70’lerin en popüler dizilerinden Beyaz Gölge’deki (The White Shadow) basketbol koçu Ken Reeves rolüyle tanınan Tony ve Emmy ödüllü Ken Howards 71 yaşında vefat etti. En son Tina Fey’in 30 Rock’ında TV patronunu oynayan Howard’ı batug.com’dan aldığımız Selim Ataz’ın "Beyaz Gölge" Kuşağı yazısıyla anıyoruz.
Çok enteresan; konu basketbol olunca, değişik yaş gruplarına mensup kişiler aynı dili konuşabiliyor, benzer coşkuları ve heyecanları duyabiliyorlar. Bu gayet hoşnutluk veren bir durum. Mesela aynı platformu, yani batug.com sitesini paylaştığımız, "Bilgi Çağı" kuşağından son derece donanımlı gençler ile "Beyaz Gölge" kuşağından sökün eden bizlerin aynı dalga boyunda iletişim kurabilmesi bana inanılmaz derecede haz veriyor. Bizim neslin bilgi birikimi ile yeni neslin veritabanları tokuşup, kaynaşınca, ortaya tadına doyulmaz mahsuller çıkıyor.
Burada bilgi ile verinin farkına parmak basmak isterim. Veri, henüz işlenmemiş bilgidir. Yani ruhu olmayan veri, bilgi mertebesine yükselemez. Aynı yaşanan tecrübelerin, bir kulaktan girip diğerinden firar eden öğütlerden defalarca daha etkili olduğu gibi. Pratiğe dönüşemeyen teorilerin iktidarsız kalmaya mahkum edileceği gibi.
Bizim kuşağı, bu bakımdan biraz daha şanslı görüyorum. Çünkü bizlerin gönlüne basketbol sevgisini eken "Beyaz Gölge" diye bir televizyon dizisi vardı. Basketbolün sadece istatistiklerden, taktiklerden, top cambazlığından meydana gelmediğini; işin bir kültürü ve ahlaki boyutu olduğunu buradan öğrendik.
***
"Beyaz Gölge", Chicago Bulls takımının sözde forveti Ken Reeves’in geçirdiği diz sakatlanmasının ardından zorunlu emekliliğe geçişiyle başlar. Profesyonel bir sporcu, iyileşme şansı bulunmayan bir sakatlık geçirdiğinde, ilerleyebileceği birkaç mesleki rota vardır. Ya televizyon kanallarında, gazetelerde spor yorumculuğu yaparlar, ya otobiyografi yazma işine girişirler, ya da tecrübelerini kullanarak kendilerini genç yeteneklerin yetiştirilmesi misyonuna adarlar (tabii ki belli bir ücret karşılığında!) Ken Reeves de, kızkardeşi Katie’nin karşı görüş bildirmesine rağmen, eski dostu ve takım arkadaşı Jim Willis’in üstelemesiyle basketbol kariyerini Los Angeles Carver Lisesinin basketbol koçluğu görevini üstlenerek devam ettirme kararı alır (yeri gelmişken belirtelim, "koç" terimi, bu dizi sayesinde dilimize yerleşmişti.) Jim, siyah ırkın baskısı altındaki bu düzensiz ve sokak kanunlarının hüküm sürdüğü okulun müdürüdür.
***
"Beyaz Gölge" ya da orijinal haliyle "The White Shadow" dizisi; basketbol sporunun yanı sıra kent yaşantısıyla boğuşan liseli gençlerin sorunlarına odaklanmıştı ve seyircilere etik değerlerin, iyi basket oynamak kadar önemli olduğunu kavratıyordu.
Carver Lisesi oyuncularının serüvenleri basketbol sporu üzerine yoğunlaşmış izlenimi verse de, dizinin muhtelif bölümlerinde kahramanlarımız; uyuşturucu illetiyle, çetelerle, ırkçılıkla, kifayetsiz eğitimcilerle, maddi darboğazlarla yüzleşiyorlar ve girdikleri çıkmaz sokaklardan, koç Reeves’in takviyeleri ve hayat dersi niteliğindeki öğütlerinin kılavuzluğunda çıkabiliyorlardı.
Karakterler çok inandırıcıydı ve her bölüm sona erdiğinde, kıssadan hisse mesajlar beynimizin bir yerine, gerektiğinde hatırlanmak üzere yuvalanıyordu.
Koç Reeves idmanlar boyunca oyuncularına son derece sert ve acımasız davranıp, ekibini rekabetçi bir takım kalıbına sokmaya uğraşıyordu. Saha dışında ise daha farklı fakat dengeli bir kişilik sergileyip, takım üyelerinin her müşkülatıyla tek tek ilgileniyordu.
Bir aile havasının solunduğu Carver Lisesi takımının genç, neşeli ve enteresan şahsiyetleri, koçları Reeves’e sırt dayamışlardı. Beyaz Gölge Reeves de müritlerine ziyadesiyle önemli bir mücadele olan yaşam maçında en etkili asistleri yapmak için tetikte bekliyordu.
***
Beyaz Gölge, gösterimde olduğu dönemde bir yığın eleştirilere uğramıştı. Irk ayrımı karşıtları, dizinin baş karakterinin, "tekke lideri yüce beyaz adam" portresi çizerek, teşhir ettiği bilgelik ve şefkatle sorunlu ve alt sınıfa ait siyah okul çocuklarının koruyup kolladığını iddia etmişlerdi. Halbuki dizide yer alan otorite sahibi şahsiyet sadece koç Reeves değildi ve okul müdürü Jim siyahiydi. Ayrıca aşağılandığı söylenen öğrenciler, bazı bölümlerde koçlarından ve diğer öğretmenlerinden daha akıllıca hareket edip onların da azınlıkların ve yoksulların gerçek yaşamları hakkında aydınlanmalarını sağlıyorlardı.
***
Beyaz Gölge’nin yaratıcısı Bruce Paltrow, tahmin edebileceğiniz gibi büyük bir basketbol fanatiği. Onu tanımasanız bile şöhretli kızı Gwyneth Paltrow’u bilirsiniz. Hani şu "Shakespeare in Love" filmindeki rolüyle en iyi aktris Oskarını alan Hollywood prensesi.
Bay Bruce, gerçekten basketbol olayının dibini bilen bir zatmış. Daha o zamandan, lise oyuncularının erken profesyonelliğe geçişinin verebileceği zararlar konusu gibi gayet derin noktalara parmak basmaktaydı. Belki hatırlarsınız; dizinin bir bölümünde Warren Coolidge (hani şu uzun boylu, şaklaban şahıs) kapasiteli gençlerin peşinde vampir gibi dolanan NBA ajanlarının vaat ve tahrikleriyle, profesyonelliğe erken geçiş için şiddetli bir istek duymuş ve koç Reeves onu, okulda kalması ve öğrenimine devam etmesi için ilginç yöntemler kullanarak ikna etmişti.
Paltrow, daha sonra yapımcılığını üstlendiği St. Elsewhere adlı başka bir dizide, Coolidge’i canlandıran Byron Steward’ı, geçirdiği sakatlık yüzünden basketbol yıldızı olma hayalleri suya düşen erken profesyonel hastane hademesi rolünde oynatmış ve sessizce mesaj verme eylemlerine devam etmişti.
Bu sezonun draft gecesinde dikkatinizi çekti mi bilmem. Seçilen elemanlar arasında, hem de ön sıralarda, nice lise öğrencisi vardı. "The White Shadow" dizisini seyretmiş olsalar, aynı tercihi yaparlar mıydı dersiniz? Kurtlar sofrasına salıverilen bu körpe delikanlılar, biraz daha dişlerini sıkıp, olağanüstü yeteneklerinin yanına, aynı gece draft edilen Duke mezunu Shane Battier’nin sabırla edindiği karizmayı, olgunluğu ve oturmuşluğu katsalardı fena mı olurdu?
Dizinin unutulmaz karakterleri Koç Reeves, Müdür Jim Willis, Müdür Muavini Bayan Buchanan, takım elemanları jonklör gard Thorpe, kaptan Salami, kabiliyetli Hayward, gece dahi güneş gözlüğüyle gezen Curtis Jackson (sicey), Reese, gözlüklü Goldstein, Meksikalı Gomez, Coolidge ve diğerleri, zihinlerimizde iz bırakan, hala keyifle andığımız serüvenler yaşatmışlardı bizlere.
Takım üyelerinin duş alırken söyledikleri "Duke of Earl", "My Girl", "Under the Boardwalk", "Charlie Brown" gibi R&B nağmelerini unutmak mümkün mü? Lise döneminde öylesine etkilenmiştik ki bu hadiseden, biz de "Duş Kuşları" adıyla bir grup kurarak, her teneffüs zili çaldığında tuvalete koşup çatlak seslerimizle bağıra çağıra şarkılar söylüyorduk.
Ya Harlem Globetrotters’ın katıldığı bölüm… Ertesi gün hepimiz basket sahasına seğirtip top virtüözlerinin yaptıkları akıl almaz hareketleri taklit etmeye çalışmıştık.
Curtis Jackson’un liquor shop’ta (alkollü içki satan mağaza) vurulmasının ardından yas tutmamızı, bazı oyuncuların Carver lisesinden mezun olmasından ve diziden ayrılmasından sonra duyduğumuz hüznü, amatör duş korosunun plak yapmak için girişimde bulundukları zaman duyduğumuz heyecanı, koç Reeves’in harikulade yetenekli bir sokak basketbolcüsünü (Hayward) okula döndürmek için bahse tutuştuğu parktaki teke tek maçı izlerken yaşadığımız gerilimi kelimelerle anlatmanın imkanı var mı?
Kimbilir, TRT bir gün Beyaz Gölge’yi tozlu arşivlerden çıkartıp, tekrar yayınlamaya başlar.
Belki bizlerin, bu olayın gerçekleşmesi için çaba göstermemiz gerekiyor.
İnanıyorum ki, Beyaz Gölge’yi günümüzün gençleri seyredebilselerdi, bu lezzetli ve samimi dizi daha büyük ve bilinçli bir kitlenin beğenisini kazanırdı.