Geçtiğimiz yıl da adından söz ettiren, bu yılda tiyatro severlerin yakından takip edeceği bir oyun: ‘Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar’. Belleğin, geçmişin, hatıraların, yasın, yaslı kalmanın oyunu. Mektuplarla, eşyalarla, fotoğraflarla geçmişle yeniden yeniden yüzleşmenin ya da acılardan hiçbir şekilde kurtulamamanın… Bir aileyi üç kuşak boyunca derinden etkileyen trajedilerin oyunu. Ferdi Çetin tarafından yazılan, Yusuf Demirkol’un sahneye uyarlanıp yönettiği, ödüllü oyuncu Nilay Erdönmez’in performansıyla göz doldurduğu, Turan Özdemir’in üst ses olarak Erdönmez’e eşlik ettiği deneysel bir oyun. Louvre Müzesi’nin avlusundaki piramidi andıran konseptiyle ‘bir araya gelememenin öyküsünün’ anlatıldığı oyunu Ferdi Çetin’e sorduk.
Öncelikle oldukça farklı bir ismi olan bir oyunu tiyatro severlerle buluşturdun. “Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar”. Dikkat çeken bir oyun ismi. Neden bu ismi seçtin?
ba- Disiplinlerarası Sanat Topluluğu olarak yaptığımız oyunların isimleri genellikle bu şekilde oluyor. “Ev, Mercedes ve Anneler”, “Kapı Aralığı Nedir, Kapı Aralığı Bir Fotoğraftır” ve “Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar”. Ben oyunların metinlerin yazımıyla ya da düzenlenmesi ve dramaturjisiyle ilgileniyorum. Yusuf Demirkol ise görselliğiyle ve tasarımıyla ilgileniyor. Bir oyuna başladığımızda ben oyunun konsepti içinde kullanacağımız metinleri yazıyorum ya da buluyorum fakat genellikle bir ismi olmuyor bu metinlerin çünkü fragmental olarak yazılmış ve sahnelenmeyi bekleyen metinler oluyorlar. Yusuf oyunun konseptini kurarken oyunun ismini de buluyor, bunlar da uzun isimler oluyor. Biraz oyunun estetiğine dikkat çeken biraz merak uyandıran biraz da oyun hakkında ipuçları veren isimler bunlar.
Yine oyunun ismi üzerinden bir soru soracağım. Müzeler hafızayı taze tutmak için vardır? Burada ince bir ironi mi var, yoksa bir metafor olarak mı kullandın?
Müzeden beklenilen “hafızayı” taze tutması fakat “Hafızasını Kaybeden Müze”de karşımıza çıkan objeler ya da parçalı anılar tanıdık gelmiyor. Bir ironiden söz edebiliriz bu anlamda çünkü seyircinin gördüğü şeyler de bir yerlerden bir o kadar tanıdık.
Oyunun ismi ile ilgili bu kadar açıklamadan sonra, oyun ne hakkında? Bir ailenin kuşaklar boyunca bitmeyen trajedisi gibi geldi bana.
Ailemle birlikte oturduğumuz evi değiştirdik geçtiğimiz kış. Oturduğumuz evden yeni eve geçerken annemin eski eşyalarından ve objelerinden ayrılamayışı beni etkilemişti. Yusuf’la birlikte bu ayrılamayışı “mülkiyet” gibi bir fikir etrafında toplamayı düşündük. Sonra “kayıp” ve “yas” gibi fikirler çıktı ortaya. Bu kavramlara dokunan mektupların ortaya çıkışı ise mektubun “gönderici-alıcı” ilişkisinin olmaması. Bu ilişki bir şekilde aksıyor oyunun içinde yani mektupların gönderen kısmı var fakat alıcı kısmını göremiyoruz. Mektupların alıcısına ulaşıp ulaşmadığına, eğer ulaştıysa da nasıl bir cevap geldiğine dair fikrimiz yok. Mektuplarda çok belirgin olarak takip edemesek de bir öykü var. İzmir’den İstanbul’a, Paris’ten New York’a uzanan bir aileden geriye kalan bir takım hatıralar…
Travma, ölüm, hatıra ve unutmak gibi konulardan yola çıkarak bireysel ya da toplumsal tarihimizle mi yüzleşmek istedin? Ki böyle trajedileri yaşayan bir aile, insan veya toplum geçmişle kolay kolay yüzleşemiyor?
Mektuplarda parçalarını topladığımız ailenin tarihi biraz da kayıpların, bir araya gelememenin tarihi… Önce “baba” traktör kazasında elini kaybediyor, sonra da “babayı” kaybediyoruz. Sahibini kaybeden bir traktör… Sonra Paris’te yaşayan ailenin bir ferdi ya da sürekli gezilere çıkan bir diğer üyesi ailenin… Dediğim gibi bir araya gelememenin öyküsü bu anlamda. Bu tarihle yüzleşmek değil de belki de bir kez dinlemek olanları, yorumda ya da yargıda bulunmadan. Seyirciye kalıyor o anlamda, ucu açık…
Ama bütün bu yıkımlardan sonra geçmişle yüzleşmenin birkaç yolu var. Biri bellek, diğeri de maddi ürünler. İçten içe mülkiyeti mi sorguladın? Marx’ın mülkiyeti sorgulamasına benzer bir sorgulama değil seninki anladığım kadarıyla…
“Mülkiyet” fikri en başında vardı, yanına yeni kavramlar eklendikçe ortaya çıkan sorular da arttı. Başlangıçtaki “mülkiyet” kavramını biraz daha bireysel anlamda ele aldık, bireyin kimliğini oluşturma sürecinde sahip oldukları ya da olamadıkları… Freud’un basit bir oyun örneği vardır bebeğin toplumun bir bireyi olma yolundaki ilk “çatlağı” açıklamak için kullandığı. Bu “Fort-da” oyununda basit bir ipin ucuna bağlı topaç var, ve ipin ucunu tutan için topaç bir yok, bir var. Bebeğinin anneden ayrılması ve topluma dâhil olması ve hayatı boyunca yerine koymaya çalıştığı “arzunun objesi”. Kısaca mülkiyet kavramına biraz da böyle bir açıdan bakmayı hedeflemiştik.
Biraz da oyundan bahsederek ilerlemek istiyorum. Aşina olduğumuz tiyatro oyunu dışında yeni bir şeyler denediğini fark ettim. Bu oyuna deneysel bir oyun diyebilir miyiz?
Diyebiliriz. Alışılagelmiş tiyatroda hiyerarşik bir yapılanmadan bahsederiz. Metin, sahneleme, oyunculuk, dekor, kostüm ve tiyatronun diğer öğeleri birbirine hizmet edecek şekilde bir önem sırasında yer alırlar. Yusuf’un benimsediği ise daha çok bir tasarım, sahnenin tüm öğeleri yan yana durabiliyor bu tasarımda. Metin, sahneleme, oyunculuk, dekor (ki bu anlamda salt bir tiyatro dekoru olmaktan öte enstalasyon olarak da değerlendirebileceğiz bir öğe) eşit önem derecelerine sahip olup her biri kendi alanlarında en iyisi olmayı hedefliyor.
Yeni ve farklı bir şeyler ortaya koymak risk almayı gerektirir. Sen neden böyle bir risk aldın?
Batı tiyatrosunda yüzyıl başında alınan bir riskti belki bu ama bugün son derece yaygın bir şey haline geldiğini söyleyebilirim. Yani Avrupa’da önemli tiyatro festivallerinde bu tarz işler görme imkânı var. ba- olarak bu formları kendi estetik bakışımızla yeniden yorumladık.
Öte yandan sahne de oldukça değişik. Bir prizma ya da Louvre Müzesi’nin avlusundaki piramide benzer bir yerde geçiyor oyun. Burası bir müze olarak mı tasarlandı, yoksa bu mekânın kapalı görüntüsüyle bellekten, geçmişten bir türlü kaçılamayacağını mı göstermek istedin?
Oyunun konseptini Yusuf Demirkol oluşturdu. Müze ve mektup fikirleri ortaya çıkınca Louvre Müzesinin önündeki piramit referans noktasıydı. Bu alan görselliği açısından seyirciye müzeyi anımsatıyor, kapalı bir yapı olması itibariyle de dediğiniz gibi bellek fikri de yorum olarak uzak durmuyor.
“Kaçırdığımız bir daha oyun içerisinde karşımıza çıkmıyor”
Tek bir karakterin neredeyse bir saat boyunca tek kişilik performansını izliyoruz. Sadece bir dış sesin okuduğu mektuplar var. Seyircinin ilgisinin dağılmaması için oyunun katmanlarında başka neler var?
Dış ses olarak Turan Özdemir’in sesi, diyebiliriz ki sahnede var olmayan ikinci oyuncu. Kayıt cihazından gelen seslerle Nilay Erdönmez’in performansı birleşince oyunun birinci katmanını oluşturmuş oluyoruz. Seyircinin dinlediği mektuplar ve Nilay’ın performansı zihinde yolculuğuna devam ediyor. Metnin ve oyuncunun yorumuyla ortaya çıkan ve serbestçe dolaşan imgeler seyirciyi aktif katılıma davet ediyor. Bir diğer nokta da mektuplarda dinlediklerimiz alışılagelmiş tiyatroda olduğu gibi karşımıza yeniden yeniden çıkan öyküler olmadığı için bir kez kaçırdığımızda bir daha oyun içerisinde karşımıza çıkmıyor, bu da seyircinin bir saat boyunca dikkatli bir şekilde oyuna eşlik etmesini gerektiriyor.
Oyuncu Nilay Erdönmez’in performansı hakkında ne düşünüyorsun? Bence çok iyi bir iş çıkarmış.
“Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar” fragmental yapısı, bir karakter barındırmaması gibi sebeplerden ötürü oyunculuk açısından çoğul anlamlar üretmeye müsait bir oyun. Bu sebepten ötürü Nilay’la çok verimli bir süreç yaşadık. Tek kişilik performansını getirdiği stilize oyunculuk üslubuyla çoğaltıyor ve seyirciyi de kendinden bir an gözünü ayıramayacağı bir izleme haline davet ediyor.
Oyun, Sanatatak.com’da 2016’nın en iyileri listesinde yılın en iyi tiyatro oyunu seçildi. Oyunun böyle bir ilgi ve beğeniyle karşılaşacağını düşünüyor muydun?
Sanatatak.com’un okuyucularından gördüğü ilgi ve beğeni beni mutlu etti. Çağdaş sanat estetiği bağlamında düşündüğümüzde Sanatatak okuyucularının tercihi olmak, tam istediğimiz tarzda bir başarı.
Oyunun bir sonraki gösterimi ne zaman?
7 Şubat’ta garajistanbul’da.