A password will be e-mailed to you.

Fotoğraf sanatçısı ve akademisyen Murat Germen, Sanatatak’ın fotoğrafa ilişkin sorularını yanıtladı…

Sanatatak: Fotoğraf çekmek eskiden ender yapılan bir eylemken, günümüzde hemen hemen her an yapılabilen bir eylem… Bunun fotoğraf pratiğini nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

Murat Germen: Daha önce yapılanlardan farklı şeyler yapabilmek, fotoğraf pratiğinde yeni boyutlar açabilmek, fotoğraf pratiğinin algısındaki değişimleri gözleyebilmek için vesile olarak görüyorum.


Julian Stallabrass, fotografik kültürle yani her an fotoğraf çeken insanlık ile sanat adına fotoğraf çekenlerin bir kutup oluşturduğunu düşünüyor. Ne diyorsunuz? Bunlar zıt, fakat birbirini besleyen kutuplar mı?

Kutuplaşma olduğuna katılmıyorum, ama birbirlerini besleme potansiyeli taşıdıklarında hemfikirim. Sanat adına üretilen herhangi bir yaratı sanatçının beyanı ile vücut kazanıyor, bu yüzden “her an fotoğraf çeken insanlık” tarafından üretilen fotoğraflar da her an sanat kapsamına girebilir; yeter ki bir sanatçı bu tür bir eylemi sanat olarak tanımlayıp izleyicilere sunsun.


Dışarıdan bir “dışarılı” olarak fotoğrafa girilir mi? Örneğin Banksy gibi? Banksy’yle ilgili genel olarak ne düşünüyorsunuz?

Girilir tabii ki, fotoğraf “members only” bir kulüp ortamı değil. Fotoğrafın güzelliği de burada zaten; fotoğraf çekmek veya fotoğrafla ilgilenmek için kalifikasyon gerekmiyor. Banksy’yi çok severdim, artık eskisi kadar etkilemiyor beni; eleştirdiği sistemin parçası artık çünkü…


Sürekli fotoğraf çeken insanlığı ve bu fotoğraflarını çoğunlukla yayınladığı sosyal medyanın fotoğraf pratiğinin, ister istemez kendi pratiğinizi etkilediğini düşünüyor musunuz?

Tabii ki etkiliyor, hatta; iyi ki etkiliyor, etkilemeli. Fotoğraf hayat kadar dinamik, hayat kadar yoğun, hayat kadar değerli, hayat kadar boş… Böyle düşündüğüm için imge bolluğu beni hiç rahatsız etmiyor, çünkü hayat da o kadar enflasyon içeren ve zaman zaman da o derece banal bir şey. İmge bolluğu içinde üretmek fotoğrafçıyı, sanatçıyı daha doğru bir yön belirlemeye, daha çok düşünmeye itebilir; ki bence bu hayli olumlu bir durum.


Fotoğraf 40 yıldır büyük bir savaş verdi. Tıpkı resim ve heykel gibi bir kategori, disiplin olmak adına… Savaş sizce kazanıldı mı, kategori olma hakkı elde edildi mi?

Fotoğraf zaten her zaman çok güçlü bir ifade alanı oldu, bu eskiden de böyle idi şimdi ise daha bile öyle. Sanat alanında fotoğrafı es geçecek kişinin ya yeteri kadar donanımı yoktur, ya aldığı eğitim gri alanları görmeyen dogmatik bir eğitimdir, ya da ve kırılmaz bir talihsiz önyargısı vardır.


Lakin önemli bir sorunsal şu: Fotoğraf bağımsız bir disiplin olma adına savaşı kazandığı şu günlerde başka bir savaş vermiyor mu? O savaş da “medium”un internetle yeni uygulamalarla, filtrelerle vs. “medium”un kendisi melezleşiyor, yeni protezler ediniyor… Bu nasıl bir manzara? Postmedya çağında bu manzara karşısında neler hissediyorsunuz?

Filtre, efekt, manipülasyon, montaj, dezenformasyon yeni kavramlar değiller; fotoğraf icat edildikten beri varlar. Bu yüzden fotoğrafın, kendi değerini azaltacak bir yöne gittiğini düşünmüyorum. Her nasıl yazı yazma eylemi de blog ve mikro-blog’larla çok boyutlu ve çoğulcu bir döneme geçti, ama ona karşın iyi yazı yazanlar kat be kat artmadı; fotoğraf da benzer bir konumda… İmge üretimi kolaylaşmış, “anlık” hale gelmiş olsa da “iyi fotoğraf” üretmek hala zor. Burada benim önem verdiğim boyut, fotoğrafın, demokratik yapısı sayesinde bir çok bireye “ben bunu yapabilirim” özgüvenini vermesi. Kim olursan ol fotoğraf alanında kendini test edebiliyor, sonucu görüyor ve yaptığının bir “müşterisi” varsa yoluna devam edebiliyorsun…


Yeni MoMA fotoğraf bölümü küratörü der ki "çok fazla imge var… Çok seçici olmalıyız… Bu okyanus içinde…" Siz küratörler, izleyici ve sanatçı açısından seçici olmak üzerine ne dersiniz?

Seçici olmak konusunda her zaman sıkıntılarım oldu, “elit” olmaya hiç mi hiç öykünmedim hayatımda. Fikrimi anlatabilmek için yemek üzerinden analoji yapayım: Seçici olursan, sırf önyargılarından ya da alışık olmadığın görüntüden dolayı farklı yerlerde rastlayacağın farklı yiyecekleri yemezsin. Bu büyük bir kayıptır belki de, müthiş lezzetler kaçırma ihtimalin yüksektir. Evet, arada miden bozulabilir ve kusabilirsin; ama risk alırsan hiç unutmayacağın gastronomik tecrübeler de yaşayabilirsin…


Eninde sonunda fotoğraf gördüğün –ki o da Dünya– karşısında bir duruş değil midir? Bu duruşun ikiyi ayrıldığı algısal ve ideolojik olduğuna katılır mısınız?

Yaşamak bir duruştur, fotoğraf da ona eşlik eder. İdeolojik olan imgeyi üreten insandır; fotoğraf ise bireyin kelimelerini, cümlelerini görselleştirir ve algıya hazır hale getirir.


Hikaye anlatmak mı hikaye anlatmamak mı; aksine hikaye anlatmaktan kaçınmak mı?

Fotoğrafın naratif yapıya sahip olup olmaması sadece fotoğrafı üretenin elinde değil. Farklı izleyiciler aynı fotoğraftan farklı öyküler çıkarabilirler, bu yüzden her fotoğrafın bünyesinde; şu veya bu şekilde, kısa veya uzun, sığ ya da derin, bilinçli ya da bilinçsizce üremiş bir hikaye bulunabilir. Bu hikayeyi açığa çıkarmak, ona bir metin yamamak ise izleyiciye kalmış bir şeydir…


İyi hikaye anlattığını düşündükleriniz… Hikayeden fevkalade vazgeçtiğini düşündükleriniz?

Koudelka her zaman güzel anlatıyor, hep dinlemek istiyorum. İş “sipariş”e binerse en güçlü anlatıcı bile hikayeden uzaklaşır…


Kişisel tarihinizle birlikte düşünerek yerli ya da yabancı isimlerden hayali bir fotoğraf tarihi sıralar mısınız? Brassai, Bresson, Ruff, Shore mesela…

André Kertész, Eadweard Muybridge, August Sander, William Eggleston, Josef Koudelka, Bernd-Hilla Becher, Stephen Shore, David Hockney, Jeff Wall, Hiroshi Sugimoto, Andreas Gursky, Thomas Ruff, Edward Burtynsky mesela…


Önce fikir mi?

Önce niyet, duruş… Fikir anlıktır, duruş ise daim…


Mesaj, “medium” mudur?

Mesaj bir öz-tatmin, öz-tasdik aracı, ya da kendine eş / arkadaş / cemaat bulma “medium”u olarak tanımlanabilir. Mesajını yayarsın; bazısı beğenir, bazısı banal bulur, bazısı nefret eder. Beğenenlerle yola devam edersin…


Portre, manzara, sokak fotoğrafçılığı ve sosyal medya gözetleme diye yeni bir genre’dan söz açılıyor… Makul mu?

Bilemedim… Bence “sosyal medya” boyutunu dışarıda bırakarak gözetlemeye genel olarak bir janr demek olası…


Türkiye özelinde düşünürsek biraz da… Türkiye fotoğraf tarihimizle ilgili nasıl bir tarih önerimiz olmalı? Folk grubu estetiği, Ara Güler estetiği derken yüzleşmemiz gereken konuların başında ne geliyor?

Fotoğrafın nesnel bir gerçeği yansıttığı yanılgı ve dogmasından bir an önce kurtulmamız gerekiyor. Fotoğraf, üretenin tercih ettiği içeriği aktarması dolayısı ile hayli öznel bir ifade alanı. Bunun ötesinde, bin bir türlü fotoğraf eylemi olabileceğine ikna olabilmek, “fotoğraf sadece şöyle ya da böyle olur” kabızlık ve safsatalarından kurtulmak da çok önem taşıyor tabii…

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 11:19:52