Dün akşam Şişli Kültür Merkezi’nde gösterimi yapılan Yeni Yaşam belgeseli, özellikle gerçek savaş sesini yanılsamasız aktarışıyla, yani o doğal sesiyle, bitmiş bir belge olmaktan ziyade deneysel bir film etkisine sahip. O yüzden bir belgesel ve ondan çok daha ötesi… Aynı zamanda kadınları merkeze alışıyla, onların gözünden savaşı aktarışıyla, reklam ve film dünyasındaki kadının o mevcut kurgusunu alt üst edecek Yeni kadın kahramanlar, pozisyonlar armağan ediyor bize. Kobane savaşını belgelemeye çalışan ve o sırada ister istemez yaşam mücadelesi veren ve verenlere tanık olan yönetmen Veysi Altay’la konuştum.
Kobane savaşıyla ilgili yapılmış en taze film Yeni Yaşam. Yönetmen Veysi Altay, kadınları filmin merkezine koyarak onların bakış açılarıyla bu adaletsiz savaşı belgelemeye girişmiş. Kadın kahramanların gözünden savaş ve gündelik savaş, duygu sömürüsü yapmadan akıyor. Filmin en etkileyici sahnesi, filmin kahramanlarından Elif’in sabah yatağından kalkarken gördüğü kameradan rahatsız olarak yorganını üstüne çekişi. En etkileyici öğesi ise sesi. Aslında filmin sesi filmin en büyük kahramanı, gizli anlatıcısı. Zaman zaman rüzgarın doldurduğu ve bir şey duymamızı olanaksızlaştırdığı ses, gerçeklik duygumuzu körüklüyor. Tamamen yerle bir olmuş kentin içinden yaşam çıkarmaya çalışan Kobaneli direnişçilerin gülmesi çok etkileyici bir de… Ağız dolusu gülmeleri. Her fırsatta. Tankların, bombaların, kanlı savaşın ortasında… Yarından emin, dünyanın yarın daha iyi bir yer olacağını düşünmeleri, bu uğurda yarın yaşamamayı bile göze almaları, Yarın’a olan inançları kesinlikle seyirlik.
Ayşegül Sönmez: Yeni Yaşam mümkün mü? Kobane bize bunu mu gösterdi?
Veysi Altay: Öncelikle belgeselimiz, Nû Jîn (Yeni Yaşam) "Kadın yaşamdır. Yaşam Direniştir. Direniş de Kobanê’dir” sloganıyla Kobanê’de IŞİD’e karşı YPJ saflarına katılan Elif Kobanê (18) Viyan Peyman ve Arjîn adlı savaşçıların Kobanê de yaşanan savaşın içindeki yaşamlarını konu alıyor. Nû Jîn ayrıca IŞİD’in 15 Eylül’de Kobanêye saldırısına ve YPG, YPJ’nin bu saldırıya karşı 5 aylık direnişine üç kadın savaşçının yaşamı üzerinden ayna tutmaya çalışıyor.Yeni yaşam mümkün. Tam da Kobane bize bunu gösterdi. Aslında sadece Kobanê değil, Rojava ve Rojava’da oluşan sistemi bize yeni yaşamın mümkün olduğunu gösterdi. Çünkü Ortadoğu’ya yabancı, diktatörlüklere karşı, insanların kendini sömürgelerden uzak yönetebilme imkanı sağladı. Bu da yeni yaşam anlamına geliyor. Bu sistem, Kobanê’deki direnişle birlikte dünya göndemine geldi ve somutlaştı. Çünkü işe kadınlar el attı ve bu konuda çok kararlı görünüyorlar. IŞİD’e karşı verdikleri mücadelede bunu gösterdiler.
-Filmi çekerken yaşadıklarınız filme mi benziyordu?
Evet. Aslında tam film sahneleri gibi. Gerçek olmayacak kadar büyük bir kadın direnişi vardı. Tabii ki sadece kadınlar yoktu direniş saflarında. Ama Kobanê’deki devrime kadınlar öncülük ediyordu. Aslında Kobanê’deki insanların tek istediği yaşadıkları yerde ölmekti. Ama ona karşı herşeyi yok eden, talankar, işgalci, katil sürüsü gürühu IŞİD vardı. Öyle olunca da Kobanê’de her kare film gibiydi. Savaş "ahlakı" yoktu. Ekolojiye, insana, doğaya, tarihe, hayvana dair ne varsa IŞİD tarafından yok edilmeye çalışılıyordu. Şehir harabeydi. Köylerde insanlar yoktu. Her gün yüzlerce bomba düşüyordu. Ortalık keskin nişancılardan geçilmiyordu. Günün ve gecenin her saatine kurşun ve bomba sesleri hakimdi. Kürd kadınları ve erkekleri Kobanê düşmesin diye kendi bedenlerini tanklara ve toplara karşı bütün dünyanın gözü önünde siper ediyorlardı. Ve biz buna şahitlik ediyorduk. Bir gördüğümüz savaşçıyı bir kaç saat sonra artık göremiyorduk. Orada yaşamayan ve o direnişi göremeyenlere anlatmak çok zor. Kesinlikle yerinde görmek çok başka birşey.
-Sürekli travmayla uğraşan bir belgesel yönetmeni olarak kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz bu da bir travma değil mi?
Devletin Kürdistan’ın en verimli arazilerini mayınlamasından dolayı bir sürü mayın mağduru insan var. Onların mağduriyetiyle ilgili belgesel çektim. Yine devletin Cizre’de bugün olduğu gibi 1990’lı yıllarda 3-4 yıl içinde katlettiği, kaybettiği ve mezarsız bıraktığı insanların hikayesini anlatan "Faîlî Dewlet" adında bir belgesel çektim, yine 33 yıl boyunca devletin kaybettiği oğlunu arayan, bulamadan gözleri açık giden toplumun vicdanı Berfo ananın "33 yıllık direniş-berfo ana" adlı belgeseli çektim.
Bunların her biri ayrı bir travma durumu. kendimi, devletin insanlığa özelde kürdlere karşı işledikleri suçları deşifre eden ve etmeye çalışan bir konumda görüyorum. Bundan da çok memnunum. Aslında kesinlikle bir travma çünkü artık devlet kafası ve katliamcı yaklaşımı bizi öyle bir noktaya getirdi ki, çay içerken, yemek yerken, tatile giderken, eğlenirken, uyurken bile vicdan azabı duyduğumuz bir noktadayız. Çünkü her gün Cizre’de, Amed’de, Hakkari’de, Şırnak’ta vs.. katliam haberi alıyoruz. Bunun kendisi bile ciddi bir travma. Ama bir şey yapmamak daha büyük bir travma olabilirdi. Bir şeylerle uğraşmak ve üretim içinde olmak, travmatik durumu belki biraz erteliyor. Şu an çok farkında değilim.
-Bu pozisyonunuz üzerine konuşalım…
Konuşalım.
-Nerede duruyor belgeleyen? Siz?
Benim uğraştığım belgeseller gerçeğin tam ortasında duruyor. Devletin katletme refleksine karşı vicdan savaşı veren insanların direnişi ve hikayesini insanların kendi dilinde ve yarattıkları mücadele gözünden gerçeğin tam ortasında duruyor. Ben de devletin katliamcı yönüne karşı direnenlerin tam yanında durmaya çalışıyorum. Çünkü kendim de o mücadelenin bir parçasıyım.
– Özne bir yandan, çünkü savaşın ortasında o da savaşa karşı konumlanmış oluyor… Belge nedir? Belgelemek? Kurgu değil mi aslında belgesellerin hepsi? Kurmacayla belgeseli birbirinden ayıran en temel şey nedir sizce?
Her insanın olduğu gibi belgeleyenin de hatta belgeleştirenin de bir özne olarak belli değerler çerçevesinde konumlanması kadar doğal bir şey yok. Bu sanatta da savaşta da ve hayatın diğer alanlarında da böyle işlemekte. Tabi ki belgesellerin hepsi bir şekilde gerçeğe yakın kurgulardır. Her ne kadar hikayeler gün gibi gerçekte olsa da, belgeleyen kişi durduğu yerden değerlendirerek bir şekilde olayı kurguluyor. Yani kurgu ve gerçek iç içe geçmek zorunda.
-Etik ve estetik çatışıyor mu bazen? Böyle otantik durumlarda? Savaş halinde?
Benim yaptığım işlerde bazen değil her zaman etik ve estetik çatışıyor. Açıkçası ben kendi belgesellerimi yaparken etiğe çok daha fazla önem veriyorum. Çünkü, insanların kendi kanıyla, mücadelesiyle, direnişi ve mağduryetiyle yazdığı bizim de çektiğimiz belgesellerde etik çok daha ön planda. Bu estetiği yok saymak anlamına gelmiyor tabii ki.
Özellikle son çektiğim Nû jîn belgeselinde, hiçbir estetik kaygım olmadı. Çünkü sıcak savaş halindeydik. İnsanlar gözlerimizin önünde yaşamlarını yitiriyorlardı. Açıkçası benim oradan belgesel çıkartmak gibi düşüncem yoktu. Sadece dünyanın merak ettiği basının da Kobanê içinde olmadığı ve ilgi göstermediği bir dönemde, Kobanê’de neler oluyor’u anında haberleştirmekti. Ondan dolayı da estetik biraz geri plandaydı. Ama belgeseli kurgularken estetiğe hak ettiği kadar önem vermeye çalıştık.
Nû jîn belgeselinde 4 karekterimiz var, 3 YPJ’li kadın savaşçı, bir erkek YPG savaşçısı. Bir arkadaş ropörtajdan 2 saat sonra yaşamın yitirdi, bir başka kadın savaşçı ise 1 ay sonra yine IŞİD ile mücadelede yaşamın yitirdi. Yani belgeselin kahramanlarının yarısı şu an aramızda değil.
– Tarih yazımı yaptığınızı düşünüyor musunuz mesela?
Kesinlikle. Çünkü coğrafyamızda belge, gerçeği kayıt altına alma çok önemsenmiyor. Benim yaptığım çalışmalar tarihte ne kadar yerini alır bilmiyorum fakat bu tür çalışmalar tamamıyla kanla ve direnişle yazılan tarihi belgelemektedir. Gelecekte insanlar gerçekleri ve yaşanları bu tür kalıcı çalışmalardan öğrenecekler.
-Kobane geçtiğimiz yüzyıldan en çok neyi hatırlatıyor?
Kadının gücünün ve direnişinin yeni bir dünyayı ve yaşamı kurabileceğini hatırlatıyor. Ayrıca Stalingrad direnişini.
-Bu belgesel sinemalarda gösterilecek mi?
Türkiye’de sinemalar gösterir mi, bilmiyorum. Süreç değişti. Herkes (özellikle yazılı ve görsel basın) doksanlı yıllarda nerde duruyorsa, aynı yerinde durmaya başladı. Devletin diliyle konuşmaya ve yalan yanlış bir sürü haber yapmaya başladı.Türkiye devletinin de bir şekilde desteklediği katiller sürüsü (IŞİD) ile ilgili mücadele eden ve direnen insanların hikayesini sinemalar gösterirler mi bilmiyorum. Gösterecekler varsa tabii ki gösterilmesini isteriz. Zaten Türkiye’de daha önce sansürle gündeme gelmiş hiçbir festivale filmi göndermeyi düşünmüyorum. Fakat Kürdistan’da köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir, filmi göstermeyi düşünüyoruz. Tabii ki Batı’dan talep olursa, belgeseli göstermek çok iyi olur. Oluşan bir sinema meclisimiz var meclis ve sineme komünleri üzerinden her yere ulaştırmayı ve küçük de olsa Kobanê’de direnen insanlara borcumuzu ödemeye çalışacağız.