A password will be e-mailed to you.

Bugünlerde sürmekte olan iki sergi var. İki farklı kuşaktan sanatçının İstanbul’un iki yakasında biri tanımlı diğeri tanımsız diyebileceğimiz malzemelerden oluşturdukları ama vardıkları yer açısından benzerlikler taşıyan sergileri: Sökük ve The Other Wall. Önümüze koydukları bir fotoğraf var: Beden.

Saadet Sorgunlu ve Ece Nada birbirinden habersiz şekilde ama aynı zaman dilimi içinde, bedenin içten ve dıştan kuşatılmışlığını çok farklı dillerle yırtmanın peşindeler. Biri daha dingin ve ironik, diğeri daha hırçın ve hoyrat. Ama mesele ortak: Bedeni ve benliği öteleyen, sürekli üstümde ve içimde dolanan bir el’le (tahakküm araçları) nasıl baş edebilirim sorgusudur?

Sökük: Bedenle Fenomenal İstişare!

Sorgunlu’nun Sökük adlı düzenlemesi daha isminden başlayarak hem toplumsal hem de tekil bir alanda bir doku parçalanmasını haber verir. Bedene tarihsel ve ideolojik olarak giydirilmiş bütün katmanları bedenin uzantısı olan giysiler üzerinden ele alır sergi. Karşımızda tuvallere giydirilmiş veya asılmış elbiseler, çamaşırlar, bezler görüyoruz. İlk bakışta eril sanat tarihini feminist bakışa açan bir yola sokar bizi Sökük. Erk’i ve erkekliğe ait bütün anlam dünyasını tuvalden aşağı düşürür.

Saadet Sorgunlu, Sökük sergisinden

Giyinik olmadığımız yerler çok sınırlıdır. Giydiğimiz her eşya tenimizden, kokumuzdan, hareketlerimizden, temas ettiklerimizden bir şeyler yüklenir; benliğimizin, kimliğimizin izlerini bırakırız onlarda. Hayatlarımızın tanıklarıdır. Bu sebeple Elbiseler de hafıza taşıyıcısıdır, diyor sanatçı. Bu noktada Sorgunlu, hem gerçek manada belleğin eşya ile ilişkisini işaret eder hem de alegorik olarak varlığımız üzerinde gezinen söylemlerin, kural, yasa ya da geleneklerin toplumsal veya kişisel olanla ilişkisine bir elbise metaforu üzerinden yaklaşır. Farklı toplumsal katmanların temsillere açılan giysiler örtünmenin politik uzantılarını hatırlatır.

Saadet Sorgunlu, Sökük sergisinden

 

Saadet Sorgunlu, Sökük sergisinden

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tuvallere asılan elbiseler kapatma ve örtünme işlevlerinden soyutlanarak, bedenin bir parçasına dönüşerek, disipline edici eril tahakkümün buyruklarına gedikler açar. Etekler havada, külotlar dışarda, çatışmalı coğrafyaların politik sembolleri aradan sızarak bir meydan okuma pratiğine evrilir. Özel olanı toplumsal alana açarak değersizleştirilmeye, atık hale getirilmeye çalışılan bir hafızayı sahiplenir. Burada Julia Kristeva’nın abject kavramından söz açmak gerekir: Türkçe’de ‘iğrenç, atık, zillet, öteki’ gibi anlamlara gelen abject, bedensel atıklarımızdan kurtulup temizlenip saflaşmamızı telkin eder. Sözde saf kimlik inşa etme çabaları ve ideal toplum tasavvurları abjectlerin dışarı atılması ile mümkündür.

Saadet Sorgunlu, Sökük sergisinden

Saadet Sorgunlu, Sökük sergisinden

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Toplumsal bilinçaltına bu tür kusurları süpürerek, görünmez kılarak bir özne tasavvuruna ulaşır katı siyasal düzenler. Sorgunlu da sergisinde hem kadın bedenini atık olarak öteleyen zihniyeti hem adaletsizliğe, barış talebine, toplumsal eşitsizliğe ses çıkaran kesimlerin uğradıkları akamete bir ses olur. Atık olarak kodlananı tablonun merkezine taşır. Sorgunlu’nun buradaki tavrı, hafızayı canlı bir kalkan olarak öne sürmektir. Elbiseler birer kayıt ve kanıt nesnesine dönüşür. Dayatılan hafızaya bir karşı hafıza inşa ederek hamle yapar.

The Other Wall: Bedenle Şeytani İstişare!

Abjection bağlamına gelmişken Ece Nada’ya burada söz vermek gerekir. The Other Wall (Öteki Duvar) yerleştirme sergisinde Nada, Sorgunlu’nun tavrına karşı daha içeriden bir tutumla eşlik eder. Bir yıkım estetiği yaratan Nada, gerçek manada, çer çöp sayılabilecek atık nesneleri toplayarak ve onları bir tür şeytani arzuyla dönüştürerek bir dehşet mekanı yaratır. Battaile, Edebiyat ve Kötülük adlı şaheserinde W.Blake’in şiirin gerçek özünün şeytan olduğunu ifade ettiğini belirterek: “Şiir, istese de yapıcı olamaz; o yıkıcıdır, o, ancak isyan ettiği zaman gerçektir.” dediğini ifade eder. Sanatın isyan ve direnişle bağlantısı, 20. yüzyıl avangartlarında ve 1968 dönemi sanat eyleyiciliğinde doruğa çıkar. Guy Debord’un başını çektiği yıkıcı estetik, situasyonizm, yıkımı yüceleştirir. Beden ve yaşam üzerindeki tahakküm radikal bir şekilde reddedilir. Hayal gücünün özgürleşmesi, toplumsal ve mekânsal bir yıkımın ile mümkün görünmüştür ki bunun etkilerini halen sanatsal üretimde sıkça görmekteyiz.

Ece Nada’nın sokaktan topladığı ahşap, tekstil, cam, boya gibi malzemeler steril bir mekanı bir tür cinayet mahaline çevirir. Dışarı atılan, gözden uzak tutulması gereken değersiz ve iğrenç varlıklar mekanı işgal eder. Duvardan akan kanlar, tavandan sarkan döküntüler, ortalığa yayılmış iç organları andıran bir mezbaha görüntüsü. Ancak ne maktul var ne katil ya da Baudelaire’nın deyimiyle katil de aynı maktul de. Rasyonel olmayan bir dünya hali. Hatta bir tür passion( tutku) deneyimi bile denebilir. Delirme veya cinnet halinin tedirgin edici atmosferi yıkıcı hazzın keyfiliği… Beden, üstündeki bütün otorite tasarruflarına kendini içten yıkarak, imha ederek mekanı kullanılmaz kılar. Bu beden fizyolojik bir beden değil mekânsal ve toplumsal bir bedenin de tezahürlerdir. Sorgunlu’nun bıraktığı yerden çıkış yolunu, bedeni bütün temsiliyetlerinden azade edip organsız bedene ulaştırma çabasında görür gibidir Nada.

Ece Nada, The Other Wall sergisinden

Sorgunlu bedenin dış yüzeyindeki tahakküm kalıntılarını kendi deneyimi ve hafızası yoluyla kritik ederken, Nada şeytani bir eylemsellikle bedende birikmiş bütün iğrençlikleri ortaya saçar. Görünmek istenmeyeni görünür kılar. İrin, kan, dışkı, idrar, pıhtı, safrayla sarılı yıkık bir mekan tasavvuru ile baş başa bırakır bizi. Temsiliyet böylece en üst perdeden sıfırlanmıştır. İstişare yeni baştan başlatılmak zorundadır.

Netice olarak Kristeva’ya dönersek eğer, steril bir kimlik veya benlik yaratımı için sınırlar çizilmek zorundadır. Sınır demek sınırın ötesi de demek. Abjection kavramı bu yüzden egemen sistemler açısından başvurulan hayati bir kavram olarak iki sergide de farklı biçimlerde görünür. Sökük sergisinde kadın, etnisite, kültürel, etnik temsiliyetler veya demokrasi, barış, eşitlik talep eden kesimler sosyal atıklar muamelesi görmesi giysiler üzerinden görünür kılınıyor. The Other Wall sergisinde ise inşa edilmiş bütün kimliklerin içeriden dinamitlenip bu kimlikler(mekanlar) içinde birikmiş irini görünür kılma çabası vardır.

Ece Nada, The Other Wall sergisinden

Son söz: Barış

Sorgunlu, Sökük sergisinin orta yerine üstünde birçok dilde, barış, peace, aşiti… yazan bir tişörtü incecik bir iple sallandırır. Adeta ipte sallandırılmak istenen bir talebin ne kadar da kırılgan ve hassas bir dengede olduğunu imliyor. Sökük sergisinden elde edilecek tüm gelirin de Barış İçin Akademisyenler’e verileceğini de düşündüğümüz zaman bu serginin konjuktürel önemi bir daha anlaşılacaktır.

Sökük sergisi 12 Ocak’a kadar Yel değirmeni’nindeki Bayanyanı Art Project’te gezilebilecekken,
The Other Wall sergisi de Elmadağ’daki Pre-art space’de görülebilir.

 

İLGİLİ HABERLER

Ne içeride ne dışarıda: Gayan

İlk Raunt: KURDUN ETTİKLERİ

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 06:17:44