A password will be e-mailed to you.

Sanat ve mimariden birçok stil ve isme atıfta bulunan çalışmalarıyla 4 Ocak’a kadar Art On İstanbul’un konuğu olacak Klaus Mosettig’le yazarımız Müjde Metin görüştü.

Klaus Mosettig’in, projeksiyonu benimseyerek yarattığı ve görenlerin röprodüksiyon yanılgısına düşmesini istemediği, kendine özgü bir tekniği var. İstanbul’daki ilk solo sergisi vesilesiyle biz de Mosettig’le bir söyleşi gerçekleştirip, sanatçının zihnindeki, Pollock ve Albers’i anımsatan iz düşümlerini irdeledik. Sanatçıların üzerindeki teknoloji dalgalarını, soyut sanatın melankoliyle ilişkisini, sanattan beklentilerimizin ne kadar gerçekçi boyutlarda olduğunu konuştuk.


Müjde Metin: İlk olarak, çalışmalarınızda kullandığınız metodu anlatabilir misiniz?

Klaus Mosettig: Boş kâğıt üzerine slayt yansıtıyorum ve gördüğüm ışığı, gri tonlarda farklı kalemler kullanarak çiziyorum. Makine gibi çalışmaya dikkat ediyorum ve çalışma sürem boyunca da zaman, kâğıt üzerinde kendi kendine poz veriyor. Her birini aynı şekilde yarattığım için motifler, otomatik olarak birbiriyle ilişki kuruyor.

 
O halde bu işlere röprodüksiyon diyebilir miyiz?

Aslında işlerimi röprodüksiyon olarak tanımlamak istemiyorum. Onlar, dünyada var olan şeylerin basit çizimleri. Çoğu zaman bu şeyler, önceden yaratılan sanat çalışmalarını konu alsa da çizimlerim, yeniden yaratma amacı taşımadığı için röprodüksiyona hizmet etmiyor.


Çizimlerinizin amaçlarına ulaşamadıklarını hissettiğiniz zamanlar oluyor mu?

Asıl hedeflediğim güzellik. Sonucu yakalayamadığım zamanlarda, çizimlerimin başarısız olduğunu düşünüyorum. Amacım, motife olabildiğince sadık kalmak değil! Öyle olsaydı farklı çalışırdım. Örneğin, yansıyan en parlak beyazı dahi kâğıttan daha karanlık olan çok açık bir gri tonla çiziyorum. Bu sayede durum terse dönüyor; motifteki beyaz renk, kâğıttan bile daha parlak görünüyor.


Bu yaratım süreciniz dâhilinde teknolojinin yeri nedir?

Teknolojiyi pek umursamıyorum. Başka bir yöntemle de benzer sonuçlar elde edebilirdim. Ama ışıkla çalışmayı seviyorum ve kâğıda düşen figürleri resmederken de esasen projektörden çıkan ışığı resmetmiş oluyorum. Ayrıca bu çalışmalarımın, filmlerle ve bitkilerle olan önceki çalışmalarıma –her nasılsa– bağlandığını hissediyorum.


Peki, “Bilgisayarlar, sanatı bugüne kadar nasıl etkiledi?” diye spesifik olarak sorarsam…

Bence en önemlisi, bilgisayarların uluslararası alanda çalışmayı kolaylaştırması. Araştırmayı, sanatı sergilemeyi, katalogları basmayı, uzaktakilerle işlerini paylaşmayı da buna dahil edebiliriz. Öte yandan, tüm bunlar çok zaman harcamayı gerektiriyor ve bu da işin asıl kısmını, sanatı atlamaya sebep oluyor. İnsanlar, çalışmaları ekranlarda gördüklerinde, sanat işlerini gördüklerini zannediyorlar. Ancak bunlar ile gerçekleri arasında çok büyük farklar var. Bu rahat yaklaşımın ve dikkat dağılmalarının, sanat eserinin entelektüel sürecini yerle bir ettiğini düşünüyorum.


Materyal kullanımınızdaki teknolojik istikrar nereden kaynaklanıyor?

Yıllarca heykel yaptıktan sonra bir anda çizmeye karar verdim. Düşüncelerimi ifade edebilmek için de en temel araca yönelmek hoşuma gitti. O zamandan beri, karar verme aşamasına girmiyorum. Beni ne bekliyor olursa olsun, hep aynı tekniği kullanıyorum.


Albers Painting
ve Pollock Painting adlı eserlerinizi referans alacak olursak, Jackson Pollock ve Joseph Albers size çok mu ilham veriyor?

Olayın ilhamla alakası pek yok, ama elbette ilgimi çeken çalışmaların motiflerini çiziyorum. Pollock’la her şeyimiz farklı, Albers’le ise “medium” farklılığına –onun en çok ilgi duyduğu renklerin, benim gri tonlarımda yok olmasına– rağmen, aramızda büyük benzerlikler var.


O halde neden Pollock ve Albers? Neden Robert Rauschenberg değil mesela?

Başka sanatçıların çalışmalarını da çizdim. Ama çizimlerim çok zaman gerektirdiği için seçtiğim eser sayısı az oluyor. Teknik aksamalar da bir diğer etken. Örneğin, Albers’in monokrom boşluklarını aşırı ince uçlu kalemlerimle çizmek benim için oldukça zordu.


Melankoli ve soyut ekspresyonizm arasında sizce nasıl bir ilişki var?

Çalışmalarım bana göre soyut ekspresyonizmin tam tersi olduğu için bu soruyu cevaplamak zor. Ekspresyonizmden çok, derin düşünmeye meraklıyım. Diğer güçlü duygular gibi melankolinin de sanatın genelinde var olduğuna inanıyorum. İnsanların sanattan etkilenmesinin tek önemli nedeni de bu.


Sanat dünyasında öne çıkabilmek için strateji belirlemek gerekiyor mu?

Sanmıyorum, benim için sadece kendim olmak önemli. Ben çalışırken tüm enerjimi ortaya döktüğüm için zor geçen on yıldan sonra başarı, ancak kendiliğinden gelebildi. Tabii başarıya ulaşmak için strateji belirleyen sanatçılar da var, ama o zaman mutluluk gelmiyor. Bana göre, iyi bir çizimi tamamlamanın başarısı, önemli bir müze direktörüyle el sıkışmanın önünde gelir. Onlarla el sıkışmak zorunda olsam da…

 
Fütürizm ve sürrealizm gibi toplumu doğrudan etkileyen kışkırtıcı akımların bugüne yansımaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence her ikisi de güçlü önderleri olan epey idealist hareketlerdi. Bu yüzden dış dünyayla değil de kendi fikirleriyle ilgileniyorlardı. Özellikle sürrealizm, farklı sanatçıları barındıran önemli bir akım, ama fütürizm için aynı şeyi söylemeyeceğim; çünkü fütürizm, başarı uğruna yapılan sahtelikler barındırıyor. Bu yüzden fütürist sanatçıların çoğu, kendi kahramanlarına hayran olan ve aynı zamanda politika yapan iradesiz kişiliklere sahiplerdi.


Siz çalışmalarınızda mesaj kaygısı taşıyor musunuz?

Hayır, insanlar kendi mesajlarını kendileri ediniyor. Çoğu zaman buldukları türlü mesajlara şaşırıyorum. Her şey kişiden kişiye değişebilir; bu durum bazen iyi oluyor, bazen berbat… Sanatçı olarak da yanlış anlaşılmalarla birlikte yaşamayı böyle öğreniyorsun.


Bu noktada sanattan beklenti gereğinden fazla mı sizce?

Evet, aynen öyle olduğunu sanıyorum. Birçok insan sanatın gücünü ve büyük etkilerini görmek istiyor, bu da sanatçıların yüksek miktarda enerjisine mal oluyor. Ama diğerlerinin duygularını kucaklayan şeyler yarattığımızı hissedebilmek için onların sanat sevgilerine ihtiyacımız olduğunu da unutmamalıyız elbette.


Klaus Mosettig’in “It’s all the same” isimli sergisi, 4 Aralık – 4 Ocak tarihleri arasında Art On İstanbul’da görülebilir.

Daha fazla yazı yok
2024-11-22 08:43:35