A password will be e-mailed to you.

51 yaşında geçirdiği kalp krizi yüzünden erkenden hayata veda eden Tony Soprano’nun arkasındaki bu müthiş adam kimdi aslında?

James Gandolfini, film dünyasında sık rastlanmayan bir kariyere sahipti. Çünkü kariyerine sinema filmleri ile başlamıştı. Televizyon dizileri ise sonradan gelmişti. Hollywood’da genelde bunun tam tersi olur. Bugün sinemada boy gösteren pek çok oyuncu, kariyerlerinin başında kimisi büyük kimisi küçük TV rolleri ile adım atarlar film sektörüne. Sonra ise arkası gelir. Televizyon, asıl varmak istedikleri yere, sinemaya doğru tırmanan birer merdivendir onlar için. Gandolfini için ise durum pek de böyle değildi. Çünkü bugün çoğumuz onu kendi adından ziyade HBO’nun ünlü dizisi The Sopranos’daki adıyla tanıyoruz. Yani Tony Soprano’yla! Peki, 51 yaşında geçirdiği kalp krizi yüzünden erkenden hayata veda eden Tony Soprano’nun arkasındaki bu müthiş adam kimdi aslında?

James Gandolfini, 1961 yılında New Jersey’de doğdu. Anne ve babası, soyadlarından da tahmin edilebileceği üzere İtalyan asıllılardı. Gandolfini’nin çocukluk yıllarından itibaren sanata ilgisi büyüktü. Üniversitede iletişim okudu. Gençlik yıllarında özellikle Robert De Niro’ya hayrandı. Martin Scorsese’nin ilk dönem işlerinden Mean Streets, defalarca izlediği ve özellikle sevdiği bir filmdi. Bu Robert De Niro hayranlığı daha sonra oyunculuğuna da yansıyacaktı zaten. İlk rolunü alması ve oyunculuğa başlaması ise çok da erken bir yaşta olmadı. 27 yaşında oynadığı ilk film Shock! Shock! Shock! bir korku komediydi. Bu filmden sonra oynadığı irili ufaklı bir iki rolden sonra ise ilk çıkışını Quentin Tarantino’nun senaryosunu yazdığı Tony Scott (hatırlarsanız onu da geçtiğimiz aylarda kaybettik) filmi True Romance ile yaptı Gandolfini. Zaten, film adeta bir yıldızlar geçidiydi. Christian Slater, Brad Pitt, Samuel L. Jakson, Gary Oldman ve daha pek çok isim. True Romance’den sonra yönetmen Tony Scott ile işbirlikleri sürdü. Ülkemizde de pek çok hayranı olan aksiyon filmi Crimson Tide’da rol aldı bu kez. Gene Hackman ve Denzel Washington’ın karşısındaydı ve bir teğmen rolundeydi. Zaten, bu asker ve ajan rolleri, sahibi olduğu sert yüz hatları sebebiyle kariyeri boyunca kolay kolay peşini bırakmayacaktı. Crimson Tide’ın başarısından sonra aynı yıl Barry Sonnenfeld’in Get Shorty’sinde oynadı. Film çok sevildi. İyi bir gişe hasılatı yaptı. Kısaca 1995, verimli bir yıldı Gandolfini için!

90’ların ikinci yarısı ise çok iyi gelmedi Gandolfini’ye. Hakettiği sıçramayı bir türlü gerçekleştiremedi. Sonuçta, hala çok tanınan bir oyuncu değildi. Oynadığı her filmde yan rollerde oynuyor, her ne kadar kaliteli oyunculuklar çıkarsa da yer aldığı projeler bir patlama yapamıyordu. Bu dönemde, büyük ustalardan John Cassavetes’in oğlu Nick Cassavetes’in yönettiği She’s So Lovely’de, Gregory Hoblit’in Denzel Washington’lı doğaüstü gerilim filmi Fallen’da ve pek de başarılı olamayan birkaç televizyon projesinde yer aldı. 1999 yılına geldiğimizde ise Gandolfini, bugün hepimizin bildiği ve onu uluslararası bir şöhret haline getiren, o uzun zamandır hayalini kurduğu projeye ve role kavuştu. O, artık Soprano ailesinin babası, nam-ı diğer Tony Soprano’ydu! The Sopranos, HBO’nun 90’larda Oz ve Sex and the City ile başlayan yükselişinin zirve noktasıydı adeta. David Chase’in yarattığı dizi hem eleştirmenler hem de izleyici tarafından o kadar çok sevildi ki tam 6 sezon sürdü ve 5 dalda Altın Küre kazandı. Bugün, dizinin final bölümünün üzerinden 6 yıl geçmiş olmasına rağmen hala birçok izleyici, diziyi Amerikan televizyon tarihinin en iyi işleri arasında saymaya devam ediyor. Dizinin bu başarısında, doğru kurulmuş bir hikaye ve iyi yönetimin dışında belki de en büyük payın sahibi ise James Gandolfini’ydi. Çünkü oyuncu, bu italyan aile babası ve mafya patronu rolünü, karakterin iyi ve kötü yönleri ile öylesine eşsiz bir şekilde canlandırdı ki, seyirci bu zalim, kaba saba adamı hiç tereddüt etmeden sahiplendi, onu sevdi. Dizinin devam ettiği süre içinde sinemada da şansı açıktı Gandolfini’nin. Önce, De Palma’nın 8MM’sinde çıktı seyirci karşısına. Sonra da Coen Kardeşlerin dikkatini çekti ve The Man Who Wasn’t There’de bir rol kapmayı başardı. Kısaca, The Sopranos önünü çok açmıştı Gandolfini’nin.

Nihayet, dizi 2007’da sona erdiğinde ise tüm enerjisini sinemaya verdi oyuncu. Tony Scott’la yeniden bir araya geldi ve bir aksiyon filmi daha çektiler. The Taking of Pelham 1 2 3’de bu sefer John Travolta vardı karşısında. Sonra bir seslendirme işi geldi. Spike Jonze’un Where the Wild Things Are’ıyla sadece sesiyle de oyunculuğunu konuşturabileceğini gösterdi böylelikle. Geçtiğimiz yıl ise oldukça verimli bir yıldı Gandolfini için. Özellikle iki iyi projede rol aldı oyuncu. İlki, Brad Pitt’in yapımcılığını üstlendiği suç filmi Killing Them Softly’di. Gandolfini, alkol ve uyuşturucu içinde boğulmuş eski bir tetikçiyi canlandırdığı bu rolde kesinlikle filmin en iyisiydi. Hemen ardından, adı Oscar’larda da fazlasıyla anılan Zero Dark Thirty geldi. C.I.A yöneticisini canlandırdığı bu rolü adeta ezberden oynuyordu Gandolfini. Kolay rollerdi bunlar artık onun için! Zorlanmıyordu oyuncu bunları oynarken. Farklı, zorlayıcı rolleri beklediği bir dönem başlamıştı aslında onun için. Tabi, kim bilebilirdi ki bu projelerin artık onun son projeleri arasında yer alacağını.

Sonuçta, biraz klişe ama hani derler ya; “henüz daha en iyi rolünü oynamamıştı” diye, işte bu tabir, biraz Gandolfini için doğru sayılabilir aslında. Görkemli performansları kolaylıkla ortaya koyabilen, altından kalkılması çok zor karakterleri sanki herkes oynayabilirmiş gibi kolay roller olarak gösteren muhteşem bir aktördü James Gandolfini! Her zaman iyi yönetmenlerle çalışmasının, Robert Redford, Gene Hackman gibi dev oyuncularla karşılıklı oynayabilmesinin sebebi de budur zaten. Sinema dünyası için büyük ve beklenmedik bir kayıp Gandolfini. Henüz vizyona girmemiş olan izleyemediğimiz iki filmi ise en büyük tesellimiz. Umarız huzur içinde uyursun Tony Soprano!

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 17:17:24