Paris, kendi doğal halinde sokaklarında sanatsal bir doygunluk sunarken, şehri tanımak isteyenlerde yarattığı birçok sorgulamanın yanı sıra, kocaman bir açık hava sanat galerisi gibi. Bazen kırmızı ışık yandı mı diye kafanı kaldırdığında fark ettiğin küçük bir duvar resmi, bazen metrodan çıkarken karşına çıkan bir afiş oluyor. Bunlardan biri de gizemli John Hamon. Ana caddelerden, ara sokaklara, trafik levhalarında, çöp kutularında, duraklarda; şehir de insanla etkileşime girebilecek her köşede karşına çıkabilecek muzur bir ifade. Dağınık saçlı, gözlüklü, hafif gülerek sana bakan bir vesikalık fotoğrafın altında ismi yer alıyor. İlk öncelerde bir reklam sanıyorsun ya da bir afiş, belki bir etkinlik ilanı. Sonra birbiriyle bağlantısız yerlerde karşına çıkmaya devam ettikçe, sorgulama ile birlikte ona karşı bir yakınlık duygusu geliyor. Tanıdık bir yüz koca şehirde sürekli seninle geziyor gibi.
Aslında posterler hep sabit yerlerinde ama beklemeden, tekrar tekrar aynı ifadenin seninle olduğunu fark ettikçe meraklanmaya başlıyorsun. Bu büyük şehre kendi diliyle hâkim olmaya çalışan bu görsel ne anlatmaya çalışıyor? Daha doğrusu, anlatmak istediği bir şey var mı?
Bu posterleri görüp, aynı merakı taşıdığını düşündüklerine soruyorsun, John Hamon kim?
Orada iki grup oluşuyor ve aslında her bakanın görmediğini de anlıyorsun. Diğer gruba yakınlaşıp bu gizemi senden önce çözenlerden dinliyorsun. Bu John Hamon, Paris’in özgür sokak sanatçısı 18 yıldır usul usul kendi sanatını yaratmış. Sanatçı olmuş. Bir gizem, bir meraklanma derken Paris’in en simgesel anıtlarında sadece dikkatli bakanların değil, herkese aynı muzurlukta bakacak şekilde Eiffel’e, Arc de Triomphe’a çıkmış. Sonra Palais Tokyo’da ilk sergisini açmış. Uluslararası sanatçıların ve eserlerin yer aldığı bu önemli müzenin dış cephesi John Hamon olmuş. Sadece Paris sokakları değil 77 farklı şehre gitmiş posterleri.
John Hamon, istifini bozmadan içselleştirdiğimiz kavramsal ironileri usul usul bağırmadan, haykırmadan onu merak etmene izin vererek anlatıyor. Sana, eğer sorgulamak istersen, soruyor, sanatçı kimdir? Sanat nedir?
Sen kimsin?
Benim karakterim işimin bir parçası değil, sadece gerçek ismimi ve yüzümü kullanmam beni bir sanatçı olarak temsil ediyor. Ama kişiliğim sanatımın önüne geçmeden hep arka planda kalıcak. İlk işlerime 2001 yılında başladım. Posterleri “promotional art” (tanıtım sanatı, reklamsal sanat) olarak tanımlıyorum. Sokaklarda kullandığım görsel de gençlik fotoğrafım. 19 yaşındayken çekildiğim bir vesikalık. Şimdi 37 yaşında ve farklıyım, fiziksel görüntüm değişti bu yüzden yüzüm, vücudum önemli değil. Önemsiz kalmalı. Çünkü ben temsili seçtim, o anki halimde kalarak simgeselleşmek yani. Yaşlandıkça bu fotoğraf gerçekliği değil ama John Hamon’u temsil ediyor olacak.
Her zaman aynı görseli kullanıyorsun değil mi?
Temel olarak hep aynı fotoğraf ama duruma göre farklı kurgular içinde olabiliyor. Mesela bir sanatçı ile iş birliği yapıyorsak onun ifadesine uygun yeniden yorumluyorum. Ama temel portreyi değiştirmem söz konusu değil. 18 yıldır sanatımı aynı portre ile yapıyorum sadece o anki içeriğe göre farklı anlamlar yüklüyorum.
Nasıl başladın?
2001 yılında Paris’te başladım. Öncesinde Beaux Arts’da sanat okudum, sanat tarihiyle hep ilgileniyordum aslında. Başka sanatçıların eserleri üzerine düşündükçe çok üretmenin değil, üretimdeki konunun ne olduğunun, önemli olduğunu gördüm. Sanatçının işiyle öne çıkması için tanıtımının yapılması asıl farkı yaratıyor. Ortaya çıkan işin sanatsal değeri, o eser için yapılmış tanıtıma bağlı olarak belirleniyor. Bu yüzden tanıtım sanatçının var olabilmesi için bir zorunluluk. Bende bu duruma aslında bir ironi oluşturmak için promosyonel bir sanat yarattım. Aslında burada açıkça göstermek istediğim sanat eserine aktardığım minimum yaratıcılık olmasına karşılık, tanıtım unsuru ön planda olunca toplumun seni sanatçı olarak benimsiyor olması. Seni ve işlerini tanımaya başlıyor olmaları.
“Sürekli ilerlemeye ihtiyacımız var”
Bir sanatçıyı oluşturan en önemli unsur onun tanınırlığı, içinde olduğu toplulukta bilinmesi o halde. Peki çağdaş sanatta bu tanıtım gerçekten nasıl gerçekleşiyor ya da çağdaş sanatta tanıtım nedir?
Bir ressamın tuvali aslında onun billboard’u. Ürettiği iş ile istediği kitleye ulaşabiliyorsa kendi promosyonunu yapıyor. O andan itibaren yeteneği oranında tanıtımını sürdürüyor. Bu aşamadan sonra tabii ki devreye rakamsal değerlendirmeler dahil oluyor. Sen kendine ben sanatçıyım diyebilirsin. Ama seni onaylayan, seni destekleyen galeriler ve müzeler olmadıkça; onlar sana evet sen iyi bir sanatçısın diyene kadar aslında sen bir sanatçı olmuyorsun.
Promosyonun bir de metafiziksel açıdan anlamak gerekiyor, promosyon kelimesinin etimolojisinde ileri gitme (faire avancer) anlamı var. Fransızca olan bu kalıp, bir şeyin ileri gitmesi demek. Metafizikle ilişkisi ise, dünyadaki farklı sistemler sürekli hareket halinde ve süreklilik varoluşu sağlıyor. Bu yüzden bu sistemin içindeki organizmalar olarak bizlerin de önce harekete sonra da ilerlemeye ihtiyacımız var. Bu yüzden benim işim “promosyon” olgusu üzerine kurulu ve aslında sürekli hareket halinde.
“Sanatçıların dünyayı değiştirmek gibi bir mega sorumlulukları yok”
Normalde yüzünü gizliyorsun, 13 Mayıs 2018 yılında da yüzünü göstermeden sokakta herkes seni izlerken çalıştın ve sonunda posterinde “Ben sanatçı olmak istiyorum” sloganı yer aldı. Senin için sanat nedir? Kim sanatçıdır?
Benim için sanat zamanla değişen, yeni şekiller alan bir format olmadı. Resim çizmek, heykel yapmak ya da sokak sanatı yapmak aslında bu üretimlerin hepsi bir promosyon içeriyor. Sanatçı üretime geçtiği andan itibaren kendi yeteneğini ve yaratabileceklerini tanıtmak istiyor. Eski dönemlerden beri tanınabilmiş sanatçılar, bugün hâlâ konuşuluyor, işleri değer görüyor ve değerleri bu tanınma doğrultusunda belirleniyor. Sanatçı, maalesef tanıtımı yapılmış kişi. Sanat tarihi açısından ise işler biraz daha karmaşık ilerliyor. O tarihsel düzlemde yer alabilmek için sadece üretmen ve tanınman değil aynı zamanda yeni bir şeyleri tanıtman da gerekli.
Kim sanatçıdır sorusunda aslında iki farklı cevap var. Öncelikle herkes üretimde ve yaratıcılıkta olduğu sürece kendisini sanatçı olarak tanımlayabilir. Bunun bir limiti yok. Ama yarattığın sanatın tarihin bir parçası olması için, eserinin tanınması ve olduğun toplulukta kabul görmesi gerekiyor.
Bu düzlemde de ben sanatçının tanınırlık kıstasını sorguluyorum. Hangi noktada bunu kazanıyorsun? Kim sana o tanınırlığı kazandırıyor? Ya da sana “sen gerçekten sanatçısın” ünvanı kimler tarafından veriliyor? John Hamon figürü bu sorgulamalara karşı durarak bir otoritenin onayına ihtiyaç duymadan sanat yapıyor. Bu yüzden, kendi sergilerimi kendim yapıyorum. Bütün bu enstalasyonlar, söylemimin ruhunu yansıtıyor. Yani özetle, bir otoritenin kendini ifade etmeye çalışan birine sen sanatçısın, sen değilsin demesini doğru bulmuyorum. Çünkü herkesin o işe baktığında çıkarımı farklı. Ben kendime göre sanatçıyım. Billboard’da yazan slogan da bu ironiyi vurgulamak içindi.
Sanatın sosyal bir mesaj içermesi gerekiyor mu?
Eğer evrim teorisine inanıyorsak, insanın bugünkü gelişmiş beynine ve algısına gelmesindeki süreçte sanatın inanılmaz bir katkısı var. Ayrıca sanatın gelişmesi sosyal gelişmeyle paralel olduğundan, burada iç içe geçmiş bir ilişki var. Tüm sanatsal devrimler sosyal devrimlerin uzantısı, sonucu ya da bazen sadece etkisidir. Ancak sanatçıların dünyayı değiştirmesi gerekir gibi mega sorumlulukları olduğunu düşünmüyorum.
“Pop art çoktan bitti”
En önemli mimarı yapılarda yer alarak, aslında sanatın görünürlük ile mümkün olduğunu veya popüler kültürle iç içe olmanın bu görünürlüğü sağladığını söyleyebilir miyiz? Bir sanatçı olarak popüler kültürü takip etmek zorunda olmak seni yoruyor mu?
Aslında ben de bu soruya benzer şeyler sorarak çalışmaya başladım. Özellikle bu dönemde birçok sanatçı popüler kültürü kullanıyor. Bu aslında “pop art’tı” ve çoktan bitti. Ama şu an hâlâ bazı sanatçılar bu yolu kullanıyor. Popüler olanı malzeme olarak kullanıp sanat yapmak kısıtlı bir dönem için geri dönüşü olan bir üretim gibi görünse de uzun vadede kalıcı bir iş çıkaramamış ve bir mesaj verememiş oluyorsun.
Yüzünü insanlardan gizleyerek, yarattığın gizem ile merak uyandırıyorsun. Yarattığın bu gizem ile planladığın yeni projelerin var mı? Yoksa bu gizemi kaldırıp farklı projelerde yer almayı planlıyor musun?
Yüzümü medyadan saklamıyorum ama kamusal alanda açıkça göstermiyorum çünkü işim ile kişiliğimin birbirinden ayrı kalmalı. Eğer kendimi gösterirsem işim etkilenebilir. Bu sefer sürekli kişisel sorular başlayacak ve posterdeki John Hamon değil, benim asıl karakterim konuşuluyor olacak. O merakı yaratmakta, promosyon yöntemindeki etkili bir araç. Bunu da inkar edemem. Yarattığım gizem de bu projenin bir parçası ve öyle kalmaya devam edecek. Mart ayında Pompidou’da bir sergim olacak ve “Art for the artists” (Sanat sanatçılar için) temalı bir iş hazırlıyorum. Pompidou’da sergi ile ilgili yasal izin süreçleri devam ediyor.
Bazı sorular, cevaplar için değil, sorma halinde kalmanın keşfetmeye yardımcı olmasından soru halinde kalır. Herkese göre farklı, her zamana göre değişken yargılar çıkabilir. Soru hep aynıdır ama cevaplar biriciktir. “Sanat nedir?” desek, cevabı bilenler, tarif edenler, deneyimler ile açıklamaya çalışanlar olur. Ama kavramın kendisi bir iki virgül yardımı ile basitçe bir tanıma sığmaz. Aslında net cevabın olmaması, insan yolculuğunda o arayış ve sorgulama halinin devam edeceğinde de olabilir.
Sanat eleştirmeni John Berger, sanatın kavramsal ifadesini; “görsel sanatlar her zaman belli bir koruyucu kabuk içinde var olagelmişlerdir; başlangıçta bu kabuk gizemli ya da kutsal birşeydi. … Sonra sanatın sarıldığı koruyucu kabuk toplumsal bir şey oldu,” diye sorgularken aslında sanatın özünde olan özgür üretme ve aydınlanma halinin aksine toplumsal normlara sırtını yaslamış bir pratiğe dönüştüğünü söylüyor. John Hamon da bu tespite benzer şekilde, toplumsal kalıpları ve sanatsal değer olgusunu oluşturan aktörleri, kendi sanatı ile ters köşe yaparak irdeliyor.
(Röportajın çevirisi esnasında bana destek olan Lara Kalecik’e çok teşekkürler. )