A password will be e-mailed to you.

Şaka maka 30 yıl oldu. İlk dördüncüsüne kadar profesyonel değildim. Çocuk izleyiciydim. Resim öğretmeni tarafından bienale götürülen bir çocuk olarak şanslıydım. Orijinal sanatın sadece bazı bankaların duvarlarına asılan resimler olmadığını, bizzat ikinci İstanbul Bienali’nde ömrümde ilk kez duyduğum enstalasyon deyişiyle öğrenecektim. Tıpkı bienalin iki yılda bir yapılan sergi olduğunu öğrenmem gibi. Resim öğretmenimiz sanatçı Dilek Işıksel, bienalle ilgili izlenimlerimi yazmamı istediğinde 30 yıl boyunca bunu bir meslek olarak yapacağımı inanın bilmiyordum.

Eleştiriler geldi

4. İstanbul Bienali’nde çok genç bir yazardım. Türkiye’nin en iddialı kültür sanat dergisi Negatif’i çıkarıyorduk. Duygu Asena genel yayın yönetmenimizdi. Negatif, Rene Block’un küratörlüğünü yaptığı, ilk kez yabancı bir küratörün belirli bir tema etrafında öreceği bienali, yarattığı sendromuyla birlikte değerlendirdi. Dergideki Rene Block söyleşisini Utku Varlık’ın bienali eleştiren sözleri takip etti: “Bienale harcanan paralarla Türkiye sanatında neler neler değişirdi.”

Bu, ülkenin dışından gelen birinin seçtiği tema ve sanatçıların, Türkiye’de yaşayan ve seçilmeyen sanatçılarla karşı karşıya gelmesinin yarattığı gerilimin ilk sahnelenişiydi. Buna bienal sendromu diyecektim.

Bienalin teması ve o temaya uygun sanatçılarının derlenişi Türkiye’de yaşayanları kendilerince “bu ithalat” karşısında rahatsız ediyordu. Yeterince sanatçısı yok muydu ülkenin oysa?

Bir modernleşme projesi olarak düşünülebilecek bienal, iki kanada da yeterince etki etti bugüne kadar.

Yeterince modern olmadıklarını düşündürdükleriyle çok modern olduklarını düşündürdükleri…

Yabancı küratörler…

Elbette bu iki kanadın hissiyatı, bienalin teması, seçilen küratörün davet ettiği sanatçılarla bazen azalacak bazen çoğalacaktı.

Ve her gelen küratör, işte o “yabancı”, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda destek alacağı yabancı gözün bir devamıydı.

Yabancı küratör, Türkiye’nin içinden geçtiği hangi sorunlara el atacak?

Hangi soruları soracak? Bir Batılı ya da Doğulu olarak, Hou Hanru Çinli, Yuko Hasegawa Japon’du, Türkiye’nin süperdinamik, siyasi ve toplumsal gündemini kavrayacak buna cevap veren işler üretecekti?

Alman küratör Rene Block, Türkiye’yi komşularıyla birlikte tarif etti örneğin. Balkan komşularıyla özellikle.

Muhalif bir sergide Türkiye’de galerilerde göremeyeceğimiz Türkiyeli genç sanatçıları işin içine kattı. Sergide Gülsün Karamustafa da vardı. Esra Ersen de…

Paolo Colombo, temasında Tutku ve Dalga diyerek bugüne kadar kavramsal işlerinin çoğunluğuyla gururlu ve “ressamları dışladığı” düşünülen bienalde, sanatçı Ömer Uluç ve Christopher Wool’u buluşturdu. Bununla da kalmadı. Gölcük depremi yaralarını sarmaya girişti. Düzenlediği müzayedede toplanan gelir, depremzedelere verildi. 9B, yani 9. İstanbul Bienali’nde Charles Esche ve buralı partneri Vasıf Kortun, bienali olduğu gibi Aya İrini gibi tarihi mekânlarından alıp şehrin merkezine, şimdilerde kaybettiğimizi düşündüğümüz bir bölgeye Beyoğlu-Taksim’e taşıdı. Deniz Palas o zamanlar İKSV’nin bakımlı merkezi değil, neredeyse yıkılmak üzere bakımsız bir binaydı.

Tarihe geçti

Hou Hanru, bienallerin içinde “yabancı” gözüyle Türkiye’ye siyaseten bakmayı en çok deneyendi sanırım.

Hanru’nun Kemalist eleştirisi pek çok kurumu ayaklandırdı.

Fulya Erdemci’nin yine buralı, Türkiyeli küratörün, Gezi olaylarına rastlayan bienaliyse tarihe basın toplantısı yapılmayan ilk bienal olarak geçti. Gezi olaylarının ardından yaşanan gerilim, kamuyla bienalin yaşadığı krizler, bu hâlâ düşündüğümde şoke olduğum kararın alınmasına sebebiyet vermişti.


KAYNAK:
Cumhuriyet

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 13:04:00