OPS! Maneviyat mı? I don’t have that thing honey! … (Bölüm II)
Not: Başlığın birazını ingilizce yazdım ki beni zengin sanın… (Oyunu izleyince bu başlığı hatırlayacaksın sevgili okur.)
“Ölüm artık bir tüketici deneyimi" Koffi Kwahule
Özlem Ünaldı: Kostümleri çok sevdim. Kostüm tasarımı için nasıl karar kriterleriniz oldu?
Nefrin Tokyay: Grotesk bir anlatımda tasarımın karikatürize ya da aşırı dışavurumcu olmamasına dikkat ettik. İlk çizimler daha vahşet sirki ya da kabare çizgileri taşırken prova süreci ilerledikçe karakterlerin tasarımları da değişti. Her iki karakter için bir dizi çizim yapıldı. Hatta dikim gerçekleştiğinde sahne pratiğinde sorun yaşandığı için yenilendi ve sil baştan tasarlanarak yapıldı. Çünkü kimi kostümler etkileyici görünseler de hem sahne kullanımı için pratik değillerdi hem de aktörlerin oyunları ile uyumlu. Kostüm tasarımı ve realizasyonu oyunun konseptine ve oyuncuların oyununa uygun hale gelinceye dek sürdürüldü.
Özlem Ünaldı: Sıradaki projeniz?
Nefrin Tokyay: Tiyatrops’un yeni projesi için şimdilik sadece kimi fikirler, hayaller ve göz attığımız bazı oyunlar var.
Özlem Ünaldı: TiyatrOps’un bir cümlesi, her yeni oyununuzda istikrarla hissedeceğimiz bir şey var mı?
Çağlar Çorumlu: Ben bu hayatın, bu doğanın ve bu canın emanet olduğunu düşünüyorum… Bundan sonra da benim bildiğim şeylerin, bilgi olarak doğarken getirdiğim şeylerin birine dokunması çok önemli; bu anlamda bir sorumluluğumuz olduğuna inanıyorum. Evet Güldür Güldür’de çıkıyorum insanları güldürüp mutlu oluyorum, para kazanıyorum ve bir şekilde paraya bağımlı hayatlarımız olduğunu kabul ediyorum. Kazandığım parayı da canımı da doğru yerde kullanmam gerekiyor. Oyunlarımızın mutlaka bir derdi, cümlesi olmalı. Biçimi ne olursa olsun bir şey söyleyen, derdi olan oyunlar yapmak istiyoruz. Güleceğiz, ciddi olacağız, ağlayacağız, korkacağız ama dertlerimizle… Mesela bir dini ya da herhangi bir konuyu araştırırken, ulaşılabilir kaynakların anlattığından daha fazlasıyla karşılaştığımda bunu mutlaka seyirciyle de paylaşmak gerektiğine inandım. Neden sahneye çıktığımızı bir daha düşündüm. İşte Sümerler’de, Hititler’de, Şamanlar’da bu işi rahipler yapıyordu; bu, bize sorumluluğumuz anlatan bir bilgi bence. Hem mesleğime hem de karşısına çıktığım topluma bir adanmışlığım olmalı.
Özlem Ünaldı: Seyirciden nasıl tepkiler geliyor? İlginç bir şeyler var mı? İnternet sayesinde müthiş bir ulaşılabilirlik var çünkü…
Çağlar Çorumlu: Seyircinin bizim kadar yorulduğu bir oyun… Metin olarak zor bir işe kalkıştığımızı biliyorum. Okuması, oynaması, sunumu zor bir metin; bir o kadar da basit. Şundan dolayı basit: Metnin tamamında her gün yaşadığımız sıkıntılar, küfürler, her gün kullandığımız dil var; her gün uğradığımız ya da şahit olduğumuz taciz var… Bu tarafından bakınca ‘Oyun nerede geçiyor, cümlesi ne, acaba ne anlatıyor?’ sorularına net cevaplar vermek yerine; sınırsız, mekânsız, ülkesiz, herkesi içine alan bir ortam seçmeyi doğru bulduk. Çok katmanlı yazılmış kuvvetli bir metni kısıtlamak istemedik. Seyircinin zekâsına ve tecrübesine dayalı bir halde çıktık sahneye. Belki birçok seyirci benden daha fazla şey görüyordur oyunda. Nefrin Hoca ‘Karakolda işkenceci bir polisle suçlu arasında geçen bir hikâye gibi değil; gündelik hayatta karşılaşıp birbirine işkence eden, kurban olan, suçlu, güçlü, psikopat vs…’ye dönüşen insanların hikâyesi gibi anlatalım biz hikâyeyi; yaşadığımız hayat gibi yani…’ dedi… Bu ikili karı-koca olabilir; bakkal-çocuk olabilir; iki erkek olabilir; herhangi bir ikili olabilir yani… Uğradığımız tacizi, maruz kaldığımız baskıyı sunalım; herkes kendini görsün, herkes rahatsız olsun ve dâhil olsun istedik… Bu yüzden seyircinin bizim kadar yorulduğu bir oyun… ‘Anlamadığım, atladığım bir şey oldu mu?’ hissi bitmiyor seyirci için. Bitmesin. Hayatın içinde de böyle. Biri bir şey anlatır, çok önemli olduğunu ama kaçırdığımız bir şey olduğunu düşünürüz. Hayır. Anlattı işte; bundan ibaret… Bu oyun da sonsuz, çok katmanlı, bir sürü cümlesi olan ama her şeyi anlamak zorunda olmadığımız bir oyun işte…
Özlem Ünaldı: Sahnede hem iki karakterde hem de üçüncü olarak seçtiğiniz sınırsız ortamda, temize çekilmiş çok şey vardı… Okusam anlamazdım ama sahnede harika olmuş tebrik ederim…
Çağlar Çorumlu: Orada yönetmenimiz ile birbirimize çok güzel yaklaşmamızın ve doğru yerlere dokunmamızın yardımı oldu. Salih’e de bana da çok güzel esler pasladığını düşünüyorum Nefrin Hoca’nın… Oyunu en çok anlattığımız yerler durduğumuz yerler aslında. Başlarda ‘Doğru bir şey mi yapıyoruz?’ fikri yakamızı bırakmadı evet… (Gülüşmeler…) Ama sonra her şey yerli yerine oturdu.
Özlem Ünaldı: Birlikte çok güzel taşıyorsunuz oyunu, bayıldım! … Gezi’nin de büyüsüyle alternatif tiyatrolar arasında harika bir kardeşlik başladı bence. Bunu herkese soruyorum… Tiyatro tayfasından nasıl tepkiler geliyor?
Çağlar Çorumlu: Moda Sahnesi’nin destekçi tavrı ile gözlerim doldu… Allah razı olsun onlardan… Çok gülünç insanlarla karşılaştıktan sonra Moda Sahnesi ile yaşadığımız bu dostça durum bizi çok duygulandırdı… Mesela küflü, içeri adım atmak istemeyeceğiniz bir salon için çılgın kiralar isteyen işletmecilerle de karşılaştık; bomboş duran rutubetli bir alandan para kazanmak için gözleri dönen insanlar bunlar.
Sağ olsunlar Emek Sahnesi de açtı kapılarını bize, orada da çalıştık. Kast’ta çalıştık. Bahane bize çok yardımcı oldu…
Özellikle Moda Sahnesi gece gündüz demeden, fedakârca, kardeşçe, 5 kuruş para istemeden verdiler sahneyi bize. Karşılıklı olarak değerli dostluklar kazanmış olduk. Bize bu süreçte destek olan tüm arkadaşlarımıza özellikle ve tekrar tekrar teşekkür etmek istiyorum… Kemal Aydoğan "’Teşekküre ne gerek var, yeni kurulmuş bir tiyatrosunuz, görevimiz bu." diye hatırlatıyor her seferinde. Teşekkür ederim yine de… (Gülüşmeler…)
Özlem Ünaldı: Harika şeyler söylüyorsun… Moda Sahnesi’nde yeni kurulmuş birçok tiyatronun oyununu izledim… Bu tavırları beni de çok duygulandırıyor… Hem tiyatrolar için hem de seyirci için harika bir şey yapıyorlar…
Çağlar Çorumlu: Kesinlikle! Yakın bir zamanda D22 ile tanıştık, onların sahnesinde de oynayacağız… İkinci Kat’ta, Kumbaracı50’de oynayacağız; şimdilik belli olanlar bunlar… Söylediğin gibi omuz omuza bir hayat var tiyatrolar arasında… Hem seyirciye ulaşmak adına hem de bağlılıklar adına gezerek oynamak çok güzel…
5 sezondur Şehir Tiyatroları’nda aralıksız sahnede olduğum için yeni gördüğüm çok sayıda, oyun, oyuncu, mekân var… Ciddi anlamda utanıyor ve eksikliğini hissediyorum ve sürekli çok güzel işlerler karşılaşıp mutlu oluyorum…
Özlem Ünaldı: Yakın bir zamanda infazcıların, işkencecilerin, psikopat katillerin beynini inceleyen bir belgesel izledim. En cani insanın bile bu şiddet uygulama eylemini hazmedemediğini anlatıyordu. Beyin bu vahşeti kaldıramıyormuş ve hücre ölümler başlıyormuş. Şiddeti uygulayan kişinin hayatında halüsünatif bir sayfa açılıyormuş…
Çağlar Çorumlu: Delirecek miyim? (Gülüşmeler…)
Özlem Ünaldı: Korkma, zaten kaldırabileceğimiz ölçüde deliyiz biz… Oynadığın karakter psikolojik açıdan anlaması zor, anlam vermesi zor bir karakter… Sahnede 3 karakter var gibi; oynadığınız karakterlere ek olarak bahsettiğin sınırsız ortamın da karakteri hissediliyor izlerken… Rolü çalışırken psikolojik bir süreçten geçtin mi? Zaten manyak bir oyuncu olduğunu düşünürsek karaktere ulaşma sürecini iyice merak ediyorum… (Gülüşmeler…)
Çağlar Çorumlu: Önce çocukluğuma dönmek istiyorum… (Gülüşmeler…) Hakikaten zor bir çocukmuşum, çok kavgacı bir çocuk. Bam telime dokunulduğunda gücümün yetmeyeceği birilerine bile süpürgeyle saldıran bir çocukmuşum. Kavga izleriyle doluyum. Sonra ölüm korkusuyla ya da olgunlaşmamla iyice sakinleştim. Kavgacı yanım sahnede, oyunculuğumda patlamaya başladı; iyi de oldu… Bu oyunda psikopatça görünmem gereken yerlerde yararlanıyorum bu duygularımdan. Nefrin Hoca bu karakterin evet bir katil, bir psikopat olduğunu ama bizim bunu bir palyaço beden diliyle anlatacağımızı söyledi. İnsaniyetiyle ve canavarca yanlarıyla sahnede olması gerektiğine karar verdik. Çünkü vahşet aynı zamanda bir şov… Maalesef…
Bazen karşımdakinin Salih olduğunu hatırlayıp çok komik anlar yaşasam da idare ediyoruz işte… (Gülüşmeler…) Bir hocam ‘İnsanların duyguları aynıdır.’ demişti; Sufi de olsan, katil de olsan… Bu cümle çok geldi aklıma… Yazar da bu fikri hissettiriyor zaten… Harika bir yazar…
Özlem Ünaldı: İzleyecek mi oyunu bu arada?
Çağlar Çorumlu: İzlemesini çok istiyoruz. Henüz net değil ama gelecek buraya… Çok ilginç bir adam; Fransız, Fildişi’li bir siyah. Kafayı caz müziğe takmış ve oyunu da o harika kafayla yazmış…
Özlem Ünaldı: İnfazın, vahşetin şova dönüştüğünü hatırlatıyor oyun… Şiddetin kendisinden daha ürkütücü geliyor bana bunun seyirlik bir şey olması. Ne düşünüyorsunuz?
Salih Bademci: Vahşete ya da infaza denk gelmek ya da bunları seyretmek çağımız için çok olağan bir şey. Sanırım bundaki en büyük pay da görsel medyaya ait. Öyle ki kurgulanmış olsun ya da olmasın bir vahşete denk gelmek artık an meselesi. İnsan olarak farkındalığını yitirdiğimiz nokta ise aslında bu durumu ne kadar kanıksadığımız. Hatta kanıksamak bir yana sanırım artık bu görsele muhtaciyetimiz gibi çok endişe verici de bir gerçek var ortada. İşte bu gerçek ve bu gerçeği bir türlü fark edemememiz belki de günümüz insanını bu denli cani, acımasız ve bir o kadar da tepkisiz kılan.
Nefrin Tokyay: Bu durumun nedenlerden biri olarak vahşet ve şiddet ile yaşanan katarsis gösterilebilir. Başkalarının felaketlerinden zevk alma ve iyi ki bu benim başım gelmedi duygusu ama artık bu patolojik bir düzeyde. Öte yandan çok uzun zamandır toplumsal belleklerimiz şiddet ve vahşetin her türlü görüntüsüne sistemli bir biçimde alıştırıldı. Öyle ki artık hiçbir görüntünün bizi gerçekten tiksindirmediği veya ürkütmediği bir yabancılaşma hatta apati içindeyiz. Yazarın da söylediği gibi “ölüm artık bir tüketici deneyimi”. Eğer vahşet ve şiddet görüntülerine bakmaya dayanabiliyor dahası bu eylemi diğer gündelik izlediklerimizin arasına kolayca katabiliyorsak yeni arzu nesnelerimizin bunlar olduğu açıkça söylenebilir. Öyleyse bir sonraki adım yeteri kadar tükettiğimiz vahşet seyrinden alınan haz yerine onu yaşamak olabilir mi? Yani cellâtları seyretmek yerine artık cellât olmayı isteyebilir miyiz?
Çağlar Çorumlu: Ben seyredilmiyor olsaydı psikopatlığın da olmayacağına inanıyorum. Hiç bir seri katil yaptığı şeyin gizli kalmasından memnun olmaz; psikopatların motivasyon kaynağı korku salmak.
Öyle alıştık ki artık… İşte Gezi olayında gördük, savaşlarda görüyoruz; biz yemek yerken insanlar ölüyor… Öyle basit ve öyle saçma ki… Televizyonda, sokakta görüyoruz, yaşıyoruz bunları sonra gidip maç seyrediyoruz. Çok tuhaf bir durumdayız. Şiddetin dozu çok arttı ve seyircisini de buldu. Bizim dönemimizde Özal’lar, İnönü’ler, Türkeş’ler atışırlardı ama çok şık ve zekice atışırlardı; gülüp geçerdik; çok daha insani ve temizdi. Şimdi yalanın, hakaretin, çirkefliğin dozu arttı, kalitesi de çok düşük. İşin garip yanı halk desteği de görüyor çirkinlik. İyi öldürmek, yok etmek, yok ettikten sonra örtbas edebilmek çok iyi bir beceri haline geldi. Bu siyaset ve politika oldu, alkış da aldı. Artık birileri birilerini öldürürken haz alıyoruz; galiba maneviyatımızı kaybettik. Birileri içimizdeki maneviyatı söküp aldı; hepimiz aynıyız, aynılaştık ve bunun içinde bir farklılık yaratma içgüdüsü doğdu. Tek başımıza fark yaratmaya cesaret edemediğimiz için de sürüler halinde yok edilmeleri, öldürülmeleri seyredip birbirimize anlatıyoruz. Anlatılsın diye yapılıyor zaten. Oyunda şöyle bir repliğim var: ‘Senin kafana sıktığımı görmek için geldiler, o yüzden benden bir kahraman yaratıyorlar. Daha iyi katletmeliyim seni!’ diye… Mesela elektronik coplara, f16’lara, tanklara, füzelere gözümüz düştü toplum olarak. Bilmiyor muyuz, o coplarla bizi dövecekler. O uçak ya bizi ya sınırdaki kardeşlerimizi öldürecek…
Özlem Ünaldı: Aklıma Black Mirror geldi. Bizi kendimizle tanıştıran şahane dizi… Okurumuza tavsiye etmiş olayım iki arada bir derede…
Çağlar Çorumlu: Her şeye seyirci oluşumuz gerçeğiyle yüz yüzeyiz. O coşkuyla çoğalan bir psikopatlık var. Televizyonda iki tane saç kurutma makinesi için çılgınca davranan insanlar görüyoruz. O televizyon denen kutu bize çok garip şeyler yaptırıyor.
Özlem Ünaldı: O kutudan bahsedeceğim ben de. Sıçrama yapalım; seyircimiz seni her hafta ekranda görme şansına sahip bir süredir. Şans diyorum çünkü ben seni seyretmeye doyamıyorum. Nasıl gidiyor Güldür Güldür?
Çağlar Çorumlu: Tiyatro disipliniyle hazırlandığımız bir program Güldür Güldür… Eğlenceli ve her şeye rağmen sözü de olan… Hakikaten zor bir tempo ama…
Özlem Ünaldı: Cem Yılmaz’la birlikte güzel bir reklam kampanyasındasınız. Reklamdan çok neşeli skeçler gibi… Nasıl gidiyor?
Çağlar Çorumlu: O da çok keyifli gidiyor; 7 tane çektik şimdilik, devamını bilmiyorum… Benim ilk reklamım. Cem Yılmaz ‘İyi tanıdım’ dediğim bir adam. Çok samimi ve özel bir adam olduğunu düşünüyorum. İş disiplinini de etkileyici buluyorum. Hiç bir şeyin tesadüf olmadığını görüyor insan Cem Yılmaz’da: Sürekli kafasında bir şeyler var, sürekli çalışıyor, erkenden sete gelip bütün ekibin işini kolaylaştıracak güzel bir dil yakalıyor.
Özlem Ünaldı: Cem Yılmaz 1 tane! İnkâr eden taş olur…
Özlem Ünaldı: Seyircimizi oyuna davet eder misiniz?
Çağlar Çorumlu: (Utanarak verilen uzun bir es ve ardından cevap…) Bir araya gelip ortaya bir şey çıkarmak kolay değil ben çok şeyden vazgeçip bu oyunu oynuyorum; seyircimizin de vazgeçtiği bir an varsa, vazgeçtikleri anda gelip bizi izlesinler…
Not: Bu çoklu röportaj konuşma ve yazışma olarak ayrı ayrı gerçekleştirilip sonradan bütün haline getirilmiştir.
TİYATROPS/ BIGSHOOT
YAZAN: Koffi Kwahule
ÇEVİREN: Ezgi Coşkun
YÖNETEN:Nefrin Tokyay
MÜZİK: Selen-Berk Öztürk
DEKOR: Derya Önlü
KOSTÜM: Deniz Çağrı Bilgili, Derya Önlü
IŞIK: İrfan Vanlı
OYUNCULAR: Çağlar Çorumlu, Salih Bacemci