“A Quiet Place” (Sessiz Bir Yer) serisi tamamen sessizlik üzerine kurduğu anlatısıyla korku türüne yeni bir soluk getirmişti. 2018’deki ilk film “A Quiet Place” hem eleştirmenler hem de seyirci kanadında övgü toplayınca 2020’de devam niteliğindeki “A Quiet Place Part 2” geldi.
En ufak sese duyarlı olan canavarların istilası karşısında hayatta kalmaya çalışan insanların yaşadıklarını merkeze alan filmin ilk iki bölümünde Abbott Ailesi ile tanışmış ve onların canavarlarla olan mücadelesine şahit olmuştuk.
İlk filmin oyuncu kadrosunda Emily Blunt, filmin yönetmeni de olan John Krasinski, Millicent Simmonds, Noah Jupe yer alırken, ikinci filmde kadroya Cillian Murpy dahil olmuştu. (Ama bu sefer de John Krasinski yoktu)
Bu Canavarlar Sessizlik İstiyor!
Prequel bir hikâye olan üçüncü filmle birlikte, ilk filmin öncesine, olayların çıkış noktasına gidiyoruz. “Doğal yaşam”ın bittiği ve dünyanın sessizliğe gömülmesine sebep olan canavarların yeryüzüne indiği gün yaşananları konu edinen serinin üçüncü filmi “A Quiet Place: Day One” (Sessiz Bir Yer: Birinci Gün) filminin yönetmen koltuğunda bu kez serinin iki filmini de yöneten John Krasinski’nin yerinde, “Pig” filmiyle hatırladığımız Michael Sarnoski oturuyor.
Başrollerde “12 Yıllık Esaret” filmiyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü almış olan Lupita Nyong’o, “Game of Thrones” ve “Stranger Things”ten hatırlayacağımız Joseph Quinn yer alırken, yan castta Djimon Hounsou ve Alex Wolff var.
Filmin açılış sahnesi New York şehrinin görüntüsü üzerine binen yazıyla başlıyor; “New York’un günlük gürültü sesi 90 desibeldir. Bu da aralıksız duyulan çığlığa eşdeğerdir.”
Seslere fazlasıyla duyarlı olan canavarlar, dünyanın en gürültülü şehirlerinden biri olan New York’u adeta istila ediyor ve en ufak ses çıkaran her kim varsa çok hızlı bir şekilde olay yerinde bitip, onu avlıyor. Kanser tedavisi gören Samira (Lupita Nyong’o), klinikteki diğer hastalar ve hemşireleri Reuben’le (Alex Wolff) beraber şehir merkezine tiyatro oyunu izlemeye gidecektir. Başlangıçta pek gönüllü olmadığı bu teklifi pizza yeme şartıyla kabul eder ve kedisi Frodo’yu da yanına alır.
Aile Köklerine Yolculuk
Canavar hikâyesi temalı serinin ilk iki filminde bir aileyle birlikte yol alsak da ailenin bireylerini karakter bazlı olarak tek tek tanı(ya)madık, ikinci filmde kadroya katılan Cillian Murpy’nin canlandırdığı Emmett’i de keza aynı şekilde, ancak üçüncü ve -şimdilik- son filmde daha iyi işlenmiş bir karakter olarak Samira var karşımızda. Samira; hastalığıyla, şair yönüyle, kedisiyle, aile köklerine olan yolculuğuyla iyi yazılmış olduğu kadar, Lupita Nyong’o tarafından başarıyla da oynanmış bir karakter. Yakın ölçekte alınan planlarda mimikleri, ifadesi, bakışları gerçekten etkileyici ve seyirciyi de kendi duygusuna katar nitelikte.
Hikâye biraz ilerlediğinde dahil olan Eric içinse aynı şeyi söylemek mümkün değil ne yazık ki. İngiliz olan Eric, hukuk okumak için Amerika’ya gelmiş, kaçış anında panik atak sorunu olduğunu anladığımız genç bir adamdır. Kendisinin hakkında bildiklerimiz bu kadar, karakter olarak derinleştirilememiş ve Joseph Quinn performansıyla da biraz zayıf kalmış. Belki onu muhtemelen gelecek olan devam filminde daha fazla tanıma fırsatı bulacağız.
(Joseph Quinn – Lupita Nyong’o)
Genel olarak filmin senaryosu -özellikle ilk filme nazaran- zayıf nitelikte. Janr olarak korku olsa da drama da meyleden yanıyla arada kalan bir stil çiziyor; bu kez kanserli ve şair olan bir karakter ve de onun tatlı mı tatlı kedisi Frodo’yla olan bağı üzerinden daha duygusal bir hikâye örülmeye çalışılmış, hatta bu ikiliye Eric de dahil olunca arkadaşlık ve dayanışmaya da vurgu yapılan bir alan açılmış. Eric’in yardımıyla Sam’in kendi geçmişine, evine gitmesi, yüzleşmesi ona da seyirciye de hayatın anlamını sorgulatan ve kutsallığına atıfta bulunan duygular yaşatıyor.
Pizzadan Son Bir Dilimi Yemek Bile Yaşamak İçin Bir Sebep!
Samira hastalığı sebebiyle dünyada yaşayacağı pek fazla gününün kalmadığının bilincindedir. Hatta istila ve yıkım henüz başlamamış, hayat “normal” akışında gidiyorken kendisini, hastalığını ve de çevresini o kadar da önemsemeyen, boş vermiş bir Samira varken; finalde sevdiği şeyin peşinden gitmenin önemini kavrayan bir Samira var. Babasıyla küçükken hep gittikleri pizzacıya gidip en sevdiği pizzadan son bir dilimi yemek bile yaşamak için bir sebep!
(Lupita Nyong’o – Djimon Hounsou)
Tüm bunlar olup biterken merkezde bu üçlüyle ilerliyoruz, yan castın hikâyeye pek bir dahli olmuyor. Sadece ikinci filmde rol alan Djimon Hounsou’yu yeniden görmek hikâyenin devamlılığında bir bütünlüğü sağladığı için doğru bir hamle olarak duruyor.
Korku, Aksiyon ve Drama Bir Arada!
Üçüncü filmin en büyük artısı sinematografisinde ve atmosferinde. Sarnoski, Pig’de de birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Pat Scola’yı yanına almış ve birlikte ziyadesiyle işleyen kadrajlar çıkarmışlar.
Açılışta gayet güçlü bir aksiyon sahnesi var ve hemen başlangıçta ses tasarımının da ne denli etkileyici ve güçlü olduğunu anlayabiliyorsunuz. Michael Sarnoski başarılı bir yönetmenlik sergiliyor. İstilanın ve nereden geldiğini anlayamadığımız canavarların –ki sayıca en fazla bu filmde görüyoruz- kadraja hakim olduğu sahnelerin dehşeti ile tesadüfen karşılaşan ve birlikte yol alan Samira ile Eric’in dayanışma yüklü duygusal anlarının etkileyiciliğini aynı oranda geçiyor seyirciye.
Film, teknik anlamda gayet tatmin eder nitelikte ve bu keyfi çıkarabilmeniz adına tavsiyem, filmi mümkünse bir IMAX salonda izlemeniz olacak.
Keyifli seyirler.