Sene 1917, Pablo Picasso ve Olga Khokhlova Roma’dalar. Kısa süre sonra evliliğe dönüşecek ilişkileri yeni başlamış. Genç Picasso’nun gözü Olga’da, aşkla dolu bakışları ondan hiç ayrılmıyor. Bu taze, şehvetli aşk ressamın eserlerine de yansıyor. Aradan geçen yıllarla birlikte tuvalde Olga’yı okurken, oğlu Paul ile ilgilenirken ve tabiri caizse Picasso’nun sürekli onu gözetleyen bakışlarından kaçarken görüyoruz. İlişkinin bitmesiyle birlikte Picasso başka bir kadını hayatına sokarken Olga’nın tasvirleri gaddar imajlara dönüşüyor.
Picasso’nun ilham perisi ve ilk eşi Olga’nın pek bilinmeyen hayatını bugünlerde Paris’teki Picasso Müzesi’nde gerçekleşen bir sergi anlatıyor. 1891’de Ukrayna’nın (Rusya Krallığı’na bağlı) Neznih kentinde doğan Olga Khokhlova 1912’de bir bale ekibine ekibine katılıyor, 1915’te bu iş için ülkesini arkada bırakıp kumpanyayla birlikte seyahat etmeye başlıyor. 2 yıl sonra gerçekleşen Rus devrimi yüzünden de ailesini bir daha hiç göremiyor.
Belki de onun mahkum olduğu bu yalnızlığı ya da Picasso’nun ona bu hatırlardan dolayı ithaf ettiği yalnızlığı görüyoruz içinde bulunduğu tablolarda. Bakışları kaçamak, yüzünün bir kısmı hep karanlıkta, hep melankolik bir figür. Başı öne eğik, dalmış, düşünürken…
Sergi Picasso’nun Olga resimleri dışında aile fotoğrafları, mektuplar gibi hatıralarını bir araya getirerek onu aydınlatmaya çalışıyor. 1918’de Paris’te Picasso ile gerçekleşen evliliği onu Rusya devrimine şahit olmaktan kurtarıyor ama 1917-1920 arasında ailesinden haber alamıyor. Mektuplar geldiğindeyse babasının ve erkek kardeşlerinin karşı tarafta savaşırken öldüğünü annesi Lydia ve kız kardeşi Nina’nın ise Gürcistan’a gittiğini öğreniyor.
Aynı yıllar Picasso’nun ününün katlanarak yayıldığı, çiftin sosyal basamakları hızla çıktığı tarihlere ait. La Boétie’ye taşınıyor, Igor Stravinsky ve Jean Cocteau ile arkadaş oluyorlar, Kont Étienne de Beaumont’un partilerine teşrif ediyorlar. 1921’de oğulları Paul doğuyor. Olga’nın bu yeni dönemdeki tasvirleri daha sıcak ve şefkatli bir kadın sunuyor. Picasso’nun klasisizme duyduğu ilgi de bu dönemde yeniden başlıyor. Anneliğiyle birlikte tasvirlerde değişmeyen özellik ise hüzün. Ve hâlâ yüzünün bir yarısını görmüyoruz.
Ayrılık sonrası bambaşka bir Olga tasviri başlıyor
1927 gelindiğinde Picasso o zaman sadece 17 yaşında olan Marie-Thérèse Walter ile tanışıyor. Gizlice bir aile tatiline Brittany’ye getirdiği metresinden ilhamla Bathers (Banyo Yapanlar) serisini de 1928’de çiziyor. Walter, Olga’nın tam tersi şekilde tasvir ediliyor resimlerde; aydınlık, havai, erotik.
1929’daki ayrılığın ardından Olga “Nude in a Red Armchair”da (Kırmızı Koltukta Çıplak) kolları ve bacakları serbestçe koltuğun her yanına yayılmış, göğüsleri boğazından sarkan, ağzı ızdırap içinde açık grotesk bir figüre dönüşüyor.
Olga bu tarihten sonra Picasso’nun resimlerinde sadece bir metafor olarak kalıyor. Ancak ikili Olga’nın 1955’teki ölümüne kadar resmi olarak boşanmıyor. Bu yeni dönemde Olga’yı çarmıha germe sahnelerinde, hatta otoportrelerde bile dağınık saçları, açık çenesi ve dişlerinden tanımak mümkün. Yani Picasso onu obsesif bir şekilde kendi gözünden resmetmekte vazgeçemiyor.
Olga’yı yakından tanımak isteyenler için “Olga Picasso” Paris’teki Picasso Müzesi’nde 3 Eylül’e kadar ziyarete açık.