“Tara, ötekinin (Sîno’nun) zafiyetini anonim olanın evrensel davranışına entegre ediyor. Ve onun insani tavizlerini ortaya koyarak da, kültürel kodlarından arındırıyor. Erkek, tam da bu noktada bir kadının müzik pratiği üzerinden eril tahakkümünü kaybederek, kendi vasatlığının eşitliğine erişiyor.”
Tara Mamedova’nın “Sîno” isimli yeni single çalışması geçtiğimiz günlerde klibiyle birlikte tüm dijital platformlarda yayınlandı. Söz ve müziği sanatçıya ait olan, aranjörlüğünü ise Metehan Dada’nın üstlenmiş olduğu esere, Zelal Gökçe, Hivda Gökel, Kıvılcım Yılmaz gibi Kürt müziğinde tanınmış müzisyenler vokal yapmıştır.
Tara, Kürt müziğinin müzikal olarak en modern temsilcilerinden biridir. Kullandığı enstrümanlar ve oluşturduğu soundlar, çoğu defa birbirini tekrar eden modern ritimlerin iç içe geçmiş otantik ahengi üzerine kuruludur. Geniş bir repertuar ve müzik bilgisine sahip olan Tara’nın son şarkısı Sîno, modern forma dayalı Kurdî bir flamenko veya daha çok Balkan habitatını andıran Çingene-Funk ritimlerin ağır bastığı bir armoniden oluşmaktadır. Tara, müziğinin modern yapısının yanına nihayet bu defa etkileşimin “sözel” kısmını da yansıtmıştır. Sîno şehirli snop bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Hayal kırıklığı, anakronik nostalji, melankoli, depresyon, duygusal çöküntü, nevroz, bipolar, sadakatsizlik gibi duygu durumlarının tutarlı akışı, şehir hayatının en belirgin tipolojik temsiliyetidir. Müzik, toplumsal dünyanın her tür yüksek sanat faaliyetinin dışında kalan yadsımaların mutlak bir ifadesidir. Sanattaki gerçeklik düzlemi çoğu defa karma tözleri içerir. Sinemadaki görüntü ve müzikteki söz, bu uygunluğun birbirini tamamlayan bölüşümüdür. Müzik, ses ile düşünceye aracılık yapar; onları aynı anda ayrıştırarak birbirine bağlar. Sîno’daki müziğin güncel duyumsal bir tarafı vardır, bu da sesin çağın iletişimi için yeterli bir gerçekliktir. Ses, her zaman yayılımdır ve içe yönelik duygusal bir dil işlemidir. Bedenin bütün alanı üzerinden yüzer ve deriden, dokudan dâhi geçer. Barthes “solmak” nosyonunu işlerken bir yerde sesi şöyle tarif eder: “Ötekinin solması sesindedir. Ses sevilen varlığın yok oluşunu taşır, belirtir, bir bakıma da gerçekleştirir, çünkü ölmek sese özgüdür. Sesi oluşturan şey, sanki hemen bir anı oluveriyormuş ve başka hiçbir şey de olamazmış gibi ölmek zorunda olması nedeniyle, onda içimi parçalayan şeydir.” (1) Sesin melodramı ruhun içinde bulunduğu zamanın tinselliğiyle ilişkilidir. Bu bakımdan Tara’nın kendisi de bize geçmişten gelen tarihsel ve kültürel bir “sessel” teşhirden bahsetmiyor. Bize şimdi olanın belirgin yaşamsallığın düalist duygusunu anlatıyor. Kadınlığının uslanmaz yönünü, eril kodlara karşı korkmadan dile getiriyor. Zekasını bedeniyle bütünleştirerek libidinal dile ve dürtüye karşı konumlandırıyor. Tara, esasında patetik romantikliğini şarkının arka planında kalan armonik kahkahasıyla bertaraf edip, yaşamla ilgili rasyonel bir çerçeve çiziyor. Erkeğin eril, güçlü, baskın, hegemonik yüzünü armonik ironisiyle şekillendiriyor. Bizlere geleneksel, destansı, mitolojik ve teritoryal bir erkek kahraman portresi yerine, modern yaşamın gündelik aurasında beliren birey temelli basbayalığın nosyonunu yeniden tanımlıyor. Bu tanımlama ne bir olumsuzlama ne de bir kusur olarak karşımıza çıkıyor, sadece gündelik olanın vasatlığı üzerinden tekrardan hatırlatıyor.
Sanatın her döneminin kendine özgü devrim yöntemleri, tahakküm aygıtları ve kendine özgü sürelendirme biçimleri vardır. Dolayısıyla farklı alanların kopuklukları bir eşzamanlılık içinde değildir. Yani bir ritim geçmişten gelebilir, ancak bedensel ve ruhsal devinimi geleceğe atıf yapabilir. Tara, tam da bu noktada bugünün dünyasının kent yaşamını kendi müzik pratiğinin üzerinden teşhir ediyor. Müzik, bir şehrin maddi nesnesinin doğasını değiştiren bir işaretin dağıtımıdır. Şehir anatomisi, müzik partisyonununa benzer. Şehir hayatının durmaksızın sürekli akan devinimi, dizimin ve ses dalgasının ölçüler halinde bölümlenmesi gibidir. Patlayan, parıldayan, yansıyan, duyumsayan şehir hayatının güçlü doğal sesleri, kesintililik değerleriyle nefesli ve vurmalı çalgılara benzeyen anlam birimcikler, ekinsel alıntılar ve simgeler gibidir. Tara’daki duygusal ilişki kusursuz bir makinedir. Çakışan karakterlerin örtüşen zaman aralığı müziksel anlamda ilişkisel bir eksiklik değil, temel bir tamlıktır. Sîno’daki söz, tam anlamıyla kültürel kadim bir kalıntı değildir, daha çok tüketilen ve yok edilendir. Eril olanın hükümsüzlüğüdür. Buradaki hükümsüzlük bir zaferin müjdeleyicisi olmamakla birlikte, cinsiyete dayalı feminist bir göndergenin tutumuna da tabi değildir. Çünkü cinsiyet, karşılıklı bir tavizi beraberinde getirdiği sürece ilişkisel eşitliği sağlar. Diğer türlü bir tarafın eril birikiminin her zaman örtük bir taşıyıcısıdır. Geleneksel müzikteki karaktere atfedilen anlamsal içerik ve bunu destekleyen ezgisel çizgi, sesbilgisini sürekli dramatize eder. Tara, ötekinin (Sîno’nun) zafiyetini anonim olanın evrensel davranışına entegre ediyor. Ve onun insani tavizlerini ortaya koyarak da, kültürel kodlarından arındırıyor. Erkek, tam da bu noktada bir kadının müzik pratiği üzerinden eril tahakkümünü kaybederek, kendi vasatlığının eşitliğine erişiyor. Başka bir deyişle Sîno’nun, şehirli snop kimliği, bir kadının müziksel nesnesi olmakla yeniden üretiliyor. Yani müziğin estetik yönüyle -bir anlamda- bu vasat statüsü bir kimlik kazanıyor. Zaten müzikteki genel bir tüketim, bir toplumun beğeni ereğini imler ve estetik alımını deşifre eder. Bourdieu bu durumu şöyle açıklar: “Hiçbir şey, insanın ait olduğu ‘sınıfı’ doğrulaması noktasında, yani eksiksiz biçimde sınıflandırılması açısından müzik beğenileri kadar belirleyici değildir. (2)
Dolayısıyla Tara, pastoral taşra romantikliğinin dışında, şehirli sınıfların olağan doğasının bireyler üzerinden çatışan davranışlarını serimlemektedir. Tara’daki müziksel hat, özenle bütünün uyumuna yönelik bir sezgiyle gelişmiştir. Müziğin kişisel ve yaşamsal olması estetik bir form olarak her şeyin üstündedir. Kendini zorlayan armoniler, biraz hantal ezgiler, çevik ama spontane olmayan ritimler, tüm olgun çalışmaları saran genel kekremsi bir müziğe dönüşür ki bu da kolay sevilen türden değildir. Tara’nın müziği ise, tüm ses renkliliğinin ve ritim çeşitliliğinin inceliklerini duyan ve akıcılığını keşfeden kompozisyonların dirimselliğidir.
Son olarak şunu diyebilirim ki, Tara’daki müzikalite, bazen neşe ve ahenk, bazen de sarsak ve karamsar bir biçimin kesik kesik ritimlerinin getirdiği şaşkınlıkların uzun suskunlukları ile bölünür. Melodik anlatısının dinginliği, enerjisi ve becerisini sarf ettiği yaratıcı düzeni, vizyoner bir öngörünün uyumlu değerlendirmelerin sonucudur.
Notlar:
1.Bir Aşk Söyleminden Parçalar, Roland Barthes, s.105, Çev. Tahsin Yücel, Metis Yayınları
2.Sosyoloji Meseleleri, Pierre Bourdieu, s.185, Çev. F. Öztürk, B. Uçar, M. Gültekin, A. Sümer, Heretik Yayınları