Prof. Ayşegül Yaraman’dan bir Survivor değerlendirmesi! Aslına bakarsanız çok özgün bir Türkiye analizi!
Tv8’de yayınlanan Survivor 2021’in finale giderkenki coşan/coşturulan temposu/izlenme oranı/izleyici halet-i ruhiyesi; oyunda/senaryoda yaratılmış kimlikler, çatışmalar, hedef kitle bağlamında değerlendirildiğinde büyük resimdeki kutuplaşmanın/kutuplaştırmanın kurgusuyla da yüzleşilebileceğini düşünüyorum.
Toplumun kutuplaşmaya eğilimi Muzaffer Şerif’in[1] 1954 de yaptığı Hırsızlar Mağarası (Robbers Cave Experiment) araştırmasında[2] bilimsel hipotez ve sonuçlar üzerinden kanıtlanmıştır. Gerçekçi Çatışma Teorisi’ne göre kısıtlı kaynaklar için yarışan iki grup arasında çatışma doğar. Her dönemde reel politikada, örneğin Trump’ın uygulamalarında bu tespit, siyaset psikolojisinin sınırları içinde hayata geçer ve aslında kitlelerin asıl soruna (kısıtlı kaynaklara ulaşamama) karşı ortak mücadelesini engelleyerek; sınıf mücadelesi yerine oyun kurucuların “yarattığı/cilaladığı” kimlik gibi üstyapısal çatışma alanlarında enerjinin akıtılması sağlanır. Böylece aslında temel egemenlik ilişkilerine karşı verilecek mücadele ile ancak aşılabilecek “kaynaklara ulaşamama” meselesi, yaratılan “kum havuzunda” “kör döğüşü” “oyunuyla” engellenir. Kaynaklara yeterince ulaşabilmeyi engelleyen “karşı grup” değildir; iki grubun da yeterli kaynağı olmasını engelleyen ve onları iki “suni” çatışmalı grup kılan egemen sınıf/egemen sistemdir. Dolayısıyla deneyde ortaya konan duruma bağlı edinilmiş “kimlikler” arası çatışmanın kendiliğindenliği ise de, asıl sorun kaynak sınırlı olmasa bu çatışmanın nedenini oluşturan kimliklerin ehemmiyetsizleşebileceğidir.
…oyundaki kırmızı-mavi karşıtlığı(…), ekranın dışındakileri de ikiye bölerek toplumun temel çelişkilerini bilinçten uzak tutacak bir tarafgirlik yatarak son derece ideolojik bir işlev görür…
Öğrenme kuramlarında deneme yanılma en etkili yöntemlerdendir. Ancak deneme yanılma her zaman somut olarak değil, modelleri izleyerek de (modelle özdeşleşme) gerçekleşir. Özellikle medyakrasinin (medya egemenliği) zihin kontrolü ve sistemin yeniden üretimini sağladığı sanayi sonrası toplumda yani günümüzde; sinemadan spora, bilgisayar oyunlarından televizyon şovlarına, edebiyattan mimariye vs modeller kişisel birebir deneyimlerden daha etkilidir. Kimi zaman doğumla gelse de (ırk, cinsiyet gibi) kimliklerin “yaratılması”, anlamlandırılması ve hiyerarşiye tabi tutulması sosyolojiktir, kültüreldir ve ideolojiktir. Oysa toplumsallaşma sürecindeki (ki toplumsallaşma her zaman politiktir) bu kimliği/kimlikleri öğrenme ve olası çatışma ( ki bu çatışma hep kaynaklara “öteki” gibi ulaşamamaktan doğar) birebir deneyimlerden ziyade artık simülasyonlar üzerinden gerçekleşir. Survivor da bilindiği gibi Hırsızlar Mağarası deneyinden esinlenmiş bir “oyun”dur. Bu bağlamda söz konusu televizyon şovu iki grup arasındaki çatışmanın kitlelere olağan/normal/kaçınılmaz (evet kaçınılmazdır çatışma ama kaynaklar eşit dağıtılmadığı sürece. Nitekim oyundaki kırmızı-mavi karşıtlığından, yani atfedilmiş kimliklere sahip olmaktan değil) sanılarak öğretilmesine model olduğu gibi; ekranın dışındakileri de ikiye bölerek toplumun temel çelişkilerini bilinçten uzak tutacak bir tarafgirlik yatarak son derece ideolojik bir işlev görür.
Bu teorik/bilimsel temel üzerinden Tv8’de yayınlanan Survivor 2021’in finale giderkenki coşan/coşturulan temposu/izlenme oranı/izleyici halet-i ruhiyesi; oyunda/senaryoda yaratılmış kimlikler, çatışmalar, hedef kitle bağlamında değerlendirildiğinde büyük resimdeki kutuplaşmanın/kutuplaştırmanın kurgusuyla da yüzleşilebileceğini düşünüyorum.
Kimlik, fiziki özellikler ve kişiliğin aday belirlenmesindeki etkisi zaten reddedilmiyor. Mevcut ya da gündeme girmesi istenen sosyopolitik kimlik kutuplaşmalarına karşılık gelen adaylar üzerinden görsel, sportif, yaşam öyküsü, ve kişilik özellikleri göz önüne alınarak şovu katmerleyecek seçim yapılıp, sadece ünlü-gönüllü sınıflandırmasına dayanmadığı görülen iki grup belirleniyor. Adayların karşılaşması/karşılaştırılması ise bence yine hiç tesadüfi olmayan bir yöntemle örneğin, en azından, yarışma arifesindeki otel odası paylaşımlarından itibaren yaratılıyor. Şov/oyun, temel içgüdüleri karşılayacak kaynaklara ulaşımın iki ekip arasındaki yarışlarla kazanılacağı temel kuralı olan senaryonun hayata geçirilmesiyle başlıyor. Karşı tarafı yenince tatmin edilecek temel içgüdü açlık; oysa genellikle genç ve dolayısıyla libidosu yüksek oyuncaların cinsel pratikleri, seyirciye bildirildiği kadarıyla yaklaşık altı ay boyunca engelli. Bu durumun oyunun temposunu artıracak nasıl bir saldırganlığa dönüşeceğini tahmin etmek için ise Freud metinlerine hâkim olmaya gerek yok.
…Köyün kapılarını ancak güreş sporu üzerinden açabildiğini söyleyen baş pehlivan, hem kökeni hem sporu itibariyle geleneksel Türkiye’nin sembolü İsmail. Aşk-ı Memnu’nun Bülent Ziyagil’inin seyircideki algısının etkisiyle sunulan Batuhan. Aleyna (Kalaycıoğlu), çekirdek kadın ailesini kimliğinin bir parçası olarak üzerinde göstererek taşıyan, azmi sonucu ABD’de uçak mühendisliği okuyan ve engelli bir kız kardeşi olan bir voleybolcu…
Muzaffer Şerif’in Hırsızlar Mağarası deneyi üzerinden yaratılmış kırmızı-mavi gruplara aidiyetten doğan rekabet ve çatışmanın ötesinde, oyuncu seçimlerinde genel toplumsal “gergin” kimliklerin de alt çelişkiler olarak baştan beri varlığı, oyun bireysele dönüştüğünde daha belirleyici nitelik kazanıyor. Bu yüzden yarışmanın iyice kızıştığı (seyircinin “tuttuğu” adaya “para ödeyerek” oy vermesiyle, çok yüksek izlenme oranına sahip olduğu için zaten reklam geliri fazla olan programın ve dolayısıyla kanalın kazancının katlanması bu aşamaya denk geliyor.) son düzlükte sekiz oyuncunun sosyolojik özelliklerine, 2021 yarışması örneği üzerinden baktığımızda Türkiye’de hal-i hazırda mevcut kimlikleri (sözde özgür ama pratikte yasaklılar hariç) görmek mümkün. Bu sekizli fotoğraf çok demokratik bir mozaikmiş gibi görünse de izleyicinin (izlemese de özellikle sosyal medya aracılığıyla bundan haberdar olmak durumunda kalan epey bir kitlenin) kutuplaşmasını tetikliyor: Steven, Ayşe, Dora, Poyraz, Aleyna, Batuhan, İsmail, Berkay (kasten adayların soyadını kullanmıyorum, yarışmada da da aynı isimden iki adet yoksa kullanılmıyor ve Acun Ilıcalı bir demecinde bu yıl iki Aleyna’nın varlığını aslında bu nedenle pek tercih etmediklerini ama, nasıl bir biçimde ikna oldularsa açıklanmadı, ikincisini de oyuna kattıklarını belirtmişti. Tek isim kullanılması seyircilerin oy kullanmasında bir kolaylık sağladığı içindir öncelikle ama bana bilimkurguların numaralı insanlarını da çağrıştırıyor doğrusu). [3]
Tek tek değerlendirdiğimde; Steven, Türkiye’de Osmanlı’dan Ege Bölgesi’nde kalan çok küçük ve artık çok melezleşmiş grubu hariç tutarsak, ancak İstanbul’un dünya kentine doğru evrilmesiyle nüfusa katılan siyahi kimliğin temsilcisi. ABD’deki her siyahi-beyaz çatışmasında Türkiye’nin nasıl ırkçı olmadığını göstermek için kullanılan; “bizde böyle bir şey asla olmaz” kınamasının, Türkiye’nin “hoşgörüsünün”[4] temsili![5]
Dora, ayrıcalıklı okul sembolünü (St.Benoit lisesi), kenti, kentli yaşam tarzını ve kültürel sermayeyi, kız arkadaşıyla “Batılı” bir ilişkiyi, hem de Şişli aidiyeti üzerinden İstanbulluluğu simgeliyor kimlik olarak.
Ayşe, günümüz Türkiye’sindeki en yaygın sentez kimliklerden: oyuncusu ve eğiticisi olduğu halter ile tenis sporlarının sınıfsal karşıtlıkları; kız kardeşlerinin hepsi başörtülüyken oldukça “açık” sayılabilecek Survivor kıyafetleri içinde rahatlık; ablalarının cerbezesinden hep bahsettiği halde, final izlencesinde bu üç ablanın değil de onlar adına eniştenin/erkeğin söz alıp kendisine destek konuşması yapması gibi çelişkilerden müteşekkil.
Poyraz, Robert Kolejlilik ve Boğaziçi Üniversitesi mezunluğunu Bourdieu’nün “büyük okullar”[6] analizindeki gibi bir sermaye olarak kullanıp modern, laik ama bir yandan da Bursa’nın muhafazakarlığından Bodrum’a, oradan da İstanbul’da tekstil ithalatına açılmış bir kimlik.
Hem Galatasaray hem Fenerbahçe’de taraftarın sevgisini futbolcu olarak kazanmış bir babanın oğlu, Beşiktaş kalecisinin kardeşi kendisi de futbolcu Berkay.
Köyün kapılarını ancak güreş sporu üzerinden açabildiğini söyleyen baş pehlivan, hem kökeni hem sporu itibariyle geleneksel Türkiye’nin sembolü İsmail.
Aşk-ı Memnu’nun Bülent Ziyagil’inin seyircideki algısının etkisiyle sunulan Batuhan.
Aleyna (Kalaycıoğlu), çekirdek kadın ailesini kimliğinin bir parçası olarak üzerinde göstererek taşıyan, azmi sonucu ABD’de uçak mühendisliği okuyan ve engelli bir kız kardeşi olan bir voleybolcu.
Bu kimlik bilgilerinin ötesinde ve onunla ilişkili olarak senaryoda yahut grup dinamiğiyle ortaya çıkan izlenme oranını ve sms kazancını artıran temel çatışmalar ise son etapta şöyle gelişti:
Bu sekizliden öncelikle, “senarist” ve seyircinin “renk” olarak o güne kadar taşıdığı Steven, oy yollama davranışında en etkili güç olan “kendini partner hayali gibi kurdurma kapasitesi ” ya da özdeşleşme nesnesi olmaya elverişlilikte zayıf bir aday olarak elendi. Açıklarsam: televizyon seyircisinin daha çok kadınlar olduğu iddia edilir ama asıl ölçülmüş olan bu tür yarışmalarda oy yollayanların daha çok kadınlar olduğudur. Kadınların oy yollama temel saiği ise (erkek) oyuncuya duyduğu ilgidir. Tam da bu nedenle özellikle erkek starlar, hayranlarının “hayallerinin erkeği” olarak topladıkları ilgiyi kaybetmemek için yanlarında bir partnerle ortaya çıkmayı yıllarca ötelemişlerdir. Şimdilerde bu durumun değişmesi, yani artık starın bir partneri olduğunu açıklamasının sıklaşması, seyircisinin onunla eş olma hayalini ve hayranlığını bu yolla pekiştirmesini engellememektedir; zira star genellikle sık eş değiştirmektedir ve dolayısıyla bir partnerinin olması seyircisinin “ümidini kırmamaktadır”! Kısacası sms yollayanların çoğu kadınlardır; ataerkil sistemde erkeklerin, hayali partnere ihtiyaçları bulunmayan fiili özgürlükleri vardır. Bu nedenle de yarışmalar finale yaklaştıkça kadınların oy yolladığı erkekler arasında geçmektedir.
Öte yandan tüm survivor oyunları boyunca, Türkiye toplumunun çok ötesinde bir örnek olarak cinsiyetsiz pratikler üzerinden işleyen süreç (giyim kuşam, yiyecek paylaşımı, samimiyet, birlikte uyuma vs) söz konusudur. Yalnızca kadınların kendi aralarında yarışmaları (pozitif?) ayrımcılığı yapılmaktadır. Ancak takımlar lağvolup aday sayısı azaldığında survivor’da oyuncuların cinsiyetlerine bakılmaksızın eşleşilen oyunlar başlar. 2021’de bu aşamaya gelindiğinde, birkaç kez daha olduğu gibi, “artık bir kadın şampiyon olsun” söylemiyle “kadın kartı” yorumlara ve dolayısıyla gündeme sokuldu. Gündeme sokuldu dememin, kendiliğinden gelişmeyip algı yaratıldığını iddia etmemin nedeni şudur: Baştan beri açıklamaya çalıştığım kimlik çeşitliliği, oy toplamaya yönelik farklılık gösterileri vs. oyuncular tarafından ortaya konmaktan ziyade, seyircinin oyuna ve oyunculara nereden ve nasıl bakacağını yönlendiren başta Acun Ilıcalı olmak üzere paralel program tartışmalarındaki yorumcular ve ardından sosyal medyadaki bu yönde kurgulanmış paylaşımlarla sağlanmaktadır. Bir yandan belki tarihin hiçbir aşamasında görülmemiş kadınlara yönelik ayrımcılık toplumda vuku bulurken, dizilerden reklamlara uzanan kadın sorunları üzerinden prim yapma, böylece, bu aşamada Survivor’ın da “kazanç kapısı” olmuştur. [7]
Aynı aşamada ailelerin yarışma dışında “kapışması” gibi ilgi yükselten azar boyutlu Acun Ilıcalı “uyarısı”, kadın kartının kadın rekabeti gibi gayet ataerkil bir “seyir ortamı”na taşınmasına ve sms’lerin, güya kadın şampiyon “özlenirken” iki güçlü ve hedef kitlesi farklı kadın üzerinden kutuplaşarak coşmasına sebep olmuştur. Kadınları bölerek yöneten ataerkil zihniyetin bu yansıması, oyuncuların da kutuplaşmaya katılmasıyla pekiştirilmiştir. Tek başına biri engelli, yarışmacı olanı Amerika’da uçak mühendisliği eğitimi gören güçlü ve güzel annesine açık tavır aldığı Acun Ilıcalı, Aleyna’nın potaya taşınmasıyla Berkay ve Poyraz tarafından zımnen desteklenmiştir. Zaten oyun boyunca kültürel sermaye paydaşlığı bağlamında Dora ve Poyraz ile aynı safta olması beklenebilecek Aleyna[8], potaya konulmanın ötesinde bu ikilinin gerekçe gösterilmeksizin “finale layık değil, sevmiyorum kendisini” gibi açıklamalarına maruz kalmıştır. Bu arada kırmızı ve mavi gruplar dağılmış olmasına ve bireysel rekabete geçilmesine rağmen, şampiyonluk adaylarından gösterilen Berkay da aslında eski grubundan biri olan Aleyna’yı bu furyada aday koltuğuna oturtunca, Aleyna dahi bunu garipsemezken, grubuna ihanetten dolayı gözden çıkarılması gereken biri haline getirilmiştir yine yorumcuların yönlendirmesiyle. (Dolayısıyla her çatışma taraftarın kızıştırılması üzerinden paraya tahvil edilmiştir.) Futbol dünyasının (taraftarları dahil), futbola ilgi daha büyük olduğu için survivor’a fazla yatırım yapmaması ve bağlı olarak bu kimliğin yeterli sms getirmemesi aslında Berkay’ın gözden çıkarılmasının asıl nedenidir. Kadınların mücadelesi; futbolcudan, aktörden, yakışıklılıktan, seçkinlikten daha çok izleyici çekiyor ve sms’lerin patlamasıyla asıl amaç gerçekleşiyor, kanal kazanıyor.
…seçimlerin çoğunda olduğu gibi Poyraz prototipi üzerinden örneklenen kategori ne kadar iktidar/şampiyonluk için her türden işbirliğini gerçekleştirse ve en başta belirttiğim eklektik-postmodern aidiyetlerini kullansa da, modernlikten devraldığı üstten bakışa yeniliyor ve çevre merkezi yeniyor.
Bundan sonraki süreç çorap söküğü: Poyraz’ın onu finalde yanında görmek istemesi ( hem sosyal sermaye hem cinsiyet bağlamında İsmail’den daha az tehlikeli bir rakip) nedeniyle onunla oynadığı oyunlara fazla asılmayıp, kendisinin de olağanüstü bir performans göstermesi nedeniyle Ayşe oyunu bozuyor; final koltuğuna iki kadın otur(a)mıyor ve Kanal bu sefer kardan zarar ediyor. İki kadının kapışmasını ilkel kavimlerin köle döğüşünü izlemesi gibi iştahlanarak izleyenlerin hevesi de kursaklarında kalıyor ve oylar Aleyna’dan kıl payı farkla bir erkeği, bir şehirliyi, bir “iyi eğitimliyi” Poyraz’ı finale getiriyor. Karşısına ise, diğer kadın oyuncuyu daha kolay eleyen güreşçi (güreş camiası futbol gibi değil, survivor’ın parlatmasına ihtiyaç duyuyor), geleneksel, kırsal kesim kökenli İsmail’i çıkarıyor. Seçimlerin çoğunda olduğu gibi Poyraz prototipi üzerinden örneklenen kategori ne kadar iktidar/şampiyonluk için her türden işbirliğini gerçekleştirse ve en başta belirttiğim eklektik-postmodern aidiyetlerini kullansa da, modernlikten devraldığı üstten bakışa yeniliyor ve çevre merkezi[9] yeniyor.
Bu semboller, sosyoloji, sosyal psikoloji, psikoloji bilimlerinin verileri eşliğinde bir yandan sermayenin katlanarak büyümesine neden olurken; bir yandan da modeller üzerinden ideolojik yeniden üretimi sağlamaktadır. İdeolojik yeniden üretimden kastim sadece kitlelerin “uyutulması” yoluyla muhalefetin engellenmesi değil; muhalefet de dahil kitlelerin formatlanmasıdır.
Ama Muzaffer Şerif’in Hırsızlar Mağarası deneyinin son aşaması umutludur. “Kurulmuş” gruplar dağıtıldığında bu aidiyetlerinden özgürleşen denekler birbiriyle didişmeyi bırakırlar. Deneyde yer almasa da asıl mesele olan kaynakların adil dağıtılmaması ortak sorunu onların hep birlikte mücadelesini beklemektedir.
[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Muzafer_Sherif
[2] https://www.youtube.com/watch?v=8PRuxMprSDQ
[3] Survivor’ı izlememiş, oyuncuların adlarını bilmeyen okuyucu bu sekiz isme numara vererek de okuyabilir ve yorumlarımı böylelikle anlayabilir.
[4] Hoşgörü kelimesi bizatihi üstün olanın diğerini onayladığı fikrinin içkin olduğu ayrımcılık içerir kanımca. Bu aşamamada da bu bilinçle kullanılmıştır.
[5] Ayrımcılığın renk kısmıyla ilgilenen, rengi aynı olsa da Türkiye’nin “sembolik siyahileri”nin bulunduğunu ve ayrımcılığın fazlasıyla var olduğunu görmeyen politik erkan ve göremeyen geniş kitleler tarafından.
[6] P.Bourdieu; La Noblesse d’Etat: Grandes Ecoles et Esprit de Corps, Eds.Minuit, Paris, 1989.
[7] Bkz.A.Yaraman; Cinsiyetçi İkiyüzlülük, Bağlam, İstanbul, 2020.
[8] Erkekler genellikle kendi düzeyinde olan kadınları “seçmezler”. Ataerkil pratiklerde boyları, eğitimleri, gelirleri, yaşları , kültürel sermayeleri kadınlardan üstünde olmalıdır.
[9] “Merkez”den kastim artık asla modernist, laik, ulusalcı kesim değil. Bugünün “merkezdekileri”. Günümüzün çevresi ise bugünün “merkezinin” epeydir ittifaktan vazgeçip dışladıkları.