A password will be e-mailed to you.

Jackson Pollock’u nasıl bilirsiniz? Bilir misiniz? 1956’da yaptığı araba kazası sonucu hayata kırk dört yaşında veda etmiş, Amerikalı, soyut dışavurumcu ressam. Fırça kullanmayan, resimlerini yere serdiği tuval bezleri üzerine dökerek, saçarak ve damlatarak yapan "Jack the Dripper". Son yıllarını alkol sorunu eşliğinde ve gittikçe karanlıklaşan resimlerle geçirmiş klişe bir "kötü adam".

Birkaç sene önce Avustralyalı fotoğrafçı Robyn Lea , Pollock ve eşi Krasner’in New York East Hampton’daki – müzeye dönüştürülmüş- evlerinde bir dergi için çekim yapmaya gittiğinde karşılaştığı mutfak onu çok şaşırtmış. 1940’lı, 50’li yıllarda, orta büyüklükte bir Amerikan kasabasında, abstrakt resmin babası sayılacak bir adamın evinde Fransız Le Creuset marka fırın kapları, dökme demir tencereler görmek heyecan verici olmalı.

O yıllarda bu kadar özel ve pahalı tencere tavası olanlarda yemekle ilgili mutlaka bir parça tutku, merak ve sevgi vardır diye düşünüyor insan. Üstüne üstlük, Pollockların evinde Eva Zeisel marka yemek takımlarının varlığı, ressam karı kocanın ne yediği içtiği, ne pişirdiğini, misafirlerini nasıl ağırladığını iyice merak ettiriyor. Eva Zeisel’la ilgili bir parantez açmak gerekirse, eserleri MOMA, British Museum gibi yerlerde sergilenen, çok muhterem bir seramik sanatçısıydı kendisi.

Şeflerin masaya getirecekleri yemeğe sanat eseri muamelesi yaptıklarını, lezzet kadar görsellikle de karşısındakini tatmin etme gayretlerini biliyoruz. Peki ya Jackson Pollock gibi bir ressam, "bir damlatma ustası" önüne önlüğünü bağlayıp mutfağa geçerse bizleri neler bekler? Avustralyalı fotoğrafçı Robyn’i kışkırtan bu soru olmuş. Yaklaşık üç yılını Pollock ve eşi Krasner’in el yazısıyla yazdığı, hiç bir yerde sergilenmemiş veya paylaşılmamış tariflerini arayıp bulmak ve hatta denemekle geçirmiş. Evinde verdiği akşam yemeği davetlerinde Pollockların tariflerinden birçoğunu misafirlerine ikram etmiş. Spagetti sosları, sebzeli köfteler, midyeli patatesli tartlar yiyenlerin damaklarını şenlendirmiş.

İyi kızlar cennete, kötü çocuklar nereye?

Orta okul yıllarında, ben saçımı örüp Modern Talking dinlerken sınıfımızda serseri ruhlu bir çocuk vardı. Metal müzik dinler, uçlarını dışarı bıraktığı okul gömleğinin içine siyah tişört giyer, arka sıralarda otururdu. Kendinden büyük kızlarla çıkar, sigara içerdi. Bir filmde oynamış, sarhoşken hareket halindeki bir arabanın arka camından dışarı kusmuş… Böyle de bir tip. O tuhaf çocukla yollarımız yirmi sene sonra kesiştiğinde laf lafı açtı ve konu yemeğe geldi. Bana öyle birşey anlattı ki, karşımdaki "kötü çocuğa" bakışım değişti. "İnsanın yemek yedikten sonra mutlu da olması gerektiğini düşünmeye çocuklukta başladım sanırım. Karnımı doyurayım diye eve bırakılan yemekler beni mutlu etmediği için küçük yaşta yemek yapmayı öğrendim. Sezgisel bir şey herhalde. O zamanlar bu kelimelerle ifade edemiyordum." Bunlar onun sözleri. Bir insanın yemekle arasındaki ilişkiyi gözlemlemek o kişiyi keşfetmenin en iyi yollarından biri gibi gözüküyor. Beni havuza ittiği için yıllarca kızdığım herifle artık evde yoğurt mayalamak , mantarlı omletin püf noktaları gibi daha vahim konularda konuşabiliyoruz.

Avustralyalı fotoğrafçının "Dinner With Jackson Pollock" kitabı böyle ortaya çıkmış. Bu sadece bir yemek tarifi veya yemek fotoğrafları kitabı değil. Ressamın annesini, eşini, ev partilerini, davetleri, piknikleri anlatan anektodlarla sarmalanmış bir eser. Herkesin çok içtiğini, saldırgan bir tarzı olduğunu, hızlı yaşayıp genç öldüğünü söylediği çılgın ressama bir de mutfağında ekmek yoğururken veya kek yaparken bakmamızı sağlayan bir kitap.

Luiz Lane der ki; olaylara ve kişilere hep aynı yerden bakmayalım , boynumuz tutulur.

Daha fazla yazı yok
2024-11-22 00:06:42