A password will be e-mailed to you.

Bir koleksiyonerin biriktirdiği eserler arasından seçilen bir sergiyi gezdiğiniz zaman sadece sergilenen eserlere değil, o eserleri seçip de satın alıp biriktirmiş kişiye de odaklanıyorsunuz ister istemez.

Hele bu eserler sadece birkaç tablodan değil de heykeller, objeler, fotoğraflar gibi pek çok çeşitli sanat eserinden oluşuyorsa ve eserlerin sanat değerinin yanı sıra sizi felsefi, şiirsel anlamda da yaşam ve ölüm arasında düşünmeye sevk ediyorsa, adeta eserler kadar o koleksiyonerin ruhuna da ayna tutmuş gibi oluyor ve anlamaya çalışıyorsunuz.

Ömer Koç’un koleksiyonundan ilk sergi diye tanıtılıyor ama ben onun Meşher’de sergilenen İstanbul üzerine topladığı ve oluşturduğu kitap, gravür, fotoğraf ve resimlerden oluşan koleksiyon sergisini gezdiğimde ilk kez kendisi üzerine düşünmeye başlamış, hatta bir etkinlikte yanına yaklaşabilme olanağı bulduğumda bu değerli koleksiyonu topladığı için teşekkür bile etmiştim, iyi ki koleksiyonerler var, iyi ki servetlerini gereksiz yerlere değil de sanat ve kültüre ayırıyorlar da bizim gibi sıradan insanlar da onları topluca görmek, bilgilenmek olanağını buluyor!

Koleksiyoner Babanın Koleksiyoner Oğlu

Ömer Koç’un koleksiyonundan oluşan sanat eserleri sergisini izlerken de önce babası Rahmi Koç’u ve koleksiyonundan topladıklarıyla oluşturduğu kalabalık müzeyi düşündüm. İçinde kaybolduğunuz bir mekân ve oyuncaklar dünyası: Arabalar, makineler, trenler, gemiler, uçak bile var! Her gün yenisini ekledikleri parçalarla her zaman ziyaret etme arzusu uyandıran bir yer: Rahmi Koç Müzesi.

Öyle bir babanın ve muazzam bir servetin sahibi olarak Ömer Koç da sadece kitap ve gravür biriktirmemiş, her dönemden, her çağdan, her sanatçıdan kendi yaşam felsefesini yansıtan, ruhunun derinliklerine giden yolun çakıl taşlarını döşeyen eserler toplamış. Bu yolda kendisine Ömer Hayyam’ın rubailerinden dizeler yol göstermiş:

Farzet ki sen Yoksun!   “Hayyam! Şarap ile mest isen keyfine bak/ Bir ay yüzlünün yanındaysan keyfine bak/ Dünyanın sonu yokluktur, varsay ki yoksun/Mademki varsın şimdi; keyfine bak.”

Ömer Koç’un bu muazzam koleksiyonundan 400 sanatçının 600 eserini seçen küratör Selen Ansen, uzun bir çalışma sonunda, ARTER’in mimarları ve yerleştirme uzmanlarının da çalışmasıyla, adeta bir ev atmosferi yaratarak eserleri öyle bir sergilemiş ki gezenler kendilerini Alis Harikalar Diyarında gibi hissediyor. Bende pek o hissi uyandırmadı, çünkü çağdaş sanat dediğimiz pratik artık harika olmaktan çok bazen tiksindirici, bazen ürkütücü, bazen şaşırtıcı olabiliyor. Kimine bayılıyor, kimine de bu da ne ya şimdi, olabiliyorsunuz!

Bir Evin Mekanları

Arter’in iki katına yayılmış sergide eserler zaman, mekan, dönem, nitelik esasına göre yerleştirilmemiş, en büyük etkiyi de bu yaratıyor: yemek odasında, banyoda, salonda, çalışma odasında, yatak odasında, çocuk odasında, kütüphanede, terasta hatta tuvalette geziyorsunuz, sanki koleksiyoner orada o eşyaların arasında yaşıyormuş gibi bir duyguya kapılıyorsunuz! Hatta çok rahat gözüken bir televizyon koltuğunu ne kadar yumuşak diye merak edip ellediğimde rehberimizin “O bize emanet edilmiş bir sanat eseri, lütfen dokunmayalım” uyarısıyla karşılaştığımda adeta şaşırdım, çünkü neredeyse ayaklarımı uzatıp oturma isteği uyandırmıştı bende!

600 eserin hepsini size anlatacak değilim. İçlerinde bayıldıklarım oldu, bunu niye almış ki diye düşündüklerim de. Dedim ya, koleksiyoner sergilerini gezerken insan sanatçıdan çok koleksiyoneri düşünüyor. Çünkü sanatçılar bir eseri yaratırken başka bir şey düşünür, ama koleksiyoner onu satın alıp koleksiyonuna katarken, yatırım amaçlı değilse, bir başka şey düşünmüşür: Sevmiştir, etkilenmiştir, içinde yaşamak ya da her an görmek istemiştir. Ama mesela yüze yakın minyatür ev merdivenini niye almış, biriktirmiş, onlarla nereye çıkmak istiyordu, düşündüm tabii! El biçimindeki bazı iskemlelerin kullanıldığını duyunca mutlu oldum, çünkü gerçekten onlar da kullanılma arzusu uyandırıyor. Bazı tabloları seyretmek istemiş olabilir, bazıları düşündürüyor, bazıları güldürüyor, bazıları ürkütüyor. Genelde uçuk kaçık işler! Sanatçıların işleri hep biraz öyle olur ama burada daha çok sanki.

Var mısın, Yok musun?

Ayakta dikili duran bir banyo küvetinden kayıp gitmiş kemiksiz bir insan bedeni çok çarpıcı. Yok olmuş! Kamondo merdivenlerinden hızla inip çıkan kişinin videosu da hangisisin diye sorduruyor. Kocaman çoraplar heykeli salonun ortasında, tıpkı erkeklerin spordan gelip de çoraplarını ortada çıkarıp bıraktıkları gibi. Kimi çıplak fotoğraflar, ya da düşündüren objeler, gergedanlar, medusalar, tabakta yeme arzusu uyandıran midyeler, hepsi tek tek bakılası işler. Bir duvardaki küçük de olsa var olduğu için beni mutlu eden Mustafa Kemal portresi iyi ki var. Konçları soyulmuş muz olan çizmeler, terastaki tencere kapağından oluşan devasa, topuklu Marilyn Monroe ayakkabıları ve daha birkaçı zaten herkes tarafından sosyal medyada paylaşıldı.

Her gezenin “bir daha gelip gezmek, hepsine tek tek bakıp düşünmek lazım” dediği sergi perşembe günleri ücretsiz gezilebiliyor. Onun dışında rehberli geziler de var, Dolapdere’ye gitmek için Taksim’den servis de. Sergiyi gezdikten sonra kahve içebileceğiniz Divan Pub da cabası. Ömer Koç’un gizemli dünyasının perdelerini aralamak için daha ne olsun?  Vaktiniz de var, sergi bir yıl boyunca sürecek.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 10:22:13