John Lennon şöyle diyor, "Dünyanın en meşhur en az tanınan sanatçısı; herkes ismini bilir ama kimse ne yaptığını bilmez”
Son zamanlarda en çok hoşuma giden cümle Paul Virilio’nun şu cümlesi oldu: “Çağdaş sanat çirkin diyorlar. Çağdaş sanat, elbette, ama bu sanat neyin çağdaşı?” Sonrasında, Polonya’daki Auschwitz Soykırım Müzesini ziyaret eden bir arkadaşının izlenimlerini aktarıyor: “ Sergilenen bavullara, protezlere, çocuk oyuncaklarına baktığımda o kadar korkmuş hissetmedim. Güçten düşmedim, hatta bir an gerçekten bir Nazi kampında yürüyor olduğumu dahi unuttum. Çünkü sergilenenler tıpkı bir çağdaş sanat müzesinde sergilenen eserler gibi geldi bana. O an korktum işte ve hemen çıktım oradan. Dönerken trende şöyle diyordum kendime ‘kazanmışlar, aslında kazanmışlar!’” Kazandıkları şey onların barıştı ve barışın ondan sonraki süreçte tüm bu yıkıntılar üzerine oluşan estetik anlayışı Virilio’ya göre. Elbette ki çağdaş sanat 1945’ten sonra başlamadı ama Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde başlayıp ilk adımlarını Birinci Dünya Savaşı’nın adımlarıyla atarak başladı.
Elbette ki çağdaş sanatın teorik ve pratik olarak dayandığı tek şey savaşlar değil ama sanatçıların görüp yaşadıkları üzerinden düşünüp kurguladıklarıdır çoğu zaman. Sanatçıların düşündükleri ise ister savaş zamanı olsun ister barış genelde en çok kendi bireysel travmaları olmuştur. Savaşı görmüş bir sanatçının palavrasız, inanarak iyi eserler vermesini beklerken pembe güller çizmemesi örneğini mesela Francis Bacon’da görürüz. Kendisine resimlerinde çok fazla şiddeti kullandığı söylendiğinde “çocukluğumdan beri İrlanda Devrimci Hareketi, Sinn Fein, savaşlar, Hiroşima, Hitler, ölüm kampları, gündelik şiddet olaylarını görüp tecrübe ettiğim bir hayatı yaşadım, tüm bunlardan sonra kimse benden kalkıp pembe çiçekler çizmemi beklemesin, hayır” demişti. Ama diğer taraftan belki de aynı nedenden ötürü sanatın barış elçisi olma gibi bir misyonu üstlenmiş başka bir sanatçı var: Yoko Ono.
“Yoko Ono: One Woman Show, 1960–1971(Yoko Ono: Bir Kadın Show’u, 1960-1971)” başlığıyla birincisi resmi olmamak kaydıyla ikinci kez MoMA’da. Ama gider gitmez üzerinde bir F harfi olan elinde taşıdığı çantasıyla hemen geldiğinin imzası olarak müzenin adında kendisi için ufak bir değişiklik yapmış Yoko Ono: “Museum of Modern Art” olan müzenin adını “Museum of Modern [F]art” olarak yeniden yorumlamış. Yani, Modern Sanat Müzesi olan müzenin ismini elindeki fazladan bir harfle Modern Osuruk Müzesi haline getirmiş. 1960’ta ki ilk gelişinde de aynı F harfiyle aynı değişikliği yapmış zaten. Sergide 1960-1971 yılları arasında 11 yıl boyunca New York, Tokyo, Londra’da yaptığı çalışmalar; kâğıt üzerine çalışmalar, yerleştirmeler, performanslar, ses kayıtları, filmler, arşiv niteliğinde nadir bulunacak malzemelerle yaklaşık olarak 125 çalışmasına yer verilmiş.
Yoko Ono, sanat tarihinde tartışmasız önemli bir yeri olsa da, ismi geniş kesimlere özel hayatıyla yayılmış: John Lennon’ın eşi ve Beatles’ı bitiren kadın olarak. John Lennon Yoko Ono için bir keresinde şöyle demiş: “Dünyanın en meşhur en az tanınan sanatçısı; herkes ismini bilir ama kimse ne yaptığını bilmez” haksız da değil, hâlbuki Yoko Ono’nun çağdaş sanat için ifade ettikleri bir hayli fazla. Öyle ki Joseph Kosuth ve daha başka birkaç sanatçı ve teorisyen tarafından dil teorisinin merkeze alınıp analitik felsefe üzerinden teorileştirilmiş kavramsal sanata, yaygınlaşan performans sanatına, yeni medyaya yoğun katkılar yapmış. Fakat Yoko Ono, bu teorilerdeki gibi pek de analitiği merkeze alacak dümdüz bir kuralcılıkla hayatını yaşayıp sanatını gerçekleştirecek biri olmamış hiçbir zaman. Daha çok hem bir kadın hem de bir sanatçı olarak tümden bir bağımsızlıkla, toplumsal içerikle ve bir kalıba sığmaz bir yaratıcılıkla eserler vermeyi tercih edecek bir sanatçının davranışları görülür kendisinde. Şu an 82 yaşında olan Yoko Ono, çağdaş sanatın neredeyse tüm “evrelerini” yaşamış. Marcel Duchamp, John Cage, Fluxus sanatçıları ve daha birçoklarıyla aynı havayı solumuş. Ama kendi bağımsızlığını en ön planda tutmuş her zaman ve özellikle pozitif şeyler yapmak istemiş. Pozitif yani barışın, anlayışın ve karşılıklı saygıların egemenliğinde bir dünyanın mümkün olabilmesi için eserler vermeye çalışmış Yoko Ono. Belki de yukarıda sözünü ettiğimiz savaş estetiğini içeriden fethederek onu barış için kullanmaya çalışmış.
Yoko Ono’nun John Lennon’la tanışması, Lennon’ın Ono’nun sergisine gelip, sergide yer alan “Green Apple(Yeşil Elma)” çalışmasını muzip bir gülüşle Yoko Ono’ya bakarak yemesiyle başlamış. Bu başlangıç dediklerine göre çok geçmeden birbirlerine duydukları aşkı barış olarak tüm dünyaya yayma arzusuyla savaş karşıtı bir aktivizme dönüşecekti. Medyanın John Lennon’a olan ilgisini performans sanatı aracılığıyla savaş karşıtı bir aktivizme dönüştürmeyi amaçlayan ikili başta “Bed-İn(Yatakta)”, “Give Peace a Chance- (Barışa Bir Şans Ver)” ve “War Is Over-İI You Want It(Savaş Biter-İsterseniz Eğer)” olmak üzere bir takım eylemlerde bulunacaklardı. “Bag-In(Çantada)”’de ise büyük siyah çantaların içine girerek ırk, cinsiyet, ten rengi üzerinden oluşan önyargıları kırmak üzere bir performans gerçekleştireceklerdi. Ono zaten çok önceden performans sanatını politik bir araç olarak kullanmıştı en bilinen performanslarından biri olan “Cut Piece(Parça Kesme) adlı performansında kadına yönelik şiddeti işleyecek bir bakıma protesto edecekti.
Sadece performanslarında değil Yoko Ono diğer kategorilerdeki çoğu eseriyle de savaşa, şiddete, aşağılanmalara karşı pozisyon alıp mistik bir pozitivizmle eserler verecekti. Belki de yıkıntıların estetiğine olumlu anlamlar vermeyi deneyecekti. Belki de o sevimli avant-garde yüzünün altında çok iyi gizlediği bir kızgınlıkla Virilio’nun sözünü ettiği savaşı kaybedip barışı kazananların ellerinden barışı alıp tekrar özgürlüğüne kavuşturmayı denemeyi arzu edecekti. Yoksa dünyanın en önemli sanat merkezlerinden biri olan bir müzeye osuruk müzesi desindi ki? Muhtemelen kaybedilmiş bir barışın estetiğinin anlamlarını sorgulamaksızın olumlayan, sanat pazarının bekası için sanat kavramının kendisi üzerine yüklenmiş mitolojik bir anlamla maddi ve manevi çok güçlü bir iktidar oluşturmuş sanat kurumlarıyla dalga geçmek için.