İtalyan felsefeci ve siyaset teorisyeni Antonio Negri, Fransa’nın başkenti Paris’te 90 yaşında hayatını kaybetti. Negri’nin vefatı Fransız felsefeci Judith Revel ve kızı Anna tarafından kamuoyuna duyuruldu.
Antonio Negri 2015 yılında İstanbul’daydı. Ayşegül Sönmez’in ünlü İtalyan felsefeci ile yaptığı söyleşiyi okurlarımıza sunarak Negri’ye veda ediyoruz.
Ayşegül Sönmez: Konuşmanızda ekonominin artık biyoekonomi, politikanın da biyopolitika olduğunu ifade ettiniz. Aynı koşullar sanat için geçerli. O halde biyokültür hatta biyosanat kavramlarından da söz edebilir miyiz?
Antonio Negri: Aslında bu soruyu iyi yanıtlayabilir miyim, bilmiyorum. Sanat, yalnızca var olan toplumsal düzenin normlarını ve hiyerarşilerini ifşa etmekle kalmaz, bir zamanlar tamamıyla olanaksız gibi görüneni büsbütün gerçekçi kılarak yeni bir düzen icat etmenin kavramsal araçlarını da bize sunabilir. Biyopolitik olanı hem iktidarın bir parçası olarak hem de bir direnme biçimi olarak öznelliğin üretilmesi şeklinde ele alıyorum. Dolayısıyla hayatın pek çok alanına tekabül edebilir. Üreticiler, enformasyon, kodlar, bilgi ve imgelerde, duyguları içeren yeni hâkim üretim biçimlerinde, giderek daha fazla özgürlük ve ortak olana ihtiyaç duymaktadır; özellikle iletişim şebekelerine, enformasyon bankalarına, kültürel çevrimler gibi ortak olanın toplumsal biçimlerine erişime… İnternet teknolojilerindeki yenilikler, doğrudan ortak kod ve enformasyon kaynaklarına erişime, kısıtlandırılmamış şebekelerde başkalarıyla bağıntı kurmaya ve onlarla etkileşime girme kabiliyetine dayanmaktadır. Biyopolitik ve biyoekonomi bununla biçimlenir. Paris’te yaşayan bir arkadaşım ısrarla bana performans sanatının biyopolitikliğini anlatıyor. Sanırım, artı değer üretimi açısından bakarsak, performans sanatının bugünün dünyasında anlamlı değerler üretebileceğini iddia etmek mümkün.
A.S.: Sanatçının alacağı pozisyon önem kazanıyor. Ne yapıyorsa yapsın bir performans sanatçısı gibi yapmaya çabalaması gerekliliği… “Proletarya biyopolitik olmalıdır” diyorsunuz. Sanatçı da öyle; bu nasıl mümkün olacak?
A.N.: Aslına bakarsanız sanatçının rolü hep çelişkili. Bu, 19. yüzyıldan beri çelişkili bir sorudur ve çelişkili kalmaya mahkûmdur. Yerleşik değerleri sökmek, onlarla uğraşmak değerli gibi görünüyor. Performans sanatının imkânları da bu anlamda geniş. Alenen politik olmayan sanatsal deneyler ve yaratılar bile, bazen hayal gücümüzün sınırlarını açığa çıkararak, bazen hayal gücümüzü körükleyerek, ciddi politik işlev görebilir. Bunu da görmezden gelmemeliyiz.
A.S.: Özel ve kamusal ayrımından söz ederken özel kamusallaşmıştır diyerek özelin bittiğini ilan ediyorsunuz. Öte yandan medyatize olmuş insandan, o ağ içindeki mahpusun imkânları olduğunu ifade ediyorsunuz. Peki twitter özel alan mıdır, kamusal alan mıdır?
A.N.: İkisi de değildir. Ortak alandır. Medya ve iletişim teknolojileri her türlü üretici pratikte giderek daha fazla merkezi önem kazanırken günümüz biyopolitik üretimi için zorunlu iş birliği türleri açısından da vazgeçilmez bir hal alıyor. Dahası, özellikle egemen ülkelerdeki birçok işçiyi sosyal medya aynı zamanda hem işlerinden kurtarıyor hem işlerine zincirliyor. Akıllı telefonunuz, kablosuz bağlantınızla her yere gidebiliyorken aynı zamanda da işinizin başında kalabiliyorsunuz. Nereye giderseniz gidin yine de çalışıyorsunuz… Medyalaştırılma işle yaşam arasındaki ayrımın giderek belirsizleşmesinde ana etkendir. Bu yüzden böylesi işçilerin yabancılaşmasından değil, medyalaştırılmasından söz etmek daha doğru. Yabancılaşmış işçinin bilinci ayrılmış, bölünmüşken medyalaştırılmış işçininki ağ ortamına tabi kılınmış. Ya da özümsenmiştir. Medyalaştırılanın bilinci gerçekte yarılmamıştır; parçalanmış ve dağılmıştır. Daha da önemlisi, medya artık sizi edilgen kılmaz. Tam tersine, medya sürekli olarak sizi katılıma, neyi istiyorsanız seçmeye, fikirlerinizle katkıda bulunmaya, hayatınızı yorumlamaya davet eder. Medyalaşmaktan kurtulduğumuzda ise medyayla iletişime son veremeyiz. 2011 hareketleri facebook, twitter başta olmak üzere sosyal medyayı kullanmalarıyla ünlü. Ancak medyayla ilişkimiz değişir. Öncelikle sürüler oluşturur, yeni yolları izler ve yeni biçimlerde, birleşimlerde toplaşırız. Politik örgütlenme biçimi burada merkezi önem taşır. Tekilliklerden oluşan ademimerkezi bir çokluk, yatay olarak iletişime geçer. Sosyal medya onlar için faydalıdır. Çünkü onların örgütsel biçimine denk düşer.
A.S.: İmparatorluk var, bir de ondan beslenen bir canavar kavramınız. Bu canavar bir gün gelir imparatorluğu yer mi dersiniz?
A.N.: Canavar kavramı benim ürettiğim bir şey değil. Teolojik olarak da çok bilinen eski bir tema. Bu canavarın her gün dönüştüğü kesin. Ama neye dönüşüyor bilmiyoruz. O yüzden bir gün gelip bizi kurtarıp kurtarmayacağını söylemek mümkün değil. Göreceğiz hep birlikte. Umarım öyle yapar.
A.S.: Avrupa krizde ama biz seviniyoruz krizde değiliz diyerek… Ne diyorsunuz? Ortak olanı bu nasıl etkilemektedir?
A.N.: Dünyanın pek çok farklı noktasında krizde olmayan ülkeler var. Bunlar hızla modernleşen ülkeler. Bugün krizde olmamaları yarın olmayacaklar anlamına gelmiyor. Kriz, bir tür tanrısal süpürge darbesi gibi… Tarihte silmeler yapıyor. Eski kavramsallaşmaları bozdu. Yönümüzü şaşırdık. Ve uzun bir bekleyiş ânına girdik. Kriz, yoksulluk ve direnmeyi beraberinde getirebilir. Beraberce bir yapma, bir “biz” keşfediliyor. Bunu kaybetmiştik.
A.S.: Sanat gibi futbol dünyasının da alternatif varoluşa ihtiyacı yok mu? Sizin eski bir Milan A.C taraftarı olduğunuzu biliyoruz. Futbolun eski futbol olmadığını söylediğinize pek çok kez tanık olduk. Peki futbolun içinden niye isyan sesleri yükselmiyor?
A.N.: Doğrusunu isterseniz, bir futbolcunun, sözleşmeye imza attıktan sonra, zor bir hayatı var.
A.S.: Bir gladyatör gibi…
A.N.: Evet. Tıpkı bir gladyatör gibi… Bir haftada çok fazla sayıda antrenmanı var. Hazırlık çok önemli, eskiye oranla. Maçtan daha fazla maça hazırlık süreci önemli. Bu boyut çok önemli. Henüz kimse bu hazırlanışta futbolcuların kullandığı ilaçlar konusunu ciddiye almıyor. Oysa bu ciddi ve temel bir problem. Aslında bahsettiğim sorun sadece futbola özgü değil. Basketbolda da öyle. Diğer spor dallarında da. Antropolojik olarak bu işin modifikasyonu nasıl olacak? Bilmiyorum, inanın.
A.S.: Maça gidiyor musunuz?
A.N.: Sık sık televizyonda izliyorum. Stadyuma gitmek zor geliyor, takdir edersiniz ki…
A.S.: İtalyan futbolu efsanesi bitti mi?
Futbol hızlandı. İtalyan futbolu ise çok tuhaflaştı. Defansta çok statik ama kontratak yaptığı zaman çok hızlı. İspanyolların başka bir karakteristiği var örneğin. Onlarda mesela Barcelona gibi, oyuncuların hızlı olmasından değil, topun süratinden söz edebiliriz.
A.S.: Türkiye’deki futbol? Türkiye’yle ilgili soru kabul etmiyorsunuz ama…
A.N.: Kabul etmiyorum çünkü bilmiyorum. Tanımıyorum. Türk futbolunu geçen akşam izledim.
(Bu söyleşi, Ayşegül Sönmez’in “Ben Ayşegül Sönmez Çağın İçinde” isimli kitabından alınmıştır.)