A password will be e-mailed to you.

Ayşegül Sönmez’in 19 Haziran 2005 tarihinde Nuri İyem’in vefatının ardından yazdığı yazısını bugün Evin Sanat Galerisi’nde açılacak Nuri İyem 100 yaşında sergisi nedeniyle yayınlıyoruz.

Resim toplumla bağ kurmalı ve hayatı kuşatmalı mıdır?

1950’lerin ilk yarısına kadar plastik sanatlar sahnesine damgasını vuran bu soru, aslında dönemin sanatçılarının seçimleriyle şekillenecek buraya özgü bir modernizmin de haritasını çıkarmaya yardımcı olacaktır. İyem de bu soruya karşı tarafsız kalamamış, Akademi’deki öğrencilik yıllarından bugüne bu soruya verdiği yüzlerce resimden yanıtla bir Türk ressamı ve aynı zamanda moderni olmanın yolunu aramıştır.

Peki bu mümkün müdür? Bir "Türk" ressamı ve moderni olmak?

İyem’in ilk kavgası tam da buna yanıt bulmak adına "Türk" modernleriyle olur: D Grubu’yla…

İyem, ilk kurulduğu günle birlikte hızla akademikleşen ve kurumsallaşan D grubu ve onun Akademi’deki sözcülerine meydan okur. Çünkü Akademi dışında kendi tabiriyle “zavallı bir kaçık” ressam, Akademi’nin içinde yarını devralacak Cumhuriyet genci olarak, iki kişi yaşamak hiç kolay değildir:

“Bizlerin Akademi’de öğrenci olduğu yıllarda, resim sanatı Akademi’nin kapısından dışarı çıkmıyordu. Bu gerçeği her gün yaşıyorduk. Oysa Akademi kendimizi içine hapsettiğimiz bir yerdi… Biz bu mahpusta ressamcılık oynuyorduk…” der.

Ve Yeniler grubu kurulur.

Kendi macerasını yaşayan halkın, ressamları dinlemeye ve anlamaya mecbur olmaması fikrinden hareketle resim sanatı, Akademi’nin bahçesinden dışarıya taşınacak, halkın yaşamına götürülecektir. 10 Mayıs 1941 günü, dokuzu ressam; Nuri İyem, Haşmet Akal, Agop Arad, Avni Arbaş, Turgut Atalay, Fethi Karakaş, Kemal Sönmezler, Selim Turan, Mümtaz Yener, biri grafik sanatçısı Yusuf Karaçay, biri heykeltraş Faruk Morel, biri de fotoğraf sanatçısı İlhan Arakon, on iki adama ek olarak eski bir D gruplu olan Abidin Dino, “dinamitleri fitillerler.”

Beyoğlu Matbuat Müdürlüğü binasında Liman konulu sergilerini açarlar. Sergideki resimler liman görünümleri, liman yaşantısı, İstanbul limanıyla ilgili değişik sahnelerden oluşur. Resimler, dönemin modern resim tarifinden uzak, gerçekçi bir anlayışın izlerini taşımaktadır. Serginin açılışı, makasla kurdele değil, tavandan sarkan balıkçı ağların kasatura ile kesilmesiyle gerçekleşir.

Böylece günün modern estetiği, bir grup “yeni” ressam tarafından ilk darbesini alır. Burhan Toprak ve D grubu üyelerine göre Yeniler hareketi son derece yanlış, hatta hatalıdır. Toplumcu gerçekçi resimleriyle eleştirilere maruz kalan grup, gerçekçilikten yana tercihleriyle politik bir seçim içinde olup olmadıkları konusunda da siyasi şube tarafından takibe alınır.

İyem, o günler için, “etrafımızda daralan kafesler bizi gittikçe daha fazla sıkıyordu… ama bir başka türlü coşkuluyduk ve her şeye rağmen iş yapma azmi taşıyorduk” diyecektir. 

Oktay Akbal, Milliyet Sanat Dergisi’ne dostu Agop Arad’ı anlattığı, 1980 tarihli yazısında Yeniler’in resimlerinin ona nasıl ilham verdiğini şöyle anlatır:

“…Mümtaz Yener’in bir fırın resmi vardı, sıra sıra bekleşen yoksul insanlar…Önce ekmekler bozuldu öyküsünün ilk tohumu sanırım bu liman sayesinde düştü içime, öylesine etkileyeci bir sanat gösterisiydi.”

Çoğu karşı çıkanın yanısıra siyasetçi düşünür Hilmi Ziya Ülken, Bergson ve Freud çevirileriyle psikolog olarak anılan Profesör Mustafa Şekip Tunç ve yazar Ahmet Hamdi Tanpınar da Yeniler’i desteklerler. Hatta Hilmi Ziya Ülken, Resim ve Cemiyet adıyla yayınladığı kitabında sanatta toplumculuk düşüncesini savunur ve hareketi över.

Hilmi Ziya Ülken’in 1942’de yazdığı bu kitap, Resim ve Cemiyet ismini taşır. Ülken’in bu kitabı da D grubuna Yeniler’le birlikte bir darbe daha aldırır. Ülken, bu kitabının sonunda yer verdiği resimlerde Eugene Delacroix’dan “İnkılaba rehberlik eden hürriyet”i ve bu resmin birebir taklidi olan Zeki Faik İzer’in İnkılap adlı resmini, Moreau’nun Tayyareciler adlı tablosuyla bunun kopyası görünümündeki Nurullah Berk’in Tayyareciler’ini yan yana basar.

Dolayısıyla Üken, Yeniler’e destek verirken D grubunun aşırı Batı etkisindeki üyelerini, onlarla birlikte, masaya yatırır. (kopyacılığın mazisi aslında çok derindir.)

1946 baharında Nuri İyem, Fethi Karakaş, Ferruh Başağa üçlüsü Beyoğlu’nun Asmalımescit Öney apartmanının çatı katında resim yapmak ve öğrenmek isteyen herkese açık, bağımsız bir atölye kurarlar. Bu bir anlamda Türkiye’nin ilk özel dershanesidir. Ömer Uluç gibi günümüzün bağımsız sanatçıları burada eğitim alacaktır.

Uzun bir dönem sanat eleştiri yazıları yazan Bülent Ecevit, 1953 yılında yazdığı Ulus Gazetesi’ndeki yazısında Nuri İyem’i şöyle anlatır:

“Portreler ve insan vücutları, İyem’in yalnızlık duygusunu açan birer anahtar oluyor. Nuri İyem’in çıplaklarında soyunmuş olan vücut değil, ruhtur… Bu resimlerde insanlar, soyunmakla sanki bağlarından sıyrılmış, kalabalıktan uzaklaşmış ve yalnız kalmış oluyorlar. Onlarla beraber çevrelerindeki eşyaya bir ıssızlık kalıyor. Jean Cassou, Picasso için yazdığı bir yazıda, yalnızlığı yaratıcılığın baş etkeni, baş sebebi olarak gösterir. İşte resimlerinden sezebildiğimiz kadar, Nuri İyem de o yalnızlardandır…”

1953 yılında Sabahattin Eyüboğlu, Cim-Dal takma adıyla Akşam gazetesine yazdığı yazısında, İyem’in sergisini, “suretli yarı suretli veya suretsiz her çeşit resme yer verdiği için mektep kavgaları susuyor. Ne tür yaparsan yap ressamca yap” diyerek tanımlar.

Nuri İyem’in sanatında geçirdiği, o dönemin tabiriyle önce suretli ve sonra suretsiz ve sonra tekrar suretli evreler, İyem’in seçimini görmemize yardımcı olacaktır. Birçok yönden çağdaş Avrupalı ve Amerikalı sanatçılarınınkini andıran bir yol izlemiştir. İlk çalışmaları akademik figüratif geleneğin içinde olmuş. Nazmi Ziya ve Hikmet Onat’ın etkisinde kalmış. 1935-44 yılları arasında İbrahim Çallı ve Leopold Levy atölyelerinde çalışmış. Ancak savaş sonrası yıllarda geniş anlamda “soyut” diyebileceğimiz bir yola sapmıştır.

Bugün(2005) İstanbul Modern’de yer alan 1960 tarihli Kompozisyon’u, onun non-objective, “konusuz sanat dönemi”nin önemli bir ürünüdür. Ne var ki İyem, çok geçmeden figüratif anlatımına, çoğu eleştirmenin 1980’lerle birlikte tariflediği gibi “realist pentür”üne geri dönecektir. Çünkü onunki yerleşikliğe, döneminin ithal modernizmine karşı bir savaştır. Her türlü akademizme, kurumsallığa, hayattan kopukluğa, bir anlamda yalnızlığa karşı verilen modern bir savaş.

Nuri İyem’in seçimi, plastik sanatlar alanında bir "Türk" moderni olmak adına verilen bir avuç sürükleyici kahramanlık hikayesinden birini anlatır. Bu serüvene ilişkin bir sürü önemli ipucu ve ayrıntıyı, resmettiği onlarca büyük kara göz üzerinden bizim gözlerimizin önüne serdiğini görmemizin zamanı gelmiştir.

Ölümünün henüz çok taze olduğu bu günlerde, Nuri İyem’in seçimi bir kez daha, Marshall Berman’ın ifade ettiği gibi ‘modern ortamlar ve deneyimlerin, her tülü coğrafi ve etnik sınırları, sınıf ve ulus sınırlarını, din ve ideoloji sınırlarını boylamasına kestiği’ düşünülerek yeniden gözden geçirilmelidir.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 15:24:30