İstanbul Film Festivali başlamış, baharın bütün çiçekleri açmış, üzerimizde güneş parlıyor, ben nasıl Wim Wenders’in Mükemmel Günler filminin kahramanı Hirayama ile özdeşleşmeyeyim?
Japon kültürünün inceliklerini özümsemiş, kendini zamane materyalizmine kurban etmemiş hakiki bir entelektüelin portresini çizen Wim Wenders ve Hirayama’da olağanüstü bir performans veren Kōji Yakusho festival sonunda İstanbul’a konuk olacak, bir de bunun tatlı heyecanı var! Japonya ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıldönümü dolayısıyla Yakusho’nun dört filminden oluşan toplu gösterim de cabası!
Dalların arasından sızan gün ışığı anlamına gelen “komorebi” sözcüğü Japon dilinin ve alfabesinin simgeci ifadesinin ve çok katmanlılığının örneklerinden biri. Wenders, hala siyah beyaz film kullanarak” komorebi” fotoğrafları çeken sıra dışı karakterini ve onun her güne doğan güneşi otomobilinde kasetten dinlediği bir Amerikan rock şarkısıyla selamlayarak başladığı sıra dışı yaşama sevincini anlatıyor, Mükemmel Günler’de. Zaten filmin adı da Lou Reed’in içimizi titreten o pürüzlü bariton sesiyle söylediği, bestelenmiş en güzel baladlardan biri olan Perfect Day’e bir gönderme. Tonu da tıpkı bu şarkı gibi hem sevgi ve şükran dolu hem çok hazin… Tokyo’daki umumi tuvaletlerin temizlikçilerinden biri olan Hirayama’nin “mükemmel günleri” hepsi birbirinin aynısıymış gibi geçen, ama onu yavaş yavaş tanıttıkça işine nasıl titizlendiğini, hayatının bir rutin olmadığını, alışkanlıklarına bağlı olduğunu, aynı yerlere gidip aynı kişilerle bir arada olmanın ona mutluluk verdiğini gösteren bir film.
Lou Reed’in şarkısını anımsatacak şekilde parkta öğle yemeği olan sandviçi yerken kafasını kaldırıp ağaç dallarının arasından görünen gökyüzü parçasının fotoğrafını çeken Hirayama, başkalarına göre birbirinin aynı olan şeylerin farkını görmeyi bilen bir insan. Göremeyenler hep değişiklik ve yenilik peşinde koşarken hayatı ve kendilerini tüketiyor belki de… O yüzden yine dönüp kaset dinliyorlar, analog formlar yeniden moda oluyor! Evinde televizyon ya da bilgisayar bulunmayan, tatamisinin üzerine uzanıp küçük lambasının ışığında, sürekli gittiği kitapçının indirimli rafından aldığı kitapları okuyan Hirayama’ya sarılası geliyor insanın.
Hirayama’nın hayatından izlediğimiz kesitin dönüm noktası da tıpkı şarkıdaki gibi sevdiği biriyle geçirmekten memnuniyet duyduğu mükemmel bir gün… Zorunlu olmadıkça hiç konuşmayan Hirayama çevresiyle ölçülü bir iletişim kuruyor. Onun yalnızlığı bir tür felsefi inziva ile geçmişinden kopmanın bedelini ödediği gönüllü bir çilekeşlik arasında bir tercih.
Wenders’in bu filmdeki yalın dili ve filmin Japonya’da geçmesi Yasujiro Ozu’nun filmleriyle kıyaslanmasına yol açtı. Bana kalırsa Wenders, bu filmi kendi sinemasında hep bir şekilde var olmuş, kendine özgü bir duyarlılık ve yaklaşımla ele alıyor. Tokyo Üzerindeki Gökyüzü diye adlandırsa yeridir! Belki Hirayama da Wenders’in Berlin Üzerindeki Gökyüzü filmindeki kahramanları olan, insan olmayı tercih etmiş meleklerden biridir…
Hirayama’nın geçmişine dair merakımızı giderdiğimiz ve filmdeki şarkı seçimlerinin doruğa çıktığı final, filmin bize sürekli titiz tuvalet temizliği izletmesindeki gizemi de açıklıyor. Ancak bu temizlik kavramında simgeden öte, tamamen belgesel gerçekçi bir yan da var: Hayatımda Japonya kadar temiz bir ülke, Japonlar kadar temiz insanlar ve Japonya’daki kadar temiz tuvaletler hiç görmedim!
İstanbul’da bulunup Mükemmel Günler’e bilet alabilen şanslı izleyicilerden değilseniz MUBI’nin şahane seçkisinde gösterime açık olduğunun altını çizeyim. Bu filmi birçok arkadaşınıza ücretsiz hediye etmeniz de mümkün. Mükemmel değil mi bu günler?