaz ‘İyi tanıdım’ dediğim bir adam. Çok samimi ve özel bir adam olduğunu düşünüyorum.  İş disiplinini de etkileyici buluyorum. Hiç bir şeyin tesadüf olmadığını görüyor insan Cem Yılmaz’da: Sürekli kafasında bir şeyler var, sürekli çalışıyor, erkenden sete gelip bütün ekibin işini kolaylaştıracak güzel bir dil yakalıyor.

Özlem Ünaldı: Cem Yılmaz 1 tane! İnkâr eden taş olur…

Özlem Ünaldı: Seyircimizi oyuna davet eder misiniz?

Çağlar Çorumlu: (Utanarak verilen uzun bir es ve ardından cevap…) Bir araya gelip ortaya bir şey çıkarmak kolay değil ben çok şeyden vazgeçip bu oyunu oynuyorum; seyircimizin de vazgeçtiği bir an varsa, vazgeçtikleri anda gelip bizi izlesinler…

Not: Bu çoklu röportaj konuşma ve yazışma olarak ayrı ayrı gerçekleştirilip sonradan bütün haline getirilmiştir.

TİYATROPS/ BIGSHOOT
YAZAN: Koffi Kwahule
ÇEVİREN: Ezgi Coşkun
YÖNETEN:Nefrin Tokyay
MÜZİK: Selen-Berk Öztürk
DEKOR: Derya Önlü
KOSTÜM: Deniz Çağrı Bilgili, Derya Önlü
IŞIK: İrfan Vanlı
OYUNCULAR: Çağlar Çorumlu, Salih Bacemci



OPS! Maneviyat mı? I don’t have that thing honey! … (Bölüm I)

Not: Başlığın birazını İngilizce yazdım ki beni zengin sanın… (Oyunu izleyince bu başlığı hatırlayacaksın sevgili okur.)

"Hem mesleğime hem de karşısına çıktığım topluma bir adanmışlığım olmalı."
 Çağlar Çorumlu

 

Son zamanlarda ülkede olanlar sayesinde hep birlikte deliliğe giriş yapmış bulunuyoruz, hayırlı uğurlu olsun. Başımızdan geçenlerin trajikomik bir kesitini çok katmanlı bir sahne diliyle izlemek isteyen herkese, çiçeği burnunda tiyatro TiyatrOps’un BigShoot oyununu tavsiye ediyorum…

Oynadığı her oyunda insanın oyunculuğa ve sahne sanatlarına saygısını artıran güzel adam Çağlar Çorumlu’nun kurduğu bu tiyatro, seyirciye içten bir hediye gibi…

Oyunun yönetmeni (Nefrin Okyay), oyuncuları (Çağlar Çorumlu, Salih Bademci) ve çevirmeni (Ezgi Coşkun) ile oyunu ve hayatımızın içinden sert adımlarla geçen şiddet diktasını konuştuk. İşte röportajımız…

Özlem Ünaldı: TiyatrOps hayırlı uğurlu olsun…

Çağlar Çorumlu: Sağ olasın… 

Özlem Ünaldı: Özel tiyatrolar için hayat giderek hem zorlaşıyor hem güzelleşiyor. Bir tiyatro kurma fikri nasıl çıktı?

Çağlar Çorumlu:  Muhtemelen her oyuncunun ya da ‘her işçinin’ diyelim; ‘Bir gün benim de dükkânım olsun.’ diye bir fikri vardır. Belki böyle bir motivasyonum çok da yoktu fakat bir gün Nefrin Tokyay’la sohbet ederken (sağ olsun bana her anlamda destek olmuştur Nefrin Hoca…) ; ‘Haydi, çocuk kur tiyatronu!’ dedi… ‘Hocam nasıl olacak ki?’ dedim… ‘Çalışkan bir adamsın, emeğini ortaya koyarsın; ben de destek olurum. Kur.’ dedi. Sonra eşimle (Gaye) konuştuk biraz. Tiyatroyu kurmak kolay; kâğıt işlerini hallediyorsun, dükkânı kurmuş oluyorsun. Peki, sonra? Kiminle oynayacağız, oyun ne olacak, nerede olacak vs… gibi bir yığın yeni soru çıkıyor ortaya…

‘Uzun vadede girerim bu topa.’ diye düşündüğüm bir mevzuydu bu sonuçta. Ben çalışmayı isteyeceğim, fikren ve kalben uyumlu hissettiğim bir tiyatroda gidip oynama duygusundaydım. Tabii ki Nefrin Hoca öyle cesaret verici konuştu ki; basitçe yapabileceğim bir şeyden bahseder gibi, kurduk tiyatroyu. Hemen mekân bakmaya başladık. Bir baktık ki kiralar, masraflar çılgınca artıyor… ‘Öyle değilmiş, biz en iyisi sağda, solda oynayalım.’ dedik…

Özlem Ünaldı: Kolay değil tabii hemen kendi sahnene sahip olmak. (Gülüşmeler…) Moda Sahnesi’ne çok uymuş oyun; harika işte!

Çağlar Çorumlu: Evet, evet. Bir de o dönem inşaat halindeydi henüz Moda Sahnesi…12 kişi birlikte burayı çok güzel bir hale getirip çok güzel değerlendirdiler… Biz cesaret edememiştik; iyi ki onlar yapmış. Biz resmen boğazımızdan kısıp dekor, kostüm vs… yaptıran bir tiyatroyuz şimdilik…

Özlem Ünaldı: Ops? Tiyatronuza nasıl isim koydunuz?

Çağlar Çorumlu: Ops. Bizim ilk bulduğumuz isimdi.

Özlem Ünaldı: Böyle nida gibi bir ‘Ops!’ mu bu?

Çağlar Çorumlu: Hem öyle hem de ‘Oyun ve Performans Sahnesi’nin kısaltması. Sayfalarca isim geldi

gündeme; her biri için araştırmalar, yasal kullanım hakları araştırıldı. Sonunda ilk bulduğumuz ismi kullandık. Gaye’ye "Hoca bir şey söyledi, ben bir şey söyledim derken ‘Oyun ve Performans Sahnesi’ çıktı ama çok uzun bir isim.’ dedim. Gaye ‘Bulmuşsunuz işte’ Ops!’ dedi…

Özlem Ünaldı: İsim annesi Gaye yani…

Çağlar Çorumlu: Aynen… Tabii ki memur çocuğu olunca her şeyin yasal uygunluğu için aşırı titizlendik. Baktık ki TiyatrOps adını kullanabiliyoruz; rahat bir nefes aldık.

Özlem Ünaldı: İlk metni nasıl seçtiniz?

Çağlar Çorumlu: Çekirdek bir kadroyla oynanacak, maliyeti düşük, daha önce yaşamadığım bir şeyi bana yaşatacak, yeni bir deneyim olacak bir oyun aradık. Hoca da desteği verince iyice cesaret geldi işte. Kaşındık anlayacağın. (Gülüşmeler…)

Karar vermemiz gereken ilk şey nasıl bir oyun olacağıydı. Temeli sağlam, kuvvetli bir metin olmalıydı, bize de seyirciye de yeni bir deneyim yaşatmalıydı. Çünkü hakikaten elimizde hiç bir şey yokken, sıfırdan başladığımız bir yolculuk bu.

Çok sayıda oyun okuduk. Çok kalabalık metinlerden kaçındık çünkü prova için mekânımız yoktu. Bu oyunun prova sürecinin büyük bir kısmını burada çıkardık mesela. (Röportajımızı da yaptığımız tatlı bir mekân Bahane; Moda’da) … Buradaki komşu teyzeler striptiz sahnelerinin provalarına şahit oldu, ‘sessiz olun çocuklar’ gibi uyarılar aldık; sokakta oynayan çocuklar gibi… Eğlenceliydi… (Gülüşmeler…) Dolayısıyla prova mekânı, oyun seçiminin önemli kriterlerinden biriymiş, bunu gördük…

Az karakterli çok sayıda oyunu okurken, Murat Akdağ ‘Bira Fabrikası’nı yolladı; çok sevdiğim bir oyundu. Hatta Tolga Evren’le konuştuk; birlikte yapmayı çok istedik oyunu.

Murat, oyunun çevirmeni Ezgi ile bir araya getirdi bizi. Ezgi’yle konuşurken bu oyunun Gezi’nin arkasında kalan bir metin olduğunu düşündüğümü söyledim. Belki yıllar sonra yapılabilir, yapılmalı ama bizim şimdi yapacağımız oyun Gezi’nin önünde durmalı; Gezi’yi hatırlatmalı ve hatta yaşatmalıydı… İsyanı ve o kafayı devam ettiren bir oyun… Bunun üzerine Ezgi BigShoot’tan bahsetti; yazarın başka bir oyunu. Ezgi oyunun sinopsis gibi bir içeriğini çevirdi ve okuduk. Biz oyunun tamamını görmeden ‘Tamam!’ dedik… Oyunun tamamı gelince korkmadık değil… (Gülüşmeler…) Oyunu her okuduğumuzda yeni bir şey görüp heyecanlandık. Sonunda kendimizi oyunu çalışırken bulduk…

 Özlem Ünaldı: Ekip nasıl bir araya geldi?

Çağlar Çorumlu: Bu okumalar sırasında Ezgi bizim hem çevirmenimiz, hem dramaturgumuz hem de nasıl oldu anlamadım ama yönetmen yardımcımız oldu; iyi ki olmuş…

Özlem Ünaldı: Birbirinizi bulduğunuza çok sevindim. Ayrı ayrı tanıdığım ve iş konusunda harika uyumlu iki kişiniz… Ezgi’nin oyuncu olması büyük şans. Bu durum sahnedeki işe ne katıyor sence?

Ezgi Coşkun: Orjinal metindeki cümlede gerçekten yazarın vermek istediği duyguyu takip ettim. Oyuncu olmam "nasıl söylenirse iyi olur bu cümle"yi düşünmemde işe yaradı. "Dublaj" Türkçesi olmamasına, Fransızca bir deyimin ona uyan Türkçe deyimini bulmaya dikkat ettim. Sokak ağzını, küfürleri de aynı şekilde…

Özlem Ünaldı: İlk çevirin değil bu; yazarın başka bir eserini daha dilimize kazandırdın. Nereden buldun bu harika yazarı? (Teşekkür ederiz.)

Ezgi Coşkun: Fransa’da Sorbonne’da yüksek lisans yaparken Sylvie Chalaye’dan aldığım çağdaş siyah Fransız sömürge tiyatrosu dersinde keşfettim. Henüz çevirmediğim bir oyununu izledim. Kendisi de oynuyordu, çok iyi oyuncu bu arada, ilk önce ilk çevirdiğim Bira Fabrikası oyununa hasta oldum. Onun oyunlarıyla  kendimi memleketimde hissetmiştim. (Gülüşmeler…)

Özlem Ünaldı: Karakterlerin ırkları var mı? Yazarın nasıl bir tercihi var bu konuda?

Ezgi Coşkun:  Bir röportajında aynı soruya şöyle cevap veriyor: Aynı rolü hem siyah hem beyaz oyuncu oynayabilir çünkü ben de tam böyle bir "ırksızlaştırma"yı elde etmeye çalışıyorum… Sadece insandan bahsedersem, siyahlardan da bahsetmiş oluyorum…

Özlem Ünaldı: Oyunda müzik kullanımı çok az fakat hikâyenin kendine özgü bir müziği var. Kelimelerin ve beden dilinin kulağa tuhaf ve etkileyici gelen bir melodisi… Böyle yazılmış bir oyun mu yoksa yönetmen tercihi mi bu?

Ezgi Coşkun:  ‘En sevdiğim yazar Thelonious Monk’tur.’ diyor yazarımız Koffi Kwahule. Oyunlarını yazarken caz müziğinden etkileniyor. Cazdaki aksak ritimleri, soloları, jam sessionları, uyumsuzluğun uyumunu bulabilirsiniz. Big Shoot’u yazmaya başlarken, doğaçlayamayan iki müzisyeni yazmak istediğini söylüyor.

Özlem Ünaldı: Harikaymış! Yeni bir projeye başlıyorsun. Kısaca bahseder misin?

Ezgi Coşkun:  Gürcü yönetmen, Fingers Theater’ın kurucusu Beso Kupreishvili’nin çeşitli ülkelerde daha önce sahnelediği, kuklalarla oynanan bir Hamlet projesi var. Türkiye’de de oyuncu arıyormuş, benimle bir deneme çalışması yaptı ve beni projeye dâhil etti. Oyunun adı Benim Hamlet’im. Sahnede kuklalarla olacağım… Can Yücel çevirisini oynayacağız. 17 Nisan’da Bo Sahne’de prömiyerimiz var.

Özlem Ünaldı: Salih’le daha önce birlikte oynamıştınız değil mi?

Çağlar Çorumlu: Evet. Şark Dişçisi’nde beraberdik, o projede tanıştık.

Özlem Ünaldı: Salih, oynadığın karakter çok sade görünse de işin zor hakikaten. Karmaşık bir durumu bu ölçekte sadeleştirirken nasıl bir süreç yaşadın?

Salih Bademci: Metni elime ilk aldığımda oyunu izleyen seyirciyle aynı kaderi paylaştım. Karşımda takip etmekte ne kadar zorlansam da peşinden sürüklendiğim bir ezgi vardı. Şanslıyız ki çok iyi bir metin okuması yaptırdı yönetmenimiz Nefrin Tokyay. Sonrasında gördük ki karşımızda melodisini bir türlü aklımızda tutamadığımız ama dinlemekten kendimizi alamadığımız bir caz parçası var. Zaten yazar da kendi yazım üslubunu böyle betimliyor. Bunu fark edince metnin şifresi oyuncu için bir nebze olsun çözülmeye başlıyor. Fakat şunu belirtmeliyim ki; her oyun hem benim için hem de Çağlar için metni yeniden keşfe çıktığımız her notasını sanki ilk kezmiş gibi bastığımız bir yolculuk aslında.

Özlem Ünaldı: Zeytin Tepesi güzel bir işti, bitiyor olması üzücü… Sen dizide gıcık bir adamı oynuyordun, seyirciye rahatsızlık veren zararlı biri; sahnede ise 6 yaşında bir erkek çocuğu gibisin. İkisi birbirinden çok farklı; kutlarım! Paralel iki karakter oynamak nasıl? Küçük delirme belirtileri?

Salih Bademci: Aslında birbirine zıt karakterleri oynamak sanırım her oyuncunun arzu ettiği bir şeydir. Kimse aynı yolu defalarca gelip gitmek istemez. Lakin işi icra aşamasına gelince insan mahkûmiyeti hissetmeye başlıyor. Sonunda tek bir bedenin içinde ve onun olanaklarıyla yaşamaya mahkûmsun. Bunu aşmaya çabalamak gerçekten zor bir süreç. Mesela oyunda yaratmaya çalıştığım karakter benim enerjimle taban tabana zıt. Ben hiperaktif bir yapıya sahibim ama Stan (oyundaki karakter) olsa olsa bir hiperpasif… Hatta oyunda da söylendiği gibi hayata direnen tek bir tarafı bile yok. Varın siz düşünün hem ben hem yönetmen ne sancılar çektik…

Çağlar Çorumlu: Nefrin Hoca’yla da 2003 yılında tanışmıştık; 7 Numara’da çalışırken senaristimiz tanıştırdı bizi. Nefrin Hoca’nın acayip bir birikimi var. Konservatuvar eğitimi almış, psikodrama ve psikoloji eğitimi almış, kitapları var, tezleri var… Derya gibi biri… O dönem benim için bir okuldur; değerli bir konservatuvar sürecidir… 5-6 kişiydik; bir evde toplanırdık ve Nefrin Hoca 6-7 ay boyunca düzenli olarak her pazartesi, bilabedel saatlerce bize dünya tarihi, dünya tiyatro tarihi anlatırdı… Benim için büyük şanstır kendisini tanımış olmak.

Şark Dişçisi’yle ödül aldığımda, ödül mühim bir şey değil ama bir taraftan da mühim, kendisine teşekkür ettim…

Özlem Ünaldı: Canım vefalı arkadaşım benim! … Hocam, oyuncularınızı büyülemişsiniz… Yönetmen ve oyuncu arasındaki bu güven, eser için eşsiz bir kuvvet kaynağı. Nasıl bir prova süreciydi?

Nefrin Tokyay: Gerçekten de bütün provalar süresince bu karşılıklı güven hep vardı. Bir yönetmen için bu etkili bir güç, hele çalışma için büyük bir konfor. Projeye, oyun üzerinden söyleyeceklerimize ve birbirimize inanmış bir ekiptik. Oyunun katmanlarını çoğaltarak izleyiciye farklı okumalar sunmak için çeşitli alt metin çalışmaları yapmamız gerekiyordu. Bu yüzden masa başı çalışmalarını olabildiğince uzun tuttuk ama bu çalışmaları metin odaklı doğaçlamalarla destekledik. Özetle oyun provasına kadar çalışmalar masa başı ve doğaçlamalarla ilerledi. Zor bir oyun olmasına rağmen dekor ve kostümdeki kimi aksamalar dışında güven içinde geçen güzel bir prova süreciydi.  Birlikte çalışmaktan hoşnut kaldık ve gerçekten çok eğlendik.

Özlem Ünaldı: Bu oyunda “olmazsa olmaz” neydi?

Nefrin Okyay: Olmazı olur yapan oyuncular. Sadece bu oyun için değil her oyunun “olmazsa olmaz”ı her zaman oyunculardır. Hele böyle iki kişilik ve riskleri olan zor oyunlarda. Neyse ki bu oyunda yüksek performansları ve “olmazı olur” yapma cesaretleri ile Çağlar ve Salih vardı. Bu oyunun “olmazsa olmaz”ı hiç kuşkusuz onlardır.

Özlem Ünaldı: Ön hazırlıkta neler yaşandı? Özel bir metin çünkü…

Nefrin Tokyay: Tüketim toplumunda bireyin konumu, medyanın toplumsal ve ahlaksal bilinçlerimiz üzerindeki egemenliği, özellikle yaşadığımız çağın ayırıcı özelliği olarak hız, postmodernizm ve yabancılaşma oyunla ilişkili olarak araştırdığımız ana konulardı. Ve bir de Kofi Kwahulé’nin oyun üzerinden yaptığı emperyal dil eleştirisi. Ekip olarak şanslıydık çünkü yazarın kullandığı özel dili başarılı bir çeviri ile dilimize kazandıran Ezgi bütün prova süresince bizimleydi. Özetle oyunla ilgili her tür yazılı ve görsel malzemeyi prova süresince gözden geçirdik ve paylaştık.

Özlem Ünaldı: İki adam ve bir de sınırları olmayan ‘ortam’ olmak üzere üç kuvvetli karakter var sahnede. Bu oyunu zamansız ve ülkesiz yapan şey ne?

Nefrin Tokyay: Oyunda Cellât sıklıkla aynı şarkıyı yineler: “ Ve Tanrı Kabil’e dedi ki; kardeşin Habil nerede…” İlk cinayetten bugüne şiddet ve cinayet insanlık tarihi boyunca hep var olmuştu. Şiddetin, işkencenin, katliamların, vahşet ve cinayetlerin ne ülkesi var ne zamanı. Bunlar tüm zamanların ve dünya tarihinin evrensel sorunları. İşin trajik yanı bilim ve teknolojilerde uygarlığımız ilerledikçe insanlık daha fazla vahşileşmekte, toplu katliamlar artmakta şiddet sıradanlaşmakta. Ve bu en gelişmiş ülkeden en geri kalmış ülkeye kadar her yerde karşımıza çıkıyor. Oyunu zamansız ve ülkesiz yapan şey şiddet ve vahşetin her zaman ve her yerde karşımıza çıkıyor olması.

(İkinci bölüm 16 Nisan Çarşamba huzurlarınızda…)

Not: Bu çoklu röportaj konuşma ve yazışma olarak ayrı ayrı gerçekleştirilip sonradan bütün haline getirilmiştir.

TİYATROPS/ BIGSHOOT
YAZAN: Koffi Kwahule
ÇEVİREN: Ezgi Coşkun
YÖNETEN:Nefrin Tokyay
MÜZİK: Selen-Berk Öztürk
DEKOR: Derya Önlü
KOSTÜM: Deniz Çağrı Bilgili, Derya Önlü
IŞIK: İrfan Vanlı
OYUNCULAR: Çağlar Çorumlu, Salih Bacemci


Daha fazla yazı yok
2024-11-22 03:55:24