Köln Ludwig Müzesi’nde açılan Füsun Onur retrospektifini geziyor, sergi vesilesiyle ziyaret ettiğimiz dinamik müzenin, dinamik ve samimi direktörü Tuncelili bir baba, Polonyalı bir annenin oğlu Yılmaz Dziewior ile sohbet ediyoruz.
Füsun Onur retrospektifi Almanya’nın Köln kentinde Ludwig Müzesi’nde açıldı.
Serginin iki küratörü var. Biri müzenin sabit çağdaş sanat, fotoğraf ve yeni medya küratörü Dr. Barbara Engelbach diğeri Arter müzesi sabit küratörü Füsun Onur-dostu, uzmanı Emre Baykal.
“Sergiyi gezerken bir arkeolojik kazı gerçekleşti” diyor Barbara Engelbach.
Füsun Onur’u anlamaya doğru attığı adımlarını yine Füsun Onurvari bir şekilde yavaşlatıyor. Sergiyi yavaş yavaş gezdikten sonra müze direktörü Yılmaz Dziewior ile sohbet ediyoruz.
“Bu sergiyi önce kendim için istedim” diyor Dziewior…
“İşlerini toplu bir şekilde görmemiştim. Barbara Engelbach yapalım dediğinde hemen kabul ettim. Bu benim için büyük bir fırsattı. Öte yandan Köln için de iyi bir fırsat olacaktı.”
Köln, Almanya’da Berlin’den sonra en çok Türk göçmenlerin yaşadığı kent.
Ludwig Müzesi, bir devlet müzesi.
Bütçesi tamamen Köln kenti bütçesine bağlı, vatandaşların ödediği vergilerden geliyor.
Dziewior yalın ama dinamik ve dolaysız bir müzecilik anlayışı sergiliyor.
Daha önce Nil Yalter ve Gülsün Karamustafa’yı ağırlamış.
Yine de Almanya genelinde Türk sanatçılara yeterince solo sergilerin düzenlendiğini düşünmüyor.
Füsun Onur retrospektifini yaparken ise müze olarak kriterini sanatçının yaşıyor olmasına göre oluşturduğunu ifade ediyor:
“Füsun Onur, 85 yaşında. Bugüne kadar ürettiklerinin bazılarını ise yok etmiş bir sanatçı. Yok etmiş belki yer sorunu yüzünden. Ama hayır, Füsun Onur başka bir sanatçı. Bu bir tavır da aslında. Sanatıyla kendini ifade ediyor. Tatmin oluyor ve sonrası çok da yok onun için. Ama bizim için var. Biz bir müzeyiz. Saklamak, muhafaza etmek, bütünlük içinde bunu aktarmak, iletişim kurmamız önemli. Füsun Onur’u yaşarken sergilemek çok önemliydi bizim için.”
Dziewior öte yandan izleyicinin, Ludwig Müzesi’nde ne sergilenirse onun çok önemli bir sanatçı olduğu için sergilendiği fikrine sahip olduğunu, bu etkinin farkında olarak sergi düzenlendiklerini sözlerine ekliyor:
“Ludwig Müzesi Füsun Onur gösteriyorsa, demek ki Füsun Onur çok önemli bir sanatçı! Bu etkinin farkındayız!”
Füsun Onur’un müzedeki koleksiyondan ziyade Köln kentiyle kurduğu ironik ilişkinin bir benzerini Dziewior ilk olarak Venedik Bienali’ndeki Türkiye pavyonu yerleştirmesinde görmüş.
Bu yerleştirmeyi bütün toplumsal ve politik beklentilerin farkında ve bunların ötesinde yaptığını düşünmüş:
“Bu küçük küçük işler mekanı dolduruyordu. Daha görkemlisine, daha dikkat çekenine, daha cazibelisine ihtiyaç yoktu. Bunu bir kez daha anladım burada….”
Onur’un bu tavrını anti-monumental, anıt karşıtı olarak değerlendiren Dziewior çok haklı.
Dünya Katolik gençlerinin kutsal yapısı, şehirde nereye giderseniz adeta sizi takip eden Köln Katedrali’nin 157 metrelik boyuna zıt, yatay, hikaye, özlem, çocukluk, Boğaz, yasla dolu şahsi işlerin yarattığı gerilim, Füsun Onur’un heykel formülüyle söylersek, “kentin” uzayında, “gerçek oylumla gizli oylumu” buluşturabiliyor.
Sergide daha önce hiçbir yerde sergilenmemiş Sahne serisi de yer alıyor.
Serginin eş küratörü Emre Baykal’ın katkılarıyla Füsun Onur’a dair sergi ‘kazı’sından çıkarılan seri, hem iki boyutlu hem üç boyutlu yine kişisel sembolik göndermelerle örülü bir seri.
Yine bu sergiye dair özel bir işinde de Onur, müzenin en geniş odalarından birinde izleyici için yerleştirdiği iskemlelerle odaya astığı melek formunda bir figürle kardeşi İlhan’ı uğurluyor.
Kalıt, yeniden üretilen Çiçekli Kontrpuan, 1971 yılında Paris Bienali’nde sergilenen pompa ile şişirilen yelken bezinden interaktif heykeli, hep birlikte Ludwig Müzesi’nde, Onur’un süreç odaklı, psişik içeriklerle ördüğü işlerini toplu olarak sergilerken her birine asla bitmeyecek o sırada çalmakta olan bir bestede birer nota olma özelliğini tanıyor.
Köln izleyicisine bu notaları kendince bir ritimle, çeşitlendirme düşüyor.
Pembe botun suyun üzerindeki kırılganlığı, hassaslığı üzerine de…
1995 tarihli Orient’te Buluşalım kurgusu da Köln’de yeni anlamlar kazanıyor.
“Sanatın sınırları nerededir? “ diyen soran Onur, şöyle yanıtlıyor:
“…hem hiç yokmuşçasına alabildiğince geniş hem de her iş kendi iç mantığının sınırlarıyla çevrili.”
Bu sınırlara başka bir kent, başka bir su, bir nehrin içinden geçen bir kent, yeni sınırlar mı katar?
Bir müze aslında sınırsız bir kent midir? Olmayan bir kent, sınırları olmayan bir kent midir?
Yılmaz Dziewior, Ludwig Müzesi’nin direktörü olarak maksadının aslında bir “aidiyet” hissini ortaya çıkarmak, aralamak olduğunu söylüyor.
“Böyle başka bir yerde yaşasaydım… Örneğin bir göçmen, aidiyet hissini duymak ister. Özdeşleşmek ister. Bu din olabilir. Bu cinsiyet olabilir. Bu konular aracılığıyla nereden geldiği üzerine düşünür. Yakınlık duyar. Aidiyet hissi oluşur. Galiba müze olarak tam da bunu yaratmak istiyoruz. Andy Warhol ya da Füsun Onur aracılığıyla, maksat izleyicide bir aidiyet duygusu yaratabilmekte.”