Mimar-yazar Korhan Gümüş, 15 Ocak 2013’te Taraf gazetesinde yayımlanan yazısının tam metniyle Sanatatak’ta.
Kentsel dönüşüm projeleri tartışılırken bazı temel konular arka planda kalıyor. Bu konuların başında da kamunun izlediği yöntemler var. Kentsel dönüşümün bu açıdan bir politikası yok ya da basitçe tercihler düzeyinde kalıyor. Oysa aygıtları tartışmadan bu konuda bir politikadan da söz etmek, var olan deneyimleri yenilemek mümkün değil.
Dünyada şehircilik deneyimlerinde izlenen yöntem, karar aşamasında kamunun bağımsız kuruluşlarla işbirliği yapmasını gerekli kılıyor. Karar aşaması spekülatörlere, yatırımcılara kapalı. İkinci aşama, proje yönetimi ise belirlenen çerçevede uzmanlık kuruluşlarının devreye girmesini gerektiriyor. Proje aşamasında, halkın katılımı ile yaratıcı süreçlerin gelişmesi için bir süreç olarak uzmanlık kurumları ile yarışmacı bir sistem içinde hizmetler alınıyor. Genellikle şeffaflık sağlamak ve proje sürecini katılımla gerçekleştirmek için semtlerde yerel proje bürolarıkuruluyor. Projelerin her aşamasında süreçten etkilenecek halkın görüşlerini almak için toplantılar düzenleniyor. Ancak proje hizmetleri tamamlandıktan sonra kapalı uçlu süreçlere, müteahhitlik hizmetlerine açılıyor, rekabet koşulları oluştuktan sonra.
Türkiye’de araştırma ve proje işleri müteahhitlik hizmetleri içinde geliştiriliyor. Kamunun müdahalesi piyasa mekanizmalarının devreye girmesini ve proje hizmetlerinin yatırımcı kuruluşlar, inşaat şirketleri tarafından yapılmasını amaçlıyor. Kamu tarafı önce yatırımcılar ile anlaşıyor. Kamu inisiyatifi ile bir yatırımcı/gayrımenkul şirketleri tarafından kentsel yenileme projeleri hazırlanıyor. Vatandaşın da müteahhide evini vermesini istiyor, yoksa kamulaştırıp kendisi veriyor.
Bugüne kadar gerçekleşen projelerin zayıf noktası burası. Bu durumda fiziksel çevreye yönelik müdahaleleri katılımla gerçekleştirmek, ya da alternatif mimari çözümler için yaratıcı enerjiyi seferber etmek bir tarafa, örneğin istihdam dışı kalmış nüfusun nasıl entegre olacağına dair programlar, ya da kadınların sosyal statüsünü geliştirmek, küçük üreticilerin şehir içinde nasıl yaratıcı endüstrilerle ilişki kurabileceğini düşünmek öncelikler arasında yer almıyor.
Oysa planlama ve projelendirme hizmetleri kamu işlevlerinin bir bölümüdür. Bu nedenle bilgi üreten kuruluşların yalnızca danışmanlık yapmaları ya da piyasa aktörleri gibi müteahhitlik hizmetleri altında görev yapmaları sorun yaratıyor. Araştırma, planlama, mimarlık, restorasyon hizmetlerinin ticari kuruluşlarla değil, uzmanlık kuruluşları ile gerçekleştirilmesi, yarışmacı bir sistemde geliştirilmesi, katılıma ve yaratıcılığa açık olması AB normlarına göre kamunun gözetmesi gereken temel bir koşuldur. Kamu yönetimlerinin uluslararası normları dayatma olarak algılamamaları, deneyimlere açık olması gerekir. Yerel yönetimlerin bu konuda bir deneyimi yok. Bu deneyimsizliğin üç önemli nedeni var:
1. Mimarlık, planlama, sosyal araştırma gibi işlevlerde piyasa ve resmi kurumlar dışında, bağımsız kurumlaşmaların olmayışı. Bu nedenle dünyada olduğu gibi şehircilik uygulamalarında kamusal sorumluluk üstlenen, bağımsız işlev gören kar amacıgütmeyen örgütler yok. STK’ların işlevi yalnızca itiraz etmekle sınırlı kalıyor.
2. Diğer neden misyon odaklı, entegre şehircilik projeleri yürütebilecek kamu örgütlerinin bulunmaması. Kamu işlevleri fragmante olduğu için sosyal amaçları kapsayabilecek, kamu müdahalesini bir bütün olarak yönetebilecek katılımcı bir örgütlenme yok. Bu nedenle planlama yalnızca fiziksel alanla sınırlı kalıyor ve kentsel dönüşüm bir imar meselesi gibi algılanıyor.
3. En önemli neden ise yerel siyasetin merkeziyetçi ideolojilerle biçimlendirilmesi. Bunun sonucunda imar meselesi, şehir araçsallaştırılıyor ve planlama teknik bir iş gibi algılanıyor. Siyaset imar rantlarını kontrol etmekle sınırlanıyor. Bu nedenle yerel yönetimler proje hizmetinin gerçekleştiği alandaki insanların ihtiyaçlarını, imkanlarını, isteklerini dikkate almakta zorlanıyor.