Prof. Ayşegül Yaraman öğrencilerinden Kinem Tokdemir, Türk dizilerinde kötü anne temsili üzerine yaptığı incelemesinde Camdaki Kız, Masumlar Apartmanı ve Doğduğun Ev Kaderindir dizilerinden yola çıkıyor.
Toplumsal olarak, anneliğe olumlu anlamlar yüklenir. Anne şefkatlidir, iyi kalplidir, fedakârdır, düşüncelidir, besler, büyütür, duyarlıdır… Ama asla ‘kötü’ değildir. Anneliğin, yüceltildiği ve kutsallaştırıldığı toplumlarda; kötü anne, yalnızca ‘üvey anne’ ile özdeş kabul edilir. Anneliğe dair egemen düşüncelerin yeniden üretildiği kültürel mecralardan en bilineni masallardır örneğin.
Geleneksel masallarda cinsiyetçi stereotipler içselleştirilirken; ideal kadın tipinin de yüceltilmesi söz konusudur. Masalın sonu yalnızca tek bir kadın karakter için iyi bitmez. Bu karakter çoğu zaman kötü, zalim, belalı ve sevgisiz özellikleriyle elbette ki üvey annedir. Üvey anne büyüler yapar, kıskançtır, masum üvey kızını kendine her anlamda rakip görür ve nihayetinde onu öldürme planları yapar. Üvey annenin kötücül karakterinin toplumda da karşılığı vardır. Hegemonik annelik anlayışı öz anneyi ve ona dair her eylemi, durumu ve pratiği – doğum, emzirme, anne sütü, bakım, sevgi, özveri vs.- kutsallaştırır. Kadının statü edinmesi bakımından anneliğin yeri, ayrıcalıklıdır. Annelik mefhumunun görünür kılındığı yerlerden biri de medyadır. Özellikle magazin dünyası ünlülerinin annelik hallerine sıklıkla karşılaşırız: gebe iken poz veren ünlüler, baby shower partileri, cinsiyet partileri vs.
Bugünlerde ise annelik anlayışı üzerine bir kırılmanın yaşandığı söylenebilir. Televizyon dizileri gibi gündelik kültürel mecralarda, kötü annelerin varlığına aşina olmaya başladık. Bu dizilerde anneliğin hiç de betimlendiği gibi olmadığı gerçeğiyle yüzleşmekteyiz. Üstelik dizilerde nesilden nesile bir anne-çocuk ilişkisi aktarımı da söz konusudur. Bu yazıda üzerinde durmak istediğim diziler ‘Camdaki Kız’, ‘Masumlar Apartmanı’ ve ‘Doğduğun Ev Kaderindir’ isimli, son günlerde oldukça dikkat çeken üç dizidir. Bu dizilerde izleyicinin önüne hiç de alışılmadık senaryolar konmuştur. Bu senaryolar kuşkusuz ki senaristin dünyasını yansıtır ancak kültürel ürünlerin hegemon söylemlerden bağımsız olduğu söylenemez zira Pierre Bourdieu’nun da düşün dünyasını meşgul eden Televizyon, bir yandan egemenlik ilişkilerini içerirken; diğer yandan da ekonomik, sosyal ve kültürel sermaye açısından algı ve normların dönüştürülmesinde başarılı bir konumda yer alır.
“Anneliğe dair kutsallık, bir normdur ve onun kötücül bir varlık olabileceği ihtimalini ya görmeyiz ya da görmezden geliriz.”
Televizyona aktarılan bu diziler, psikiyatr Dr. Gülseren Budaycıoğlu’nun kitaplarından uyarlamadır. Yazar üç çocuklu bir ailede büyümüştür. Aile içinde baba, otoriter bir yapıya sahiptir. Budaycıoğlu’nun biyografisinde, kendisinin de babasına kıyasla çok daha ‘otoriter’ olan bir anneye sahip olduğu ifadesi yer almaktadır. Belki de kitaplarındaki karakter temsillerinin klinik çalışmalarından olduğu kadar otoriter bir anneye sahip olmasının da etkisi vardır. Öyle ki yazarın kalemi çok güçlüdür; travmatik hikâyeleri güçlü bir anlatımla aktarmayı başarır. Kitaplarından uyarlanan dizilerin azımsanmayacak bir oranda izleyici kitlesine ulaşması bu anlamda önemlidir. Peki, bu dizileri diğer dizilerden ayıran unsurlar nelerdir?
Kız çocuğunun hayatını tüketen anne aslında anneanne
Camdaki Kız, yeni bir dizi olmasına rağmen bu dizinin henüz ilk bölümlerindeki annelik temsili, sinir bozucu seviyededir. Diziyi izlerken dişlerinizi sıkmadan, annenin kızı üzerindeki uygulamalarına şaşırmadan etmek mümkün değil. Dizi, ezber bozucu bir senaryoya sahiptir. Nalan’ın aslında annesi sandığı Feride, anneannesidir. Feride oldukça sert yapılı, titiz, kontrolü elinde tutan ve aristokrat bir aileden gelen güçlü bir karakterdir. Gerçek hayattan uyarlama bu dizide, ilk bölümlerden Feride’nin ‘travmasının’ olduğu ve Nalan ile arasındaki ilişkinin sevgi dolu geleneksel anne-kız ilişkisi olmaktan çok öte bir ilişki olduğu anlaşılır. Nitekim Feride, Nalan’ın ‘bekâretini’ ne pahasını olursa olsun korumakta; ona korse giydirerek işkence etmekte; tıpkı Pamuk Prenses Masalı’ndaki prenses gibi onu ‘cam’ bir tabuta hapsetmektedir. Feride, korseyi öyle sıkı sıkı bağlar ki, hiçbir erkeğin ona dokunmayacağını her gün ilan eder. Buna rağmen ataerkinin sınırına girmesini engelleyemediği Nalan’ı, bekâret testi için kliniğe götürür. Aslında Feride, Nalan’dan intikam almaktadır. Simone de Beauvoir’un de ifade ettiği gibi, annenin davranışları burada semboliktir; bu semboller çocuk için acı vericidir. Anne, çocuğunu dövse de bu eylem yalnızca bir dövme eylemi değildir. Anne ya erkekten, ya kendisinden ya da tüm dünyadan intikam alır. Dizide özellikle büyükannenin, torununa karşı sevgi dolu duygular beslemesi beklenirken, öyle olmadığı daha ilk dakikalardan anlaşılır. Büyükannenin duyguları gelgitlidir. Hatta çoğu zaman ölen kızını görüyor gibidir; hayal dünyası ile gerçek dünya arasındaki bağlantısı kimi zaman belirsiztir.
“Amacım burada dizileri olumlu ya da olumsuz açıdan eleştirmek değil. Esas niyetim, Türk dizilerindeki annelik temsilinin, her üç dizi için de ezber bozucu özlerine değinmektir. İzleyiciler ‘bu nasıl anne?’, ‘böyle anne olmaz olsun’, ‘anne dediğin merhametlidir’ diyebilirler. İlk kez üvey anneler dışında öz annelerin de kötü olabileceği gerçeği ile karşı karşıyayız.”
Bu anlamda annenin, ‘zalimliği’ bilinen bir gerçek olsa da; bu gerçek, ikiyüzlülükle inkâr edilir ve ‘kötü anne’ fikri hasıraltı edilir. Kötü anne olsa olsa üvey annedir. Dizide annenin, kız çocuğunun hayatını nasıl tükettiğine dair her sahne; kutsallaştırılmış ve yüceltilmiş annelik mitlerini alt üst eder. Dolayısıyla dizi, annelik mefhumuna dair yüzleşmemiz gereken birçok unsuru gün yüzüne çıkarır.
Kızının 22 yılını çalan saçından çeke çeke eve getiren anne
Masumlar Apartmanı, isimli dizide ise Budaycıoğlu’nun ‘Madalyonun İçi’ isimli kitabından uyarlanmıştır. Dizi başlı başına dramatiktir. Dizide ön planda olan konu ise ‘aile’ içi ilişkilerin, ailedeki her bireyin hayatına nasıl sirayet ettiğidir. Dizide öz anne temsili, arka planda bırakılmış gibi görünse de anneden kız çocuğuna güçlü bir aktarım söz konusudur. Dizide Safiye, evin büyük ablasıdır. Safiye’nin temizlik takıntılı hali ise kendisi için aşılmaz bir durumdur. Her şeyin devamlı olarak pis olduğunu düşünen ve eşyalardan yiyeceklere kadar ulaşabildiği her şeyi üst üste yıkayan bir karakterdir. Hatta temizlediği şeyleri, ne kadar çok çabalasa da asla temizlendiğini düşünmez. Saplantılı bir karakter olan Safiye, aynı zamanda hırçın ve sert mizaçlıdır. Bu hayatına mal olan özellikleri ise annesinden devralmıştır. Safiye’nin durumu, haliyle diğer aile fertlerini de etkiler ve dolayısıyla aile içi ilişkileri oldukça sorunludur. Örneğin 27. bölümde çok trajik bir sahneye şahit oluruz. Bu sahnede Safiye, annesinin kendisine yaptığı kötülükleri anlatarak içini döker. ‘Sokak ortasında suratına tükürdü mü annen?’, ‘Sen hiç okula gitmek için yalvardın mı?’, ‘Saçından çeke çeke eve getirdi mi seni?’ der ve ekler, ’22 yılını çaldı mı senin annen ve sen o 22 yıl sonra tüm kötülüklerine rağmen o anneye hak verdin mi?’ sözleri dokunaklıdır zira Safiye, annesi tarafından kendisinin ‘uğursuz’ olduğuna inandırılmıştır. Annesinden miras kalanlar, Safiye’nin hayatına mal olmuştur. Safiye, öz annesi gibi olmak istemese de onun da tutum ve davranışları çoğu zaman annesinin bir yansımasıdır.
Çocuğuna bakmayan ama onu doğuran anne
Doğduğun Ev Kaderindir, isimli dizi de gerçek hayattan uyarlamadır. Bu dizi Budaycıoğlu’nun ‘Camdaki Kız’ hikâyelerinden biridir. Dizide derin bir ‘dram’ söz konusudur. Başroldeki Zeynep isimli karakterin kaderini, gerçekten de doğduğu ev belirler. Zeynep, yoksul bir ailenin çocuğudur. Annesi ise merhametli, sevgi dolu ve fedakâr anne imajının tam zıddıdır. Aile yoksul olduğu içi Zeynep’i, çalıştıkları evdeki aileye verirler. Zeynep, bu aile sayesinde iyi bir eğitim alsa da kaderi kendisi için bir düğümdür. Hatta Zeynep sürekli olarak, annesinin onun için fedakârlık yaptığını düşünür. Zeynep’in sevdiği bir erkek olsa da, öz annesinin engeli ile karşılaşır. Annesinin duygu sömürüsü karşısında Zeynep, onu mutlu etmek için iki aile arasında parçalanmış bir hayat yaşar. Annesi, Zeynep’in bir başkasıyla evlenmesi için ikna eder. Dizinin genelinde annenin, merhametsiz bir kadın olduğu gerçeğiyle sürekli yüzleşiriz. Zeynep her ne kadar öz annesi Sakine’yi memnun etmeye çalışsa da, O her seferinde onun huzurunu kaçıracak bir şeyler bulur. Zeynep bir şekilde onu mutsuz etmeden ondan kopmaya çalışır. Bu öyle rahatsız edici bir gerçektir ki senaryonun gidişatı, izleyiciyi ekran başında sinir krizlerine sokar. Dizide izleyiciyi açmaza düşüren temel konu, doğuran kadının mı yoksa bakım veren kadının mı gerçekten anne olduğu düşüncesidir. Neticede yoksul olsa bile bir annenin kendi çocuğuna bakması gerektiği normu, bu noktada çıkmaza girer.
Anneliğe dair açmazları görünür kılan kötü anne
Amacım burada dizileri olumlu ya da olumsuz açıdan eleştirmek değil. Esas niyetim, Türk dizilerindeki annelik temsilinin, her üç dizi için de ezber bozucu özlerine değinmektir. İzleyiciler ‘bu nasıl anne?’, ‘böyle anne olmaz olsun’, ‘anne dediğin merhametlidir’ diyebilirler. İlk kez üvey anneler dışında öz annelerin de kötü olabileceği gerçeği ile karşı karşıyayız. Kötü anne temsili bizleri bir yandan kutsal anneliği sorgulamaya iterken diğer yandan da anneliğe dair açmazları görünür kılar. Anneliğe dair kutsallık, bir normdur ve onun kötücül bir varlık olabileceği ihtimalini ya görmeyiz ya da görmezden geliriz. Anneliğin öteki yüzünü inkâr etme durumu, çeşitli söylemlerle de pekiştirilir üstelik. Annelik kadının birincil görevidir; her kadın bir gün anne olmanın hayalini kurar veyahut modern yeni anne birçok işi bir arada götürebilecek yeteneğe ve iradeye sahiptir… Anne de -tıpkı Doğduğun Ev Kaderindir dizisindeki anne gibi- söz konusu söylemlere dayanarak; ‘anne yüreği’, ‘ben anneyim, anlarım’ sözleriyle kendisine bir iktidar alanı yaratır. Söz konusu tutum ve davranışlar, çoğu zaman çocuğun üzerine taşımayacağı bir minnet çuvalı bırakır. Ancak incelenen dizilerde gördüğümüz gibi anne-kız çocuğu kuşak çatışması, psikolojik hastalıklar ve hayal kırıklıklarına çokça şahit oluruz. Geleneksel söylemler, anneliği kutsallaştırır ve çocuklar, hem annenin kendini gerçekleştirme nesnesi olur hem de istenilen yöne çekilmek istenirler. Böylelikle de anneliğe dair yüceltme Ayşegül Yaraman’ın Cinsiyetçi İkiyüzlülük kavramı dâhilinde, yeniden üretilir. Nihayetinde, anlaşılan o ki ‘Kadın’ dizisindeki fedakâr ve cefakâr anne algısı; bu üç dizide çatırdamaya başlamış gibi görünmektedir.