Türkiye’deki haklarını Ayser Ali’nin ajansı A&A Rights Agency‘nin temsil ettiği Nobel ödüllü yazar Svetlana Alexievich‘in Çernobil felaketi üzerine yazdığı Çernobil Sesleri kitabı sonrası verdiği söyleşisini Hale Eryılmaz çevirisiyle yayınlıyoruz.
HEPİMİZİ KURTARACAK YENİ BİR DÜNYA GÖRÜŞÜ İHTİYACI
Çernobil’in sadece doğa ve insan genetiğine verdiği zararla ilgili değil, bu deneyimin hayatlarımızı ve bilincimizi nasıl etkilediği üzerine bir kitap. Çernobil yeni korkular ve duyarlılıklar yaratırken bazı eski korkuları da imha etti. Pek çok insan kaçıp ailelerini tehlikeden uzaklaştırmak ile Çernobil’de kalıp Parti’ye sadık davranmak seçimi ile karşı karşıya kaldıklarında gitmeyi tercih ederek Komünist yetkililere duyulan korkuyu yıpratmış oldular. Radyasyon korkusu, bu şekilde Parti patronlarına ve Parti yetkililerine duyulan korkuyu yatıştırdı ya da azalttı. Yetkililerin de Parti kartlarını bırakıp kaçmak istemeleri, hükümetin reddedildiği bir ortamda, Çernobil felaketinin ciddiyetini ortaya koyuyordu. Çernobil’in bu yönünü kimse bilmiyordu. Yazarken bu tepkiler esin kaynağımdı: insanlar hayatın anlamını ve genel anlamda hayatı düşünmeye başladılar; hepimizi kurtaracak yeni bir dünya görüşü ihtiyacını hissettiler.
BU KİTABI YAZMAK 10 YILIMI ALDI
Kitaplarımın hepsinde tanıkların şahitliği, insanların canlı sesleri yer alır. Normalde bir kitap yazmak 3, 4 yılımı alabilirken bu kitabı yazmam 10 yıldan fazla sürdü. Çernobil’de geçirdiğim ilk aylarda pek çok ülkeden gazeteciler, yazarlar yüzlerce soru soruyorlardı. Sıradan kelimelerle, alışkın olduğumuz terimlerle yaşananları açıklamaya çalışırken aslında hiç bilinmeyen, gizemli bir fenomenle karşı karşıya olduğumuza ikna olmuştum. Komünist sistemin hatalarından, insanların aldatılmış olduğundan, bu durumlarda neler yapılması gerektiğinin anlatılmamış olmasından vs. konuşuyorduk. Hepsi de çok doğruydu tabi ki.
KİMSE MESELENİN DERİNİNE BAKMIYOR
Beyaz Rusya ve Ukrayna’da güçlü milliyetçi, Rusya karşıtı duygular yaygındı çünkü patlayan Rusya’nın nükleer santralıydı; Rusya bizi radyasyona buladı diyordu insanlar. Ama bu sorular bana biraz yüzeysel geliyordu. Sadece politik ya da sadece bilimsel yanıtlar yeterli değildi – kimse meselenin derinine bakmıyordu. Orada karşılaştığım diğer gazetecilerin yaptığı gibi çok hızlı bir kitap yazmam söz konusu olabilirdi. Yüzlerce bu tip insan vardı. Ben başka bir yaklaşımı seçtim. Tanıklarla görüşmeye başladım, 500’den fazla insanla konuştum ve bu da benim 10 yıldan fazla zamanımı aldı. Bu deneyimle hayatları paramparça olmuş insanlar kollamaya başladım; gerçekte ne olduğunu, eski yöntemlerle baş etmeye çalıştıkları yeni dünyada aslında neler olup bittiğini düşünmelerini sağladım. Örneğin, Sovyet-Afgan savaş pilotlarının kullandığı askeri helikopterlerin yanan reaktör üzerinde uçtuklarını hatırlıyorum; makineli tüfekleriyle ne yapmaları bekleniyor hiçbir fikirleri yoktu. Ordu sistemi böyle çalışıyordu: Muazzam sayıda askeri personel ve savaş teknolojisinin her sorunu çözeceğine inanıyorlardı. Orada ise yüksek enerji fiziği, nükleer parçacıklar, radyasyon dozları ile uğraşmak zorundaydılar – ne olduğunu kimse anlamıyordu. Yaptığım 500’den fazla görüşmenin 107 tanesi kitabın son halinde yer aldı, yani yaklaşık beşte biri.
ÇERNOBİL DÜNYA GÖRÜŞÜMÜZÜ UÇURDU
Çernobil bize modern medeniyetin “güç tutkusunun” ne kadar tehlikeli olduğunu gösterdi. Güce ve baskıya bel bağlamanın kusurları nasıl da aşikar. Modern dünya görüşlerimiz bizim için, kendimiz için ne denli tehlikeli. İnsani insan, teknolojik insanın nasıl da gerisinde kalıyor. Bu felakette sadece reaktörün çatısı uçmadı; Çernobil bizim tüm dünya görüşümüzü uçurdu; ilk kez Sovyet-Afgan savaşı ile sarsılmış olan Sovyet sisteminin temellerini bir kez daha sarstı. Hayatlarımızı külliyen yıkan çok güçlü bir patlamaydı.
DOKTORLAR VE İTFAİYECİLER ÖLDÜ
Beyaz Rusya’da ve kısmen Rusya’da genelde olan şudur: insanların gördükleriyle resmi söylem çok farklıdır. Yetkililerin amacı nedir? Kendilerini korumak için çok çaba sarfederler. Totaliter yetkililer de o günlerde bunu çok canlı biçimde hissettirdiler: panik yaşanmasından, gerçeklerden korktular. Çoğu insan olan biten hakkında fikir sahibi değildi. Kendilerini korumak adına yetkililer insanları kandırdı. Her şeyin kontrol altında olduğuna, tehlike bulunmadığına insanları inandırdılar. Çocuklar bahçede futbol oynuyor, sokakta dondurma yiyor, bebekler kum havuzlarında oynuyor, hatta pek çok insan güneşleniyordu. Bugün, o çocukların yüzlercesi, binlercesi sakat ve pek çoğu da öldü. Nükleer felaketle karşılaşan insanlar kendilerini bu sorunla tek başlarına buldular. İnsanlar gerçeğin kendilerinden gizlendiğini, ne bilim insanlarının ne doktorların, kimsenin kendilerine yardım edemeyeceğini anladılar. Bu durum kendileri için tamamen yeniydi. Örneğin itfaiyecileri alalım, kendileri neredeyse bir reaktöre dönüşmüştü bu insanların: doktorlar onları soyup manuel muayene ediyorlardı. O doktorlar, bu insanlardan ölümcül dozda radyasyon aldılar. Sonrasında bu doktorların ve itfaiyecilerin çoğu öldü.İtfaiyecilerin özel koruyucu kıyafeti bile yoktu. Basitçe, yoktu işte o zaman. Herhangi bir yangına gider gibi gelmişlerdi. Böyle bir şeye kimse hazırlıklı değildi. Yaptığım görüşmeler bana gerçek hayat hikayelerini anlattı. .
İKTİDARA OLAN KARŞITLIĞIMDAN DOLAYI BURADAYIM
Ben bağımsız bir yazarım. Kendime bir Sovyet yazarı diyemem, hatta bir Rus yazar olarak da görmüyorum kendimi. “Sovyet” kelimesi ile eski Sovyet İmparatorluğu’nun toprağını, Sovyet ütopyasının alanını kastediyorum. Kendimi Beyaz Rusyalı bir yazar olarak da görmüyorum. O dönemin, Sovyet ütopyasının yazarıyım diyebilirim, her kitabımda o ütopyanın tarihini yazıyorum. Geçici olarak Paris’teyim. Beyaz Rusya’daki siyasi ortam ve şu anki iktidara olan karşıtlığımdan dolayı buradayım. Kitaplarım pek çok ülkede basılmasına rağmen Beyaz Rusya’da basılmadı: Lukaschenko’nun iktidarda olduğu son on yılda hiçbir kitabım basılmadı Beyaz Rusya’da. Ama büyük ütopyanın karşısında küçük adamı yazmayı sürdürüyorum. Bu ütopyanın nasıl kaybolduğunu ve bunun sıradan insanları nasıl etkilediğini yazıyorum.
KİTAPLARIMDAKİ HİSLER, OLAYLAR GERÇEK
Hayat, aynı olayın o kadar farklı versiyonlarını ve yorumlarını sunar ki ne kurmaca ne de belgeler bu çeşitliliğe ayak uydurabilir; farklı bir anlatım stratejisi geliştirmem gerekti. Sokaktan sesler toplamaya karar verdim, etrafımda yatan materyali topladım. Her insan kendi metnini sunuyor. Ve ben bunlardan bir kitap oluşturabileceğimi fark ettim. Hayat çok hızlı hareket ediyor – ancak kolektif olarak tek, çok yönlü bir resim yaratabiliriz. Beş kitabımı da bu şekilde yazdım. Kitaplarımdaki kahramanlar, hisler, olaylar gerçek. Çok soru soruyorum, episodları seçiyorum, dolayısıyla kitabın yaratımına katılıyorum. Benim görevim sadece sokağa kulak misafirliği etmek değil, aynı zamanda bir gözlemci ve düşünür gibi davranıyorum. Dışarıdan çok basit bir süreç gibi gözükebilir: insanlar hikayelerini anlatıyor ne de olsa. Ama o kadar basit değil. Ne sorduğunuz, nasıl sorduğunuz, ne duyduğunuz, görüşmenin hangi kısımlarını seçtiğiniz çok önemli. Belgeleme olmadan, insani kanıt olmadan hayatın geniş alanını tam olarak yansıtamazsınız diye düşünüyorum.
TÜM DÜNYA RİSK ALTINDA
Amerika’nın 11 Eylül’den sonra farklı bir ülke olduğunu düşünüyorum. Amerika artık bu dünyanın ne kadar kırılgan olduğunu, ve ne kadar birbirimize bağlı olduğumuzu anlıyor. 11 Eylül’den sonra Amerikalılar kitaplarıma daha fazla ilgi duyabilir. Bu deneyimi kendileri için önemli bulan insanlar bulabileceğimi sanıyorum. Modern dünyada başka insanların acılarını göz ardı etmek tehlikeli. Tüm dünya risk altında. Korku, sevgiden daha fazla hayatımızın bir parçası. O yüzden Rusların acı çekme deneyimi özel bir değer kazanıyor. Yaşamak için hepimizin cesarete ihtiyacı var. Yeterince bulabileceğimizi umuyorum.