2007 tarihli Karayip Korsanları: Dünyanın Sonu filmiyle noktalanan ilk üçlemenin ardından dördüncü film, oyuncu kadrosundaki radikal ve iddialı değişikliklerle izleyici karşısına çıkmıştı. Açık denizlerde azılı korsanlarla aşık atan bir kadın korsan rolüne ateşli İspanyol güzeli Penélope Cruz’un, soğuk güzelliği ve asilzade duruşuyla Keira Knightley’den daha çok yakıştığına birçok kişi katılacaktır. Ayrıca Karasakal rolünde Ian McShane’in muhteşem performansı filme yepyeni bir hava katmıştı; Karasakal’ın, Karayip Korsanları antagonistlerini ilk gördüğümüz sahnelere özgü o klasik “suspense” ile sunulması, akıllara kazınmış anlardan biriydi. Serinin beşinci filminde de en az bir önceki kadar radikal değişiklikler görebiliyoruz kadroda; yalnız ne derece iddialı olduğu tartışma konusu.
Bütün filmlerde hikayeyi Jack Sparrow’un gözünden izlesek de, Will Turner ve Hector Barbossa gibi karakterler olay örgüsü içinde en az onun kadar yer işgal ediyordu. Gizemli Denizlerde’yle bu durum biraz değişmeye başladı ancak kadrodaki diğer dev isimler bu filmi Johnny Depp’in kişisel şovu olmaktan çıkarıyordu. Son filmi bu şekilde tanımlamak çok da yanlış olmaz. İzleyici karşısına çıktığı ilk andan itibaren, her şeyden habersiz, kendi dünyasında afacan çocuk imajı çizen ve film boyunca da bunu sürdüren Johnny Depp’in yersiz sempatikliklerine ek olarak, Jack isimli maymun ve enteresan talihiyle olan ilişkisi üzerinden üretilen esprileri izliyoruz baştan sona. Gerçi bu sevimli atmosfer içinde Jack Sparrow’un gençliğini gördüğümüz flashback, insanın hoşuna gitmiyor değil. Kaptan Salazar’ı bir hayalete, Jack’i ise Kaptan Jack Sparrow’a dönüştüren olayı gördüğümüz sahne, filmin, Karayip Korsanları serisine getirdiği sayılı yeniliklerden biri.
Yüzüklerin Efendisi’nden alıntı
Kaya Scodelario tarafından canlandırılan Carina Smyth, bir astronomdur. Tutkusu ve keskin zekasıyla baskın bir figürdür ve olay örgüsünün akışına yön veren başlıca karakter olmasa da, bu akışın sağlanması için, önceki filmlerin kadın karakterlerinin etmediği kadar önem arz etmektedir.
“Hiçbir adamın okuyamadığı harita”yı okuyan kadın olması, Yüzüklerin Efendisi’nden çarpılmış bir replik ve feminist bir söylem olabilmek için biraz yetersiz, ancak filmin hiçbir öncülünün bu söyleme durmadığı kadar yakın durduğunun bir göstergesi. Bu yakınlık, getirilen bir diğer yenilik olarak yorumlanabilir. Üçlemenin son filminde Elizabeth Swann, korsanların kraliçesi ilan edilmiş ama en sonunda kocasını bekleyen ev kadınına dönüşmüştü. Angelica ise eril bir karakter olmasına rağmen, hikaye içinde Karasakal’ın ve Jack Sparrow’un güdümleri arasında gidip gelmişti. Carina Smyth, bütün hikayenin Poseidon’un Mızrağı’na yönelmesini sağlamıyor ve bunun ele geçirilmesi sonucu, hikaye onun çatışması üzerinden bir çözüme ulaşmıyor ama yolculuğun yapılabilmesi için kilit bir karakter. Buna ek olarak film boyunca, dönemin kadın-erkek eşitliği konusundaki dar kafalılığına işaret eden söylemlerin, algıların ve hatta tabelaların absürt ya da provokatif bir şekilde karşımıza çıkması, yönetmenin bu tartışmadaki yerini açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Yönetmenler sınıfı geçti ya senarist?
Filmin yönetmenliğini üstlenen Joachim Ronning ve Espen Sandberg, 32. İstanbul Film Festivali’nden, Kon-Tiki ile tanıdığımız isimler. Thor Heyerdal adlı bir antropoloğun Peru’dan Polinezya’ya bir sal üzerinde seyahat etmesini konu alan filmin görsel atmosferini başarılı bir şekilde kuran yönetmenler, Salazar’ın İntikamı’nda da benzer tabloları aynı başarıyla kuruyorlar. Ne yazık ki kurguda kullanılan 1950’lerden kalma zoom-in teknikleri ve belki de diyalogların sıkıcılığını gidermek için erken kesilen açı-karşı açı kurgularındaki planlar, pek ideal tercihler gibi durmuyor. Neticede Norveçli yönetmenlerin başarılı bir iş çıkardığını söyleyebiliriz. Peki aynı başarıyı, filmin senaristliğini üstlenen Jeff Nathanson’ın da gösterdiğini söyleyebilir miyiz?
Bundan önceki dört filmin de senaristliğini üstlenen Oscar ödüllü senarist Ted Elliott ve Terry Rossio ilk defa karakterlerini başka birine emanet ediyorlar. Serinin bütün filmlerini münferit hikayeler olarak ele alabiliriz; ilk üç film her ne kadar bir üçleme olsa da, filmler sıkı bağlarla birbirine kenetlenmiş değil ve üçleme kendi içinde bir bütünlük arz etmiyor. Dolayısıyla bu değişiklik, ilk başta bir sorunmuş gibi görünmüyor. Serinin tüm hikayelerini en basit haliyle, bir hazinenin peşine düşmüş muhtelif korsanlar/askerler olarak düşünebiliriz. Bu basit öykü Ted Elliott ve Terry Rossio gibi usta senaristlerin kaleminden çıktığındaysa, beyaz perdede mükemmel bir ritme, nefes kesen bir tansiyona ve çok katmanlı bir olay örgüsüne sahip bir film izleme şansı elde ediyoruz.
Ne yazık ki Salazar’ın İntikamı’nda bu girift olay örgüsünü görmek pek mümkün değil; hikayeyi ‘Salazar’a yakalanmadan Poseidon’un Mızrağı’na ulaşmaya çalışan Jack Sparrow’ diye özetlemek, onu en basit haliyle değil eksiksiz bir şekilde ele almak olur. Dolayısıyla film, öncekilere nazaran biraz yavan kalıyor. Ayrıca “Jack neden kıymetli pusulasını bir şişe roma değişiyor?”, “Barbossa kendini feda etmeden de kızı kurtaramaz mıydı?”, “Poseidon’un Mızrağı’nı arayan biri nasıl olur da büyüye inanmaz?” gibi sorularla baş başa bırakıyor bizi film; hiç alışık olmadığımız aşırı melodramatik unsurlar da cabası.
Serinin hayranlarını hayal kırıklığına uğratmayacak
En nihayetinde, Kaptan Sparrow’un nev-i şahsına münhasır kişiliği, hepimizin hayalini kurduğu kuralsız yaşamı ve çılgın maceraları yaşayan korsanlar ve hiçbir filmde bulamadığımız görsel atmosferi yüzünden seviyoruz Karayip Korsanları’nı. Beklentiyi tam olarak karşılamasa da, serinin hayranları, sırf bu özellikleri yüzünden seveceklerdir filmi.
Karayip Korsanları 5: Salazar’ın İntikamı (2017) Türkçe Dublajlı Uluslarası Fragman | izlesene.com