A password will be e-mailed to you.

Küratörlüğünü Selen Ansen’in yaptığı; Bas Jan Ader, Phyllida Barlow, Cyprien Gaillard, Ryan Gander, Mikhail Karikis, Uriel Orlow, VOID ve Anne Wenzel gibi sanatçıların eserlerinden oluşan “Her Düşenin Kanadı Yoktur” adlı sergi yerçekimine bağlı olarak yükseliş ve düşüş arasındaki inanılmaz uyuma odaklanmasının yanı sıra kendi elimizle doğayı katlederek nasıl bir çöküşe doğru ilerlediğimizin eleştirisini sunuyor.

50 katlı bir binadan düşen adamın hikâyesidir. Her katta kendini rahatlatmak için şunu demiş içinden: Şimdiye kadar her şey yolunda. Şimdiye kadar her şey yolunda. Şimdiye kadar her şey yolunda. Önemli olan düşüş değil, yere iniştir.” Bu sözler, Fransız yönetmen Mathieu Kassovitz’in Altın Palmiye ödüllü La Haine/Protesto filmine başlarken kullandığı cümleler. Mathieu Kassovitz, Paris’in gettolarında yaşayan farklı ırktan ve inançtan üç gencin hikâyesi üzerinden; ahlaksal, toplumsal ve siyasal olarak büyük bir çöküş yaşayan Fransa’ya kamerasını tutuyordu. Bu günlerde gerek dünya gerekse kendi toplumumuz da buna benzer çöküşler yaşıyor ve her seferinde “Şimdiye kadar her şey yolunda” deyip, gündelik hayatın tesellisine sığınıyoruz. Arter’de açılan “Her Düşenin Kanadı Yoktur” adlı sergi insanlığın ilerleme adına yüzyıllardır müdahale ettiği doğa üzerinden politik, etik ve estetik bir eleştiri sunuyor. Aynı zamanda yerçekiminin ve ağırlığın şeyler üzerindeki etkisini de gözler önüne seren sergi, dikeyin egemenliğine karşı yatayın estetik ve kırılgan boyutunu da ele alıyor.

 

Dikey’in iktidarı sorgulanıyor

Haber bültenlerinin pek de iyi şeylerden bahsetmediği, kavurucu sıcakların giderek arttığı, İstanbul’un çekilmez bir hâl aldığı dönemde Arter’in kapısından içeri giriyorum. İlk önce Phyllida Barlow’un yerleştirmelerinden oluşan eserler karşılıyor beni. Devasa heykelleri andıran siyah renkli üç güvenlik kamerası gözüme takılıyor. Giderek kamusal hayatın her alanını kaplayan, gözetlendiğimiz duygusunu zihinlerimize kazıyan bu aygıtın tedirgin ve her an düşecekmiş gibi yerleştirilmesi oldukça ironik. Diğer yandan İstiklal Caddesi’nden gelip geçen herkesin görebileceği, Arter’in giriş katını yatay bir eksende kapatan Barlow’a ait “İsimsiz: yıkıksahne2016” adlı çalışma tamamen yerle bir olmamış ama yakın bir zamanda yerle bir olacak hissi veren yıkık bir sahnenin görüntüsü üzerinden dikey kavramının iktidarını sorgularken, yatayın estetik açıdan değerini başarılı bir şekilde ortaya koyuyor. Hemen ilerde gözüm Pisa kulesini andıran bir yapıta kayıyor. Heybetli görünüşünün yanında sanki devrilecekmiş hissi uyandıran bu yapı içten içe bir çöküşün habercisi.

Yeraltından yükselen ağıt

Koridorda ilerlerken siyah bir perde ile karşılaşıyorum. Perdeyi araladığımda Mikhail Karikis ve Uriel Orlow ikilisinin İngiltere’de terk edilmiş bir kömür madeninde gerçekleştirdikleri “Yeraltıdan Sesler” adlı videolarına tanık oluyorum. Görüntüler, siyahın ve grinin içiçe geçtiği herhangibir canlı türünün görülmediği maden yatağından sesleniyor bize. Hem de o madende yıllarca çalışmış ve sonrasında emekliye ayrılmış işçilerle beraber. Artık verimsiz ve çürümeye yüz tutmuş maden ocağı yaşlı madencilerin koro halindeki sesleriyle yeraltından yükselen bir ağıta dönüşüyor

Sesin aşındırıcı etkisi

Üç kata yayılmış serginin ikinci katına çıkıyorum… Gramofonları andıran fakat bildiğimiz gramofonlardan farklı adının “Bruit Blanc” olduğunu öğrendiğim yapıtlarla karşılaşıyorum. Farklı kalıpların çalınabilir disklere dönüştürülmesiyle ses çıkaran bu yapıtlar, sesin bir maddeye ihtiyaç duyması üzerinden hareket ederek, ses dalgasının etkileşime girdiği yüzeylerde bıraktığı aşındırmaya eğiliyor… Belli bir armonisi olmayan, alıştığımız seslerin dışında sesler çıkaran bu yapıtların arasından, gözüm hemen karşımda sergi alanına rastgele fırlatılmış siyah oklara kayıyor. Ryan Gander’e ait yerleştirmelerde herbir okun varlığı sergi alanını büyük bir muharebe alanına dönüştürürken, bu okların bulunduğu konum yerçekiminin etkisiyle dikeyliğin otoritesini sarsıcı bir rol üstleniyor.

Doğanın sessiz çığlığı

Bas Jan Ader’in 16 mm’lik filmlerinden oluşan “Düşüş” temalı serisi serginin oldukça önemli eserleri arasında yer alıyor. Zira bu filmlerin birinde Ader, Los Angeles’taki evinin çatısından yuvarlanarak, diğerinde Amsterdam’da bisikletini bir su kanalına sürerek düşmesini konu ediniyor. Bas Jan Ader, bu düşme eylemlerinde yerçekimine bir meydan okumaktan ziyade onun varlığına karşı gelinemeyeceğini vurguluyor.

Sergide üçüncü kata çıktığımızda insanın neden olduğu yıkımların izleriyle karşılaşıyoruz. Anne Wenzel’in duvar resimleriyle örülü bir alanın ortasında büyük bir masayı andıran bir yüzeyde yer verdiği seramik heykellerinden oluşan “Sessiz Manzara” adeta doğanın sessiz çığlığını gözler önüne seriyor. Bu eserlerde, büyük bir yıkımın ardından her tarafı kaplamış karanlık görüntülerin çevresinde doğanın kendi şiddetinin estetik bir görünüm yarattığı gözlenebiliyor. Anne WenzelDekadans Teşebbüs” adlı çalışmasında ise, anbean  ölüme doğru giden ve yere doğru eğilen vazoların içindeki heykelimsi çiçekler, varlıklarıyla bir soğukluk hissi yaratıyor.

Mistik bir hava

Serginin en önemli eserlerinden birisini Cyprien Gaillard’ın “Puitt Igoe Şelalesi” adlı çalışması oluşturuyor. Gaillard, iki farklı gerçekliği ardı ardına izleyiciye sunuyor. Birincisi 2008 yılında Glasgow’daki toplu konutun kontrollü yıkımı, ikincisi ise; Niagara Şelalesi’nin gece çekilmiş renkli görüntüsü… Bu görüntülerde, insan eliyle yapılmış, bir müddet sonra işlevinin ortadan kalkmasıyla varlık nedeni de ortadan kalkan toplu konutların saniyeler içinde yok oluşuna tanık olurken, binlerce yıldır akan şelalenin görkemli görüntüsü mistik bir havayla izleyiciye aktarılıyor. 

Küratörlüğünü Selen Ansen’in yaptığı; Bas Jan Ader, Phyllida Barlow, Cyprien Gaillard, Ryan Gander, Mikhail Karikis & Uriel Orlow, VOID ve Anne Wenzel gibi sanatçıların eserlerinden oluşan “Her Düşenin Kanadı Yok” adlı sergi yerçekimine bağlı olarak yükseliş ve düşüş arasındaki inanılmaz uyuma odaklanmasının yanı sıra kendi elimizle doğayı katlederek nasıl bir çöküşe doğru ilerlediğimizi bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Gerçi kafamızı kaldırıp çevremize baktığımızda hep birlikte dünyayı nasıl bir yer haline getirdiğimize acı da olsa şahit oluyoruz.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 16:36:30