Sanatçı bugün unuttuğumuz, geride bıraktığımız, yitirilmiş saydığımız bir şeyi neden yeniden konu ediniyor? Sınırsız tüketim ve hıza karşılık sanatçı kendine bunu bir görev olarak mi yapıyor, kendini buna karşın müdafaa eden bir konuma mi yerleştiriyor?
19. yy öncesine gidiyoruz ve o mekanlara kendimizi yerleştiriyoruz, fotoğraflama yoluyla bu mekânları terk ederken alıp yanımızda götüremiyoruz. Bizi saran o mimari yapıların arasında, nesneler ve olaylar etrafında ya da o doğada bu bilinç ile yürüyoruz. O tecrübeler ancak, henüz kaydedilemeyen hafıza ile bir izlenimler ve yaşanmışlıklar olarak bizimle birlikte oluyor, eviriliyor ve sindiriliyor. Öyle görünüyor ki, eskinin yitip gitmesi kaçınılmaz bir değişim ise, o zaman bu eskiyi var etmeye, onu yeniden ele geçirmeye, özgün ve benzersiz yapıtın hala mümkün ve arzu edilir olduğunu iddia etmeye yönelik bütün çabalar da çağımızda aynı ölçüde kaçınılmazdır ve bu fotoğrafla belirginlik kazanmaktadır. Bu bağlamda fotoğrafla ile var olan iki oluşumu gündeme getirmek istiyorum: Arşivlenmenin ve istiflenmenin sayılar, harfler ve resimlemeden öte fotoğrafla yeni bir katmanda can bulmasıyla hafızayı yeniden düzenlemesi ve sanatın sanatı yeniden ele alması ile özgün yapıt ilişkisi.
Sanatçı bugün unuttuğumuz, geride bıraktığımız, yitirilmiş saydığımız bir şeyi neden yeniden konu ediniyor? Sınırsız tüketim ve hıza karşılık sanatçı kendine bunu bir görev olarak mi yapıyor, kendini buna karşın müdafaa eden bir konuma mi yerleştiriyor? Muhafaza çabası, bir antikacı edasında nesnenin kendisindense onun nadirliğine ve yaşanmışlığına sahip olma sevdası, onu akıp giden yaşam içinde kullanılabilinir hale getirmektense; istifleyip, arşivleyip itina ile koruma, saklama ve sunma eylemini gerektirir. Sanatçının bu ele geçirme çabasının, Metehan’ın terk edilmiş mekânları fotoğraflaması ile ilişkisini araştırıyorum, sanki onun dinginleştirdiği bu mekanlar, onu kılanlar ile bizim aramızda bu sergide katmanlar halinde daha derinlikli bir bağ kuruyor. Bu terk edilmiş alanlarla ve buluntu görüntülerle münasebetini, sergisinde birbiri ile sakin geçişleri olan bir tabakalanma ile var ettiğini gözlemliyorum.
Birinci katmanda sanatçı, bizi fotoğraflarını küçük baskılar halinde yerleştirildiği üç duvardan oluşan bu köşeye hiç müdahale etmeden, bu terk edilmiş mekanlarda bırakıyor, bizi burada yalnız, tek başımıza bırakıyor izlenimini alıyorum önce. O kendini orada, o yaşanmışlık içine maruz bıraktığı gibi. Metehan fotoğraflarda fiziksel olarak var olmasa da, içlerinde ruh gibi dolaştığını görüyorum. Öyle ki, biz bu görüntüler içinde onu izliyor gibiyiz. Metehan o caddelerde, o sokaklarda ve mekanlarda önce kendini kaybolmaya bırakıyor sonra ayrıntıdan genele, genelden ayrıntıya yavaşça yürür gibi kendine dolayısıyla bizi de bu imgelere yaklaştırıyor. Bu mekanlar alıp yanıma getirilmiş hissine kapılıyorum. Böylece bizi, bir yerde bizim dışımızda gelişiyormuş gibi görünen fakat hayatımızda bir iz gibi var olan, hayatımızı değiştiren bir şeylerin uzakta bir yerde yol aldığını ve çürüdüğünü, yok olduğunu gösteriyor. Bir muhafazaya giriştiği halde gözlemcilik eylemleşiyor. İkinci katmanda, daha da büyütülmüş ve çerçevelenmiş görüntülerden oluşan başka bir bölüme giriyorum. Sanatçı bir aracılığa yöneliyor, yeniden ele aldığı mekânları, yeniden karşılaştırdığı biriktirdiği, istiflediği buluntu görüntülerle bağlıyor. Bu yapıtların merkezinde görüntülerin ikamet ettikleri yerlerden bağlamsızlaştırılarak koparılıp alınmasına karşı, görüntülerin bizde yarattığı itkileri ile arzularının durmaksızın tek düze yenilenmesine karşı, yeniden kendine özgü bir imgeleme dönüştürüldüğünü hissediyorum. Üçüncü katmanda ise, eski dergi sayfaların üzerine bastığı görüntülerden oluşturduğu kolajları ile daha keskin bir müdahaleye girişiyor ve dergi sayfaları üzerine bastığı fotoğrafları ile bir dönemin estetiğini yeniden ele alıyor ve buluntulardan türeyen özgün bir yapıt arayışına giriyor. Kenarlarında yırtılma izi olan bu sayfalar dokunma eylemini tetikleyen bir muhafaza içerisinde sunuluyor.
Benzersiz yapıtın arayışı, imajlar arasındaki teması salt araç edinilmiş görünüşleri kombine etmekten ziyade, birleştirilmiş bir zemin üzerindeki konumlarının bilgi vermekten öte, bir pentür resim yapma tutumuyla, duygusal yakınlaştırılmalarıyla görsel bir uzama taşınmış gibi duruyor. Biz burada saydam olan negatif bir görüntüye bakarak başka bir yere yansıtılmış opak görüntüsünü hayal etmekte gibiyiz. Metehan Özcan ve serginin küratörü olan Merve Ünsal’ı Resimli Bilgi’ye hazırlanırken birlikte izleme fırsatım oldu. Aralarında bir sergi kurulumun teknik konuşmalarından öte kavramların üzerine yürüyen fakat hislerle çok bağlantılı olan bir iletişim vardı. Metehan’ın bu görüntüleri ve bilgileri nasıl bir araya getirdiğini sordum. Bunu daha çok kendisinin geçmişi ve hafızasıyla bütünleşen duygusal bir dürtü ile yaptığını dile getirdi, sanki bu duygusallık arttıkça işlerdeki müdahalenin dozu da artmıştı ve burada mesaj kaygısı gütmeyen bir tavırla beraber bilinçli bir söylem vardı. Böylece bizi bir kod çözümlemesine götürmek yerine, bu resimlerle kendi bilgilerimiz arasında bir yerde fantasmaya girişme alanını bulabiliyorduk.
Metehan ile kurduğumuz diyaloglar sırasında, onunla fotoğraflar çektiği terk edilmiş mekanlara gidip, onu o mekanlarla ilişkisinde bir gözlemci olabilmek için fotoğraflamak istedim. Fakat o mekânların moda dergileri tarafından çok tüketildiğini ve bir dekora dönüşme tehlikesini göz önüne aldık ve sonunda Karaköy’deki buluşmamızda kendisinin daha önce fotoğrafladığı Sadi Çalık’ın Ziraat Bankası kapısındaki rölyefinin yanında bunu yapmaya karar verdik. Keza bu deneyimin sergi izlerken ki duyusal bir deneyim ile iç içe geçtiğini ve bir adım geride durarak sadece bir izleyici ve bu gözlemlemenin kaçınılmaz olarak yine bir duygusallıkla harmanlandığını itiraf etmeliyim. Sergi 11 Nisan tarihine kadar Elipsis galeride görülebilinir.