Nedim Gürsel’i değerlendirirken onu dünya vatandaşı olarak ele almak daha doğu olur galiba. Türkiye sınırlarını aşan bir isim Gürsel. Ve türlü türlü engellere rağmen yılmadan, bıkıp usanmadan yaşamını edebiyatta vermiş bir yazar.
Yazar Nedim Gürsel’in edebiyattaki 50. yılı 3 Ekim Pazartesi günü İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nde Fransa’nın İstanbul Başkonsolusu Bertrand Buchwalter’in katılımıyla kutlandı. İstanbul Fransız Kültür Merkezi tarafından organize edilen Nedim Gürsel Edebiyatta 50. Yıl paneline Fehmi Karaarslan, Gürsel’in İstanbul ile ilgili iki öyküsünü okuyarak başladı. Panel, zamansallık, ruh ve beden sorunsallarına odaklanan çok sayıda felsefi çalışmanın yazarı olan Ahmet Sosyal’ın moderatörlüğünde, Le Monde gazetesi uluslararası ilişkiler yazarlarından Marc Semo, 1985 yılında kurduğu Empreinte temps présent yayınevinin genel yayın yönetmeni Denis Guillaume ve Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim üyesi S. Seza Yılancıoğlu ile devam etti. Konuşmacılar Nedim Gürsel’in, eserlerini ve yaşam öyküsünün önemli mihenk taşlarını anlattı.
İlk sözü panelin moderatörü olan Ahmet Soysal aldı. Nedim Gürsel’i kendi romanlarında anlattığı, betimlediği öyküler gibi kendisini tanıttı. Ardından Marc Semo söz alarak, Nedim Gürsel’i entelektüel bir Fransız gözlüğüyle kitaplarından örnekler sunarak değerlendirdi. Yaşamını, eserlerini ve kendi dünyasına kattığı zenginliği anlattı. Hatta Semo konuşmasını bitirirken, Gürsel’in Fransızca bir roman da yazması isteğini de özellikle dile getirdi. İkinci konuşmacı Seza Yılancıoğlu, Gürsel’in çocukluktan başlayan yaşamını izleyicilerle paylaştı. Nedim Gürsel’in 15 yaşında yazdığı ilk öyküden başlayarak, “sürgün” dönemine kadar geçen süreyi özetledi. Ardından kitaplarından onu anlatan birkaç pasaj okudu. Son konuşmacı olan Denis Guillaume ise, Nedim Gürsel’in romanlarını, onun farklı hakkındaki değerlendirmelerini izleyicilerle paylaşarak, edebiyata olan katkısının önemine değindi.
Nedim Gürsel’i değerlendirirken onu dünya vatandaşı olarak ele almak daha doğu olur galiba. Türkiye sınırlarını aşan bir isim Gürsel. Ve türlü türlü engellere rağmen yılmadan, bıkıp usanmadan yaşamını edebiyatta vermiş bir yazar. Türk ve dünya edebiyatının değerli isimlerinden ve kalemlerinden biri olan Nedim Gürsel, bugüne kadar 40 kitap yazmış. Dünya vatandaşı derken, kitapları 20 dilde çevrilmiş bir yazar Gürsel. Evrenselliği Türkiye’nin sınırlarını aşmış, dünyanın çeşitli halklarının diliyle buluşmuş, onların dünyasına dokunabilmiş, temas edebilmiş. Galatasaray Lisesi’ne gitmesi, babasının Fransızca öğretmeni olması Gürsel’in buralara kadar gelmesinin dönemeçleri diyebiliriz. Aslında Paris’e taşınma süreci 1971’deki askeri muhtıra ile başlamış. ‘Halkın Dostları’ adlı dergide Lenin ve Gorki üzerine yazdığı bir yazıdan dolayı askeri savcı kendisi hakkında 7,5 yıl hapis cezası talep etmiş. O da bu iddianameden sonra Paris’e zorunlu olarak gitmek durumunda kalmış. Kendinin de belirttiği gibi Paris yaşamı esasında bir sürgün olsa da, onun için aynı zamanda bir liman olmuş. Ya da zorunluluk da diyebiliriz. Gürsel, “Eğer Paris’e gitmeseydim, İstanbul’dan bu kadar bahsetmezdim” diyerek, ülkesine dönemediği zamanları ise “İstanbul benim için nostaljiydi” sözleriyle tarif ediyor. Gürsel, bir yazarın sürgün hayatını olumlu bir yöne çevirebileceğini belirtirken, bulunulan ülkenin edebiyatını, yazarlarını, kültürünü, yaşamını öğrenmenin kıymetli bir şey olduğunu söylüyor.
Nedim Gürsel, ana dile çok önem veren bir yazar aynı zamanda. Romanlarını sadece Türkçe yazıyor. Türkçe derken pazarda, sokakta konuşulan bir şekilde yazmıyor, daha çok akademik bir dil kullanıyor. Fakat en son öyküsü olan Tehlikeli Sevişmeler‘de diyaloglara yer vererek, Türkçe’nin sıcaklığını yansıtmaya çalıştığını ifade ediyor: “Nasıl deryada yaşayan balıklar okyanusun bilincinde değilse, bir yazarda kendi ülkesinde yaşarken o ülkenin konuşulan dilin bilincinde olmayabilir, ülke dışına çıktığı zaman o dilin güzelliğini, zenginliğini, yetersizliğini anlayabiliyor”. Paris’te yaşaması ile dünyaya açıldığının farkına varan Gürsel, Paris’in kendisini Fransız yapmadığını, kedini hâlâ bir Türk yazarı olarak gördüğünü belirtiyor. Ama bir parça da Parisli olduğunu eklemeyi ihmal etmiyor. Çift dilli olmasının yanında, kendi diline bağlı, tutkulu Gürsel. 1976 yılında Türk Dil Kurumu ödülünü alan ilk kitabı Uzun Sürmüş Yaz ile dilbilimciliğe önem verdiğini ve ana dilini hep ön planda tuttuğunu söylüyor. Türkçeye sadık kalmasının sebebini 25 yaşında aldığı ödüle bağlıyor. Gürsel, Türkiye’nin çelişkiler ülkesi olduğunu ifade derken, 1976 yılında bu ödülü Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ten aldığını, 1980 darbesi sonrası da bu kitabın toplatıldığını acıyla karışık belirtiyor. Orduya hakaret suçuyla yargılanmasını ironik bir şekilde ifade ediyor. Sözlerini bitirirken izleyicinin bir sorusuna karşılık, kendisini hiçbir zaman iyi bir yazar olarak görmediğini, karar merciinin okur, eleştirmen ve yayıncılar olduğunu belirtiyor Gürsel.
Bu panelden çıkan sonuç, edebiyattın evrensel kaidelere sahip olmasının yanında, ana dilin halklara ulaşmasının ne kadar önemli bir araç olduğunu söyleyebiliriz. Türkçeyi iyi kullanmak, düşüncelerini doğru ve yerinde ifade edebilmek, ancak ana dili iyi bilmek ve kullanmakla oluyor. Çeşitli kültürlerin yüzyıllardır yaşadığı Anadolu’da, kişinin ana diliyle kendini ifade edebilmesinin ne kadar önemli bir iletişim aracı olduğunu geçmişe bakarak anlayabiliyoruz. Bu nedenle, Gürsel gibi bir edebiyatçının kendi ana dilini özgürce kullanabilmesi için yaratılan ortamı, başka diller için de savunmalı ve yaratmalıyız. Bu özgürlük alanı yaşadığımız coğrafyanın kültürel zenginliği arttıracak ve halkların birbiriyle olan dayanışmasını pekiştirecektir. Kendimiz için istediğimiz hakları, demokratik bir şekilde başkaları veya başka halklar için de istemek barışa açılan bir yol olacaktır.
Panelin ardından Nedim Gürsel, okurları için kitaplarını imzaladı. Ve konularla beraber kokteyle geçildi.