"’DAHA’, Hasan Ali Toptaş’ın ‘Heba’sı gibi: Jiletlik! Tek teselli: Romanda dolaşıp duran küçük kağıt kurbağa…- Hoş, o bile… belki?"
“… Belki de öyleydi, çünkü ben ne istersem, o gerçekti.”
Come on you boy child, you winner and loser
Come on you miner for truth and delusion, and shine
“…Ne de olsa Enderler heryerdeydi. İkili ilişkilerden milyonluk politik ilişkilere kadar, her yerde. Karşılarına çıkacak en küçük fırsatın peşindeydi hepsi de. Gücü güçsüzken yakalayıp ele geçirmek için, hayatları boyunca pusuda beklemiş ve belki de o pusuda ölüp gidecek olan gizli tiranların yanlarından geçip gidiyorduk her gün. Hatta en yakınımızda bile olabilirlerdi. Ailemizin, dostlarımızın arasında, her yerde. Kim bilebilirdi kimin diktatör olduğunu? Sokakta yalnız başına yürürken belli olmuyordu ki! Ya da bir depoda oturmuş ve başını ellerinin arasına almışken…”
DAHA: Kandağlı Gaza’nın hikâyesi.
Gaza: Crazy Diamond!
Rezil-rüsva Ahad’ın oğlu. Heybeliadalı Dordor ve Harmin’in küçük arkadaşları. Rastin’le ve onun talihsiz yol arkadaşlarıyla “canlı’ bilgisayar oyunu oynayan Gaza…
Adına aile denilen, toplum, hayat, dünya, düzen denen… rezaletin bütün pisliklerini bize a-nla-tan – üstümüze başımıza bir güzel, afiyetle sıvaştıran?– çocuk-genç adam.
“Hayalin ve gerçeğin” mucidi. Kendi dehasında kaybolmuş: Gaza!
Yukarıdaki “gizli”, muradına erememiş tiran tanımı ona ait!
Ama esas mücevheri “Gücün Gücü” başlıklı makalesinde “parlayacak”.
Kandağ’da başlayıp İstanbul ve İzmir’de "soluklanıp" sonrasında dünyanın bilumum linç merkezlerinde devam eden bir yolun yolcusu…
Yolcularla başlayan hikâyesi yine bir yolculukla, binlerce senelik insanlık mirası heykellerin patlatıldığı bir coğrafyada biten, yolcu: Gaza. Dordor ve Harmin dışında, Cuma’yı ve Cuma’nın küçük kağıt kurbağasını ve biraz da Rastin’i… seven de, o.
Ahad’ın mezbeleliğinde kurduğu, boyundan büyük cehenneminde Afganistanlı kaçak yolcu, İstanbul Üniversitesi’ne gelerek Master-Degree hayal ederken… “kader”ine toslayan… Rastin, bakın bir gün ne dedi darmadağın Türkçesiyle ona: “Evet, ben hep halk için mücadele. Ama ne zaman ben hapis, halk yok! Çok arkadaş öldü. Hapis. Sordun, neden İstanbul Üniversitesi olmadı. Çünkü ben hapis! Anladı? Hep halk için! Bunlar için! Ama ne zaman ihtiyaç var, halk yok! Üzülme, bu küçük ceza onlar için. Ben arkadaşlar öldü. Anladı?”
“Dünyanın en çaresiz çocuklarına en büyük hayalleri kurduran, umut denilen o doğal felaketten” nefret eden: Gaza. Şaşıran da o!
Şunlara: “Ya bu dünyada tek bir aç bile kalmayacak ya da kendimi öldürürüm! Böylesine şerefsiz bir hayata dayanamam” diyemeyenlere; “Baktım, çocuk çalıştırıyor, ben de çektim vurdum patronu, hakim bey! Bizim oralarda namus meselesidir” denmemesine; "Kaynakların adil paylaşılmamasının" onur meselesi yapılmamasına… Onurun, namusun, ahlakın ille de malum yerlerde – sadece “o meşhur malum” değil, onu takip eden diğer ‘malum’, ezber adreslerde…– aranmasına…
Katil: Gaza!
Linççi, Tuz Sokak sakini, morfin sülfat müptelası, aç-açık, kessiz-kimsesiz, insan, güzel çocuk, evladım: Gaza.
Dahası…
417 sayfada, okuyanın iflahını kesen: Gaza!
Aşk olsun!
Yazının Notları:
1.Horhor la Darmin, tanıdığım en lirik roman kahramanlarından. Heybeliadalı olmak nasıl da yakışmış bu iki güzel denizciye..
2.DAHA, Hasan Ali Toptaş’ın Heba’sı gibi: Jiletlik! Tek teselli: Romanda dolaşıp duran küçük kağıt kurbağa…- Hoş, o bile… belki?
3.Rastin’in Gaza’ya “derdini dökmesi” Sinan Cemgil’in babasının, oğlunun cenazesi evden çıkarken etrafındakilere mealen: Sizin için öldü bu çocuk-lar!.. demesiyle birlikte okunsun… isterim. Aman aman… yalnız: Sosyolojik, siyasi, kültürel, tarihi analiz kepazeliğine düşmeden! Öylece, çıplak haliyle! Edeple! Dahası… Rastin’den ilhamla: “… ne zaman ihtiyaç var, halk yok! Üzülme, bu küçük ceza onlar için.”
4.Linç Tur’unda, yolda bir başına dolaşan 14-15 yaşlarında bir Arap çocuğu, pubtan para karşılığı ayarladığı ruh hastası-sarhoş İngiliz gençlerle bir sokakta sıkıştıran Gaza’dan bu sahneleri dinlerken… birden nerde buldum kendimi?.. Geçen yaz. Haziran. Eskişehir. Yunus Emre Caddesi. Sanayi Sokak… –Anladınız siz onu!– Baktım; Gaza gibi, gözlerimde yaşlar… Offf!
5.Aşık Veysel’in “Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsü DAHA’dan sonra artık başka türlü dinlenecek. Bu kadar yazıp bırakıyorum. Sırrı: Dahası… DAHA’da.
6.Gaza’nın psikopatça kurguladığı laboratuar deneyi! neticesinde yazdığı makalesi: ‘Gücün Gücü’, iddia ediyorum, son dönemde ‘Lider ve kitlesi’ üzerine yazılmış en yüksek analiz. Bu metin, yarın öbür gün milyonlara ulaşırsa… kimse şaşırmasın!
7.DAHA’nın, adı konmamış, kerameti kendi tercihimden menkul “şarkısı”: Elbette, sıfır tereddütle: “Shine On You Crazy Diamond”. NOKTA.
8.Bir merakım var: Psikiyatristler bu romanı okuyunca ne hissedecek acaba?
9.Bir diğer yakıcı soru, yine-yeniden: Kader nedir? Bilen var mı?
10.Zerre kadar gerçekçiliği olmayan, ara ara geyik –ve tabii alay– konusu olan o meşhur –zavallı– soru mecburen bir kez daha gelecek gündeme, DAHA’yı okuduktan sonra: Herkes ana baba olmalı mı? –Benim, gülünç ve antidemokratik cevabım: Aslında, Asla!–
11.Bir de öneri: Gaza’dan ilhamla, herkes kendi çevresinin sinsice, muhtemelen hiç gelmeyecek sırasını bekleyen potansiyel tiranlarını –Endergiller!– listelemeye kalksa.. Ne kadar kalabalıklar… ve hazır yeri gelmişken: Benim liste başım kati surette: Toplu taşıma araçlarını kullanan şoför beyler!!! –Peki: Hepsi değil! Tamam: Ölmesinler!.. de…
12.Sonsöz, Syd Barrett’a selam ederek, yazara ilişkin: Hakan Günday – da elmas gibi. Ona da; aşk olsun! Yolu açık olsun. Daha da parlasın!