Meral Sayar’ın sanatatak.com’daki ilk yazısı Mehmet Güleryüz resminde mekana ya da boşluğun ağırlığına dair.
Mehmet Güleryüz’ün kendine özgü, nerede başlayıp, nerede bittiği çoğu zaman muğlak olan, akışkan ve enerjik bir mekan anlayışı vardır. Bazen bir mekandan çok, sadece onun imasının olduğu geniş, renkli boşluklar görürüz. Sanatçının mekanları; sınırları belli, durağan bir mekan temsilinin aksine, çoğu zaman hala oluş halindedirler. Mekan da tıpkı figürler gibi deformasyona maruz kalmış ve devinmektedir. Öyle ki; resimsel uzam bazen bükülüp esnemiş ve yamuk ya da çoklu bir perspektife imkan tanımış olarak karşımıza çıkar. Bildiğimiz hiçbir mimariye benzemeyen, henüz oluşmamış ve bitmemiş, hareket halinde bir aradalık olarak, kendini süreçleştiren bir mekan görürüz. Dolayısıyla bu mekanlar, zamana öykünür ve olmakta olmaya devam eder.
Sanatçının almış olduğu tiyatro eğitimi, figürler ve onların birbirleriyle olan ilişkilerinde güçlü bir hakimiyete yol açsa da; kimi görüşlerin aksine, aynı etki resimsel uzamın inşasında görülmez. Güleryüz’ün özgün mekan anlayışında tiyatro sahnesine özgü gerçekçi bir perspektif ve temsili bir mekan kurgusundan söz etmek mümkün değildir. Çünkü buralar, sınırları muğlak ve devingen alanlardır. Sanatçının mekan anlayışında tiyatronun etkisine dair Vasıf Kortun’un tespiti önemlidir: “….alıcı gözle bakıldığında Güleryüz mekanlarının proscenic olmadığı ortaya çıkmakta. İzleyici ile resim birbiriyle sürekli değil. Bu mekan kendine kapalı ve dış dünyadan farklılığını da vurgulamakta. Bu anlamda, resmin dikte ettirdiği bir bakış yönü yok. Güleryüz’ün japoniste mekanları –bunu Türkmen resminde de izlemek mümkün- ok hızıyla gerilere uzanıp arka planlar yükselirken, öne doğru yoğun bir boşalmayı sağlıyor ki, bu boşalmanın nüvesi çoğunlukla bir ya da birkaç figür. Figürler ise güven verici dengelerden yoksun, mekana rahatça oturmuyorlar. Kısaca, temsili ve proscenic olmasa da koreografik bir mekan kurulmuş. Kurgu, çeşitli perspektifleri aynı anda taşımakta.”[1]
Bu noktaları açmak gerekirse; temsiliyet ve figür-mekan ilişkisine değinmek gerekecektir. Öncelikle sanatçının mekanlarında, geleneksel bir tiyatro sahnesi düzeni olmadığı açıkça görülür. İçe doğru bir perspektifle kurulmuş, seyirci ile sahneyi, temaşa eden ve temaşa edilen bağlamında karşı karşıya ele alan bir mekan kurgusuna başvurulmamıştır. Kendini seyirciye sunan sadece figürdür, mekan ise, hem figüre hem de seyirciye kayıtsızdır. Ancak bu durum, bir derinlik yanılsaması olmadığı anlamına gelmez. Geniş, renkli boşluklar asla yassı bir fon değildir. Güleryüz’ün boyayı uygulayış taktiği sayesinde bir derinliğe kavuşurlar. Ancak bu, resme gerçekçi bir perspektif kazandırmaz. Figürlerin hemen arkasında, sanatçının boyayı süratli bir şekilde uygulaması sayesinde, ölçüsüz ve enerjik bir şekilde yükselen mekan, kuşkusuz tiyatral bir sahne kurgusundan çok uzaktır. Zaten böyle bir kurgu, tam olarak rasyonel bir mekan temsili olurdu. Oysa ki Güleryüz’ün resimsel uzamında renk, geometriyi yutmuştur.
Bir diğer önemli nokta mekanın, figürle olan ilişkisidir. Güleryüz mekanları çoğunlukla karşımıza figürlerin, üzerine güçlü bir biçimde basmasının olanaksız olduğu renksel belirsizlik alanları olarak çıkarlar. Figürler, herhangi bir yeri mesken tutmuş değillerdir. Bu durum sanatçının resimlerine başka bir gerilim kaynağı olarak sızar. Çünkü figürler, her an kayıp gidebilecek, emniyetsiz bir zeminin üstünde gibidirler. Kapalı mekanın güven veren, yasaya tabi ve korunaklı yapısı yerine; her an figürün ayaklarının altından kayıp gidebilecek, üstüne güvenle ve sağlam bir şekilde basmanın mümkün olmadığı dinamik bir mekan kurgusu görülür. Dolayısıyla bunlar; olmakta olan, akışkan ve bitimsiz mekanlardır. Sabit, ölçülebilir ve değişmez mekanın yasalarına tabi olmayan Güleryüz mekanları, tam da bu özellikleri sayesinde figürlerini özgürleştirir. Çünkü önceden tanımlanmış geometrik mekan, insan ilişkilerinin ve kültürün anlam kodlarını kendinde taşır. Taşıdığı anlam yüküyle, figürün kültürel olanaklarını, hareket ve potansiyelini sınırlar. Bu temsile dayalı mekan, daha en başından denetleyici ve politiktir. Her temsilin bir hakikat iddiası taşıdığı ve onu tekil hakikat olarak dayattığı düşünülürse, sanatçının müdahalesiyle bozulan bu mekan, figürlere sonsuz olasılıklara gebe ve özgürleştiren yeni bir alan açar. Yer ve yurdun emniyet ve istikrarına sahip olmayışları, onları bildik kültürel göstergelerden ve bu göstergelerin anlam yüklerinden özgür kılar. Yani ilk bakışta bir gerilim ve güvensizlik kaynağı gibi görünen mekanın, figürler için özgürleştirici ve sayısız olasılığa el veren sonsuz bir güç alanına dönüştüğü görülür. Figür ve mekan arasındaki yabancılaşma ilişkisi ya da ilişkisizliği, ilkin bir gerilim kaynağı iken, derin bir kavrayışta, özgürleşmenin nedeni haline geliverir.
Tüm bunlar; Mehmet Güleryüz plastiğinin geniş boşluklarının, nasıl figürlerin anlam evrenini dönüştürdüğünü ve onları yerleşik anlam kodlarından özgürleştirdiğini gösterir.