Duvarların Dili: Graffiti / Sokak Sanatı başlıklı sergi Pera Müzesi’nde açıldı. 22 sanatçının 12 gün boyunca müzede beraber çalışarak işlerini ürettiği bu heyecanlı, yorucu ve çok keyifli sergi sürecini graffiti ve sokak sanatını müzeye taşıyan serginin küratörü Roxane Ayral ile konuştuk.
Kısaca: Sert görünümünün altında gizlediği kocaman kalbiyle “True Legend” Cope 2, titiz ve dikkatli haliyle dikkat çeken ve çalışırken çok havalı müzikler dinleyen KR, uçağına binmeyerek bizi endişelendiren fakat sonra inanılmaz bir performansla herkesi kendine hayran bırakan JonOne, DNA testi yaptırıp köklerinin Türk çıktığını öğrenen bilge sanatçı Futura, mükemmeliyetçi ve nazik Suiko, Paris yeraltı mezarlarını müzede yeniden yaratan Psyckoze, müthiş enerjisiyle sabah erkenden başlayıp tüm gün aralıksız çalışan Gaia, minyatür binalarını inşa ederken ilgiyle izlediğimiz Evol, zamanının yarısını metal atölyesinde geçirip harika heykellerle müzeye dönen Carlos Mare, kızıyla gelip duvarlara onun portresini bırakan C215, netlik ve karmaşa arasında harika bir denge kuran tatlı Fransız Mist, minibüsünü boyadıktan sonra bir günlüğüne 2 ülke daha gezip oralarda da iz bırakan maceracı Tilt, dünyanın yükünü omuzlarında taşıyan duyarlı Herakut, kaykay kültürüne objektifinden baktığımız Hugh Holland, stencil tekniğine hayran kaldığımız Logan Hicks, müzedeki çalışmasının yanı sıra Türkiye’de kullanılan ilk spraycan ve plaklardan oluşan arşivini bizimle paylaşan Turbo, işlerini ilk günlerde tamamlamalarına rağmen müzeye gelip destek olan, imzalarını sokaklardan da tanıdığımız Türk sanatçılar No More Lies, TabOne, Funk ve Wyne ve tabii Subway Art kitabıyla birkaç jenerasyonu derinden etkilemiş fotoğrafçılar Martha Cooper ve Henry Chalfant ile beraber geçirdiğimiz kurulum süreci gerçek anlamda bir deneyimdi.
Ulya Soley: Graffiti ve sokak sanatını müzeye taşımak cesur bir karardı. Sokağa ait bir kültürün müzede sergilenmesi bir kısım graffiti ve sokak sanatçılarını çok heyecanlandırırken, bir kısmını da hayal kırıklığına uğratıyor. Bu içeri – dışarı ikiliğiyle ilgili ne düşünüyorsun? Senin için bu dengeyi kurmak nasıl bir deneyimdi?
Roxane Ayral: Amacımız dışarıdaki bir şeyi içeri almak değildi, yalnızca dışarıda gelişen bir kültürü daha detaylı anlatmak ve tanıtmak istedik. Sokak sanatı denince Banksy’nin ötesinde de sanatçılar olduğunu göstermek istedik. Bu sanatçıların bir tuvalini getirmedik, onları buraya getirdik ve onlara burada kendilerini ifade etme fırsatı verdik. Zaten varlıkları ve enerjileri sergide de hissediliyor. Müzeyi steril görmek ve bu sanatı dört duvar arasına hapsediyor demek çok klişe. Bu sadece bir başlangıç sergisi, çok önemli kazanımlara öncülük edeceğini düşünüyorum. Paris’ten İstanbul’a gelmemin bir amacı da İstanbul sokaklarında daha çok graffiti görmek için harekete geçmekti.
U.S: Graffiti yapmayan biri olarak graffiti ve sokak sanatıyla bu kadar içiçe olman ilginç aslında. Nasıl başladı?
R.A: Ben graffitiyle büyüdüm, bu kültüre graffitiyle ilgi duymaya başladım. Çok rahat bir çocukluk geçirdim ve sonrasında bir düşüş yaşadım. Bu düşüşün devamı da sokaktı aslında. İsmimi sokaklara yazmak hiçbir zaman içimden gelmedi ama sokakta hayatta kalabilmek benim için önemliydi. Korkularla yüzleşmek de öyle, genelde bilmediğimiz şeylerden korkuyoruz. Tanımaya, öğrenmeye çalıştıkça korkulacak bir şey olmadığı anlaşılıyor.
U.S: Seçki üzerine düşünecek olursak, graffiti ve sokak sanatı arasında belirgin bir tercih öne çıkmıyor. Nasıl ilerlediğinden bahsedebilir misin?
R.A: Graffitiyi çocukluğumdan beri takip ediyordum, street art’ın da mesaj kaygısı beni etkiledi, bir de zaman içinde çok gelişen teknik çeşitliliği. Dolayısıyla ikisini de çok seviyorum. Bu benim ilk sergim ve müzenin de ilk graffiti sergisi. Bu yüzden özellikle daha önce bu tarz bir deneyim yaşamış, sergide yer almış sanatçılara yer vermek istedim. Kültür ve tarz çeşitliliğine dikkat ettim ve aynı zamanda iyi isimlere yer vermek istedim. Bu seçkiyi oturup kuru bir liste yaparak tamamlamadım. Sergi hem tarihe bir geri dönüş, hem de farklı teknik ve kültürleri yansıtan geniş bir seçki sunuyor.
U.S: Graffiticilerin ve sokak sanatçılarının bir araya gelip bu alanı paylaşmaları da serginin heyecan verici dinamiklerinden biriydi…
R.A: Önce İstanbul’u hisseti, hepsinin burada bir hikayesi oldu, eş zamanlı olarak da işlerini ürettiler. Belki sokakta yapmayacaklari işleri burada müzeyi gördükten sonra şekillendirdiler. Paylaşım ön plandaydı. Örneğin sokak sanatçısı Evol, old school graffiti writerlardan Cope 2 ile aynı sergide olduğuna inanamıyordu. Evol aynı zamanda işinin üzerine herkesin graffiti yapmasını istedi, bu da bu polemiğin sembolik bir çözülümü aslında. Müzenin içinde bir bina dışı, üstelik üzerinde graffitiler var. Sanatçıların birbirlerinin işlerine katkıda bulunmaları çok heyecan vericiydi.
U.S: Graffiti özünde egoist denebilecek bir kültür, dolayısıyla müzede herkesin birbirinin işini taglemesi ve yardımlaşarak beraber çalışmaları beni çok etkiledi. Detaylı ve figüratif işleriyle bilinen sokak sanatı ikilisi Herakut ve soyut graffitinin öncüsü Futura arasındaki diyalog da benzer bir şekilde gelişti aslında. Alanları yanyanaydı, ve başta sorun yaratabileceğini hissettiğimiz bu yerleşme, sonunda ortak bir üretim süreci doğurdu.
R.A: Mekanı paylaştıkları için bu durumla baş etmeleri gerekti ve birbirlerinin işlerini şekillendirerek harika bir çözüm ürettiler. Herakut duvara “Graffiti sokak sanatının babası, ama sokak sanatı graffiti değildir” yazdı. Bir gün Herakut, Cope, Tilt ve Suiko hepberaber tren boyamaya çıktılar, bu da beklenmedik bir gelişmeydi. Pek çok sanatçı gece beraber boyamaya çıktı, bazı Türk sanatçılar yabancı sanatçıların graffiti gruplarına kabul edildi, sergi sürecinde pek çok yabancı sanatçı da birbiriyle tanıştı. Tabii ben de bir kısmıyla ilk defa yüzyüze tanıştım. Çok güzel bir ortam vardı, herkes iyi anlaştı, aynı otelde kaldıkları için organize olmak da kolaylaştı ve sabahtan akşama kadar beraber çalışıp sonra hepberaber sosyalleşmek çok keyifliydi.
U.S: Müze ekibi için de heyecan verici bir deneyimdi. 22 sanatçıyla tanıştık ve bu üretim sürecini yakından izleme fırsatı bulduk. Paylaşım ve güven bu süreçte öne çıkan kavramlardı. Sen ne düşünüyorsun?
R.A: Büyük bir risk aldık aslında, işlere hiç bir şekilde müdahale etmedik ve sadece sanatçıları seçtik. Sergi üzerinde 2 senedir çalışıyoruz, anlatmak istedigimiz hikayenin içinde bir düzen kurduk fakat ne yapacakları burada şekillendi. Bu karşılıklı bir güven gerektiriyor. Bu güvenle ilerledik, müzenin buradaki onayı ve sanatçıların her türlü fikrine değer verilmiş olması çok önemliydi. Örneğin Tilt içeri bir minibüs sokmaya çalıştı, sığmayacağını düşündük, çok zorlandık, ama çok istediği için bir çözüm ürettik ve ne yapıp edip minibüsü içeri soktuk. İnanılmaz bir ekip çalışmasıydı: sanatçılar, ben, müze ekibi ve gönüllüler. Aslında bu iş kuralları yıkmakla ilgili, ve müzenin kuralları da yıkıldı. Graffitinin insanlara çok iyi geleceğini düşünüyorum, desteklenmesi gerekiyor, hala vandalizm olarak algılanmasına çok şaşırıyorum.
U.S: Sergide Türkiye’den sanatçılara da yer vermek önemli bir karardı. Sonunda onlar da misafirperver tavırlarıyla ekibin bir parçası gibi oldular…
R.A: Bu serginin bir amacı da bu bağlantıların gelişmesine katkıda bulunmaktı. Yabancı sanatçılar Türklerin çocukluk hayallerini gerçekleştirdi, Türk sanatçılar da onlara İstanbul sokaklarını tanıttı. Zaten seçkide yerli sanatçı olmaması düşünülemezdi. Sayıyı kısıtlı tutmamız gerekiyordu dolayısıyla tüm önemli sanatçılar burada olamadı. Bir de İstanbul’a ilk defa gelen sanatçıların, İstanbulluların bu şehre güveninin kalmadığı bir dönemde, gelip burayı bu kadar sevmesi beni mutlu etti.