Milan Kundera şöyle der: “Bu dünyada gençlik ve güzelliğin bir anlamı yoktu; birbirinin tıpatıp eşi, ruhları görünmez olmuş bedenlerle dolu uçsuz bucaksız toplama kampından başka bir şey değildi yaşadığımız dünya.”
İlk bakışta ‘melezlik’ bir toplama kampı gibi. farklı hayvan ve bitki türlerinden yeni hayvan ve bitkiler üreyerek bir araya geliyor. Doğal ayıklanma yoluyla değil, yapay seçilim ve melezlemeyle bitkiler ve hayvanlar evrimleşebiliyor. Bir de insan açısından ele alalım. Yerleşmiş bir deyim olarak ‘melez’ farklı kültürlerden gelen insanlara deniyor. Örneğin annesi Bulgaristan’dan göçmüş, babası Türk bir ailenin çocuklarına nereli oldukları sorulduğunda “melezim” diyebiliyor. Yukarıda bahsettiğim ruhumuzu doygunluğa ulaştıran ögelerden biri de kültür. Kültür, davranışlarımıza, düşünme şekillerimize ve buna benzer pek çok ögeye yön verebiliyor. ‘Melezlik’ bu bağlamda çok kültürlülük ve çokanlamlılık gibi içerisinde ‘çok’ ve ‘aşırı’ kelimeleri bulunan ikilemlerle bağdaştırılabiliyor.
Ali Alışır, “Melez Ruhlar” sergisinde ‘melez’liği ‘modern yaşam içerisindeki insan’ kavramı üzerinden değerlendiriyor. Sanatçının da dediği gibi ‘aidiyet kavramlarının bittiği noktada, bölünen kültürlerin, hızla gelişen teknolojilerin arasında sıkışmış bireyler’ hem bedensel hem de ruhsal olarak, aklın sınırlarını aşan durumlarla karşılaşabiliyor ve yıpranıyor. İki canlıdan üreyen diğer bir canlı olan, gündelik hayatın yoğunluğuyla karşılaştıkça hem bedenen hem de ruhen kendinden ödün veren ve bozulan insanı, istiridyenin içine kaçan zararlı maddelerden kendisini izole ederken şekli bozuk olan inciyi oluşturmasına benzetiyor. Bu şekli bozuk incilere barok incisi deniyor. Ali Alışır da yaptığı araştırmalar sonucunda Barok Dönemi’nde din tüccarlığının olması ve bunun akla sığmaması gibi, bugün de insanların gündelik hayatta karşısına çıkan her şeyi hızlıca tüketmesini eserlerine işliyor. Ayrıca sanatçı Barok Dönemi’ndeki ‘aşırı’lığı ve ‘çok’luğu, insan bedeni ve ruhundaki ‘aşırı’lık ve ‘çok’lukla özdeşleştiriyor.
Gündelik hayattaki insan bedenini savruluyor, sürünüyor ve insan ruhunu yok sayıyor. Kalabalık bir caddede yürürken veya otobüs ani bir manevra yaptığında bedenimizin hareketleri yoga figürlerine benziyor. Ali Alışır hareket halindeki yoga ve pilates eğitmenlerinin fotoğrafını çekip, en etkili kareleri seçiyor ve bu kareleri kurgu sürecine dahil ediyor. Bu etkili karelerdeki bedensel hareketleri sanatçının siyahı, beyazı ve bordoyu zemin rengi olarak kullandığı eserlerinde birbiriyle iç içe geçmiş halde görüyoruz. Bazı çalışmalarında ise beden içe kapanmış, birey kendisiyle baş başa kalmış halde karşımıza çıkıyor.
“Kendimi gördüm”
Gündelik yaşam içerisinde gittiğimiz çoğu yerde farklı kültürlerden insanlarla karşılaşıyoruz. Onların ruhlarına dokunuyoruz ve hayatlarına tanıklık ediyoruz. Ruhlar birbirine karışıyor ve o an melezleşiyoruz. Dışarı çıktığımızda daha deminki mutluluğumuz ve rahatlığımız, dış etkenler dolayısıyla mutsuzluğa ve kaygıya dönüşüyor. Ruhsal olarak kendimizi tanıyamaz hale geliyoruz. Ali Alışır’ın sergisinde bedensel ve ruhsal yorgunluğumla beraber kendimi gördüm. Bedenimin göz ardı ettiğim bitkinliği ve yok saydığım ruhum tam karşımdaydı. Sadece ben değil çevremdeki herkes öyleydi. Kimi kendini başkalarına açamadığından tek başına kalıp içine kapanmış, kimiyse sinirinden kendi içine sığamaz haldeydi ve böylece bir günü geçiriyorduk.
Gündelik hayattaki keşmekeş içerisindeki insanın yorgun bedenine ve melez ruhuna tanıklık ettiğimiz Ali Alışır’ın ‘Melez Ruhlar’ adlı sergisini Nişantaşı Bozlu Art Project’te 23 Ocak’a kadar görebilirsiniz.