İzlediği yöntemlere ve kullandığı tekniklere baktığımızda, sosyolojinin sıkça tarihe referans yaptığını, karşılaştırmaya yönelik yöntemlere başvurduğunu, gözlemlerden ve birebir görüşmelerden faydalandığını görürüz. Bireyler olarak bizler de buna benzer şekilde, varsayılan sorunların kaynağını tespit etmek için çeşitli analizler yapar, varsayımlar üretiriz ve tanımlamalar üzerinden kavramları açıklığa kavuşturmaya çabalarız. Beklentimiz, bu analizlere ve tanımlamalara dayanarak bir çıkış yolu bulmak, bir çözüm önerisi kurgulamaktır. “İçe Dönük Konuşmalar” adını verdiğim dizinin ilk yazısını kaleme alırken amacım, okuru belirli kavramlara yönelik yergi veya övgü üretmeye yöneltmekten çok, “Neden böyle ve ne yapmalı?” sorusuna dair bir kanaatler bütünü ortaya koymak. Bu yüzden ortaklaşa katkı üretmek ve çözüm sunmak adına, okurun etkileşime girmesini ümit ediyorum.
Ülke olarak bugün geldiğimiz noktada, ulaşıma ilişkin onlarca sorunu kolayca sıralayabiliriz. Satın alma gücünde süregiden düşüşe paralel olarak durmadan artan yakıt fiyatları, fosil yakıt tüketimine bağlı çevre sorunları, hareketsiz yaşam alışkanlığından kaynaklanan sağlık sorunları, ilk akla gelenler… Bunların yanına onca sıkışmışlığa rağmen bisiklet kullanımının kent yaşamında kendine yeterince yer edinememesini, buna paralel olarak yerel / merkezi yönetimlerin bisiklet kullanıcılarının alan ve altyapı taleplerine kulak tıkamaya devam etmesini veya bu talepleri karşılamaya yönelik özde değil sözde adımlar atıyor olmasını koyabiliriz. Öte yandan, kendiliğinden örgütlenen ve genellikle sosyal medya üzerinden organize olan bisiklet grup, topluluk ve platformlarının bu olumsuz tabloyu tersine çevirme adına yöntem üretmekte yaşadığı kısırlığın farkındayız.
Sürekli yinelenmekten yıpranmış turlar, etkinlikler, sürüş, kortej benzeri aksiyonların sorunları ortadan kaldırmak adına beklenen etkiyi yaratamıyor hale gelmesi, buna bağlı olarak ortaya çıkan yılgınlıklar ve boş vermişlikler malumun ilamı. Bu aşamada gidişatı değiştirmeye yönelik çabaların, faaliyetlerin kronolojik bir ayrıma tabi tutulmasının, adını koyduğum aktivizm türlerinin kronolojik ayırım içinde yeniden tanımlanmasının gereğine inanıyorum. Ancak böylelikle, bazı kurbağaların dereye atılan onca taşa rağmen neden hâlâ ürkmediğini anlayabiliriz veya atılan taşların hangi kurbağaları ürkütmeye yarayabileceğini görebiliriz.
Çözüm yöntemlerini toplumsal koşullara bakarak üretmek
Diğer ülkelerde bisikletli ulaşımı yaygınlaştırıp güçlendirmek anlamında kat edilen yolun nasıl kat edildiğine bakmak, bize yöntem ve aksiyon üretmeye dair kimi seçenekler sunar. Şüphesiz ki bu seçenekleri incelenmeliyiz ve denemeliyiz ancak bilmeliyiz ki o seçeneklerin işaret ettiği yöntemleri birebir uyguladığımızda aynı sonuçları elde edeceğimizin garantisi yok. Toplumlar, içinde bulunduğu özgün şartlara bağlı olarak, olumlu adımlara da olumsuz koşullara da farklı cevap verir; kendi tarihsel süreçlerini ancak yaşayarak şekillendirir.
Coğrafya kaderdir. Bunu bilerek ve buradan hareket ederek bakınca, bisiklet adına yaşanmasını umduğumuz gelişmeleri diğer coğrafyalardaki yaşanmışlıklarla bakarak şekillendirmeye çalışmak ve aynı yaşanmışlıkların bu coğrafyada benzer sonuçlar üretmesini beklemek, çok akıllıca bir beklenti olmasa gerektir. Zira her toplumun dinamikleri farklıdır ve bu dinamikler, her zaman her coğrafyada aynı etkileri yaratmaz.
Örneğin Hollanda, 6 Ekim 1973’te başlayan Arap-İsrail Savaşı’nın ardından, Arap devletlerinin İsrail’i destekleyen batılı devletlere petrol satmama kararıyla patlayan petrol krizine tepkisini ulaşımda bisiklete sarılarak vermişken halkımız, o yıllarda tüp gaz ve benzin kuyruklarında saatlerce beklemeyi tercih etmiştir. Bir toplum yaşadığı sıkıntıyı rasyonel seçenekleri öne çıkararak çözerken diğer toplum, kanaat etmeye yönelmiştir. Örneğin, Hollanda’da yaşanan trafik kazalarına bağlı ölümleri protesto etmek üzere insanların sokağa indiği bir dönemde, (hâlâ bu alanda Avrupa rekorlarını kırmaya devam eden) yüksek ölüm oranımıza rağmen, meselenin özünü yaşam tarzımızda aramak yerine, sorunu icat ettiğimiz “Trafik Canavarı”na ihale etmişizdir. Aynen, on yıllar boyunca özenle büyütüp beslediğimiz “Enflasyon Canavarı” gibi… Her iki ülkeden verdiğim örnekler, itiraz kültürüyle boyun eğme / evcilleştirme kültürünün ürettiği doğal sonuçlar olarak karşı karşıya duruyor. Buradan hareketle, önce bisiklet aktivizmi adına öznel kronolojimizi kurgulamanın, ardından gereken tanımlamaları yapmanın meseleyi sağlıklı bir biçimde ele almak adına doğru bir izlek olacağını düşünüyorum.
Türkiye’deki bisiklet aktivizmine nesiller üzerinden bakmak
Türkiye’deki bisiklet aktivizmini üç nesle ayırıyorum:
BİRİNCİ NESİL
Birinci nesil bisiklet aktivizminin temsilcilerinin birçoğu ne yazık ki aramızda yok ve hayatta olanlar, artık bisiklete binemeyecek kadar yaş almış durumda. Bu neslin aktivizm anlayışını kent hayatının ve kentleşmenin dönemsel şartları dolayısıyla ulaşım odaklı olmaktan çok, spor temelli bir aktivizm olarak tanımlayabiliriz. Türkiye’deki bisiklet sporunun öncüleri ve eski bisiklet şampiyonları, bu kategoriye giriyor. Ülkede bisiklet sayısının çok düşük olduğu, nitelikli ekipmanın güçlükle bulunduğu yıllara denk düşen bir tarih aralığından bahsediyoruz. Bugün birinci neslin aktivistlerini hayırla anıyoruz ve içinde bulundukları imkânsızlıkları düşündükçe, verdikleri emeklerin ne kadar değerli olduğunu daha iyi anlıyoruz.
İKİNCİ NESİL
İkinci nesil bisiklet aktivizminin en eski temsilcileri, kabaca söylersek, bugün 60 ila 70 yaş grubunda yer alan bisiklet öncüleridir. Bu öncüler, aslında bugünkü bisiklet gruplarının tekabül ettiği aktivizm anlayışının ilk üyeleridir, kurucularıdır. Örgütlenme ve haberleşme anlamında, sosyal medyanın son yıllarda yaygınlaşmasıyla birlikte sayıları gittikçe çoğalan bisiklet gruplarının, platformlarının ve topluluklarının gönüllük esasıyla bir araya gelen üyelerini de bu nesle dâhil ediyorum. Bu nesle liderlik/öncülük edenlerin de zaman içinde değiştiğini, yenilendiğini görüyoruz.
Bisiklet grupları komünal* yapıya sahiptir; bu sebeple fayda çemberleri de içe dönüktür. Bu komünal yapılar, ancak içindeyseniz size somut katkılar sunar. Bisiklet toplulukları, ortak dert ve ihtiyaçlara sahip bisiklet kullanıcılarının grup halinde, dayanışma içinde sosyal etkileşime girmesi için ortam yaratır; üyelerine tecrübe kazanma imkânı sunar. Meselâ bu grupların bisiklete yeni başlayanlara sunduğu imkânlar yadsınamaz derecede önemlidir veya bisikleti hayatının merkezine almaya karar vermiş çoğu birey, güvenli sürüş gereksinimini bu oluşumlar içinde karşılar.
Her bisiklet topluluğunda süreç aşağı yukarı şöyle işler: Bir bisiklet sahibi olursunuz ve eğer sürüş tecrübeniz yoksa veya yetersizse nispeten güvenli bulduğunuz sahil kenarlarını, peyzaj alanlarını tercih eder, trafikten uzak noktalarda sürüş yaparsınız. Sürüşleriniz sırasında formaları, kaskları, ışıkları, çantaları ve mevsimlik giysileriyle sürüşe çıkmış kimi bisiklet gruplarına rastlarsınız. Eeğer girişkenseniz bizzat, değilseniz bir arkadaşınız vasıtasıyla gözünüze kestirdiğiniz gruba katılır, ilk toplu sürüşünüze çıkarsınız. Grup halinde, otomobillerle birlikte sürmek, trafikte sürüş adına özgüveninizi arttırır; molalarda diğer bisikletlerdeki ve bisiklet kullanıcılarındaki ekipmanları yakından inceler, bunlar hakkında bilgi alır ve eksiklerinizi ekonomik imkânlarınız el verdiğince en verimli şekilde nasıl giderebileceğinizi deneyimlersiniz.
“Beraber deneyimleme”
İkinci nesil aktivizm, bu içe dönük fayda etkisini doğrudan deneyim yoluyla üretir. Bu sebeple düzenli bir veri kümesine sahip değildir. Örneğin gruba özel bir web sitesi veya bir YouTube kanalı yoktur. Dilediğinizde çevrimiçi olarak erişebileceğiniz bir birikime sahip değildir; kayıt tutmaz, belge üretmez; yazılı bir arşivi veya sistemli olarak işleyen bir görsel belleği yoktur. Bu neslin mensupları, deneyimlerini kendileri dışındaki bireylerin kullanımına yönelik olarak arşivlemenin gereğini duymaz. Temel mesele içinde olmaya, beraber deneyimlemeye dayanır.
Bisiklet grupları bu haliyle önemli bir işlevi üstlenirken, yapısı gereği fayda etkisini içe aktarırken dışa dönük aktivizm yapabilmenin zorluklarını yaşar.
Bisiklet dışı konulara ait farkındalık turlarına katılmak, temelde bisikletle ilgili olmayıp, konu edilen gün veya kavrama işaret eder. Aynı zamanda, topluluğun birlik ve beraberliğine manevi katkı sağlar. Bir arada olmak, kalabalık olmak, kalabalık yaratabilmek, topluluk üyesi için soyut, duygusal yararlar içerir. Ne var ki bu toplulukların büyük çoğunluğu tüzel bir yapıya sahip olmadığından kentlerde bisikletli ulaşımın altyapısını geliştirmekle yükümlü olan makamlara, karar alıcılara kolayca tesir edemez. Ezcümle, bisiklet toplulukları bisiklet kültürüne, bisiklete binmenin sosyolojik izahına, ekoloji ve teknolojik açıdan güncel dünyada bisiklet adına yaşanan gelişmelere ve bunların kullanıcıya etkisine yönelik konularda yansıtıcı işlevini üstlenmez. Bu topluluklar, daha çok kullanıcı deneyimine dayalı döngüsel bir işleyişe sahiptir ve bu haliyle gayet önemli bir işlevin yürütücüsü konumundadır.
Günümüzde yeni bisiklet sahibi olan, bisikleti ulaşım için daha aktif biçimde kullanmaya karar veren bireylerin sayısındaki görünür artış, bu irili ufaklı komünal örgütlenme biçiminin devam edeceğinin teminatıdır. Bu sebeple, ikinci nesil bisiklet aktivizmini, “yoğunluğu değişkenlik göstererek sürecek bir periyot” olarak tanımlamak yerinde olacaktır. Özetle, bisiklete yeni başlamış insanlar, zaten binmekte olan insanlarla bir noktada buluşacak, başka bir noktaya doğru grup halinde pedal çevirmeye devam edecektir.
“Bir şeyler yapmak lazım”
“Bir şeyler yapmak lazım” dürtüsüyle davranan bisiklet gruplarının dışa dönük aktivizmle geniş kitleler üzerinde etki yaratmaya güdülenerek ve yeni bisiklete binmeye başlayan bireyleri bünyesine kazandırmaya çabalayarak yola devam etmesi elbette mümkündür ancak benimsenen örgütlenme biçiminin yapısı ve üstlenilen işlevlerin kapsamı, kısıtlı miktarda netice ortaya çıkarır. İkinci nesil aktivizm, bu anlamda pozitif yanlarının farkında olmalıdır ve etkisini güçlü olduğu alanlarda büyütmeyi amaçlamalıdır.
Yukarıda vurgulamaya çalıştığım üzere, bisiklet gruplarının benimsediği örgütlenme modeli, aslında “yıllardır uğraşıyoruz ama değişen bir şey yok” hissiyatının temel sebebidir. Analizi bu şekilde yapınca ve üstlenilen işlevlerin yarattığı toplam etkiye bakınca, mevcut durumu korumak ve yerine getirilen görevlerin farkında olmak yeterli görünüyor. Daha önce de vurguladığım gibi bu topluluklar, uzun yıllar sürecek bir döngüsel işlevin yürütücüsü olarak pozisyonlarını koruyacaktır.
İlave olarak, ikinci nesil aktivizm içinde (ilerleyen paragraflarda açıklamaya çalışacağım şekilde) üçüncü neslin birikim oluşturma, belgeleme ve kayıt altına alma özelliklerine sahip bireylere rastlar hale geldik. Bu bireyler / temsilciler, tuttukları blog ve vlog’larla deneyim paylaşımına kalıcılık kazandırmakla kalmıyor, üretilen deneyimi düzenli olarak çevrimiçi paylaşıma sokuyor.
Şimdi, üçüncü nesil aktivizmi tanımlamaya geçebiliriz.
ÜÇÜNCÜ NESİL
Üçüncü nesil bisiklet aktivizminin bilhassa 2010’lu yılların başında görünürlük kazanmaya başladığına tanık olduk. Üçüncü nesil bisiklet aktivizmi, kimi durumlarda kendini ikinci nesil bisiklet aktivizminin içinde konumlandırabiliyor görünse de çıkış noktasını öznel deneyimlere, kişisel birikime ve dışa dönük görünürlüğe dayandırıyor. Bu yaklaşım doğrultusunda, odağına koyduğu noktaları ikinci neslin öne sürdüğü aktivizm alanlarının dışında tutuyor. Buradan hareketle, etki yönünü ve amacını içe dönük değil, dışa dönük olarak tanımlıyor. Görünürlüğe dair stratejisini bisiklet kullanıcıları üzerine değil, bisiklet kullanıcısı olmayan bireyler üstüne odaklıyor. Kendine mesele edindiği konuları kitlesel bağlamdan ziyade bireylerin bir araya gelmesi temelinde ele alıyor.
Üçüncü nesil bisiklet aktivizmi, bireyselliğe dayandığı için daha hızlı ve verimli hareket edebiliyor; birey okuduğu kitabı, dinlediği konferansı, izlediği filmi veya denediği ürünü anlık ve sadece özdenetimine bağlı olarak topluma aktarıyor. Bu bireyin ikinci nesil aktivizmin içinde yer almış ve sorumluluk üstlenmiş olduğunu, bu aktivizm biçiminin deneyime dayalı süreçlerinin içinden geçip buralara vardığını elbette yadsıyamayız. Tam da bu nedenle bisiklete dair başlangıç konularından çok işin sosyolojik, felsefi ve kültürel yanlarını ele almayı seçtiğini görebiliriz.
Bireysel aktivizm
Bireysel aktivizm öznel deneyimlerden yola çıkarken, bunu derin sübjektiflikten kurtarmak adına, haklı olarak veriye dayanır. Bireysel olarak tecrübe ettiği şeylerin karşılığını veri ve kayıt anlamında bir araya getirerek insanlara sunma ilkesini atlamaz. Birikim oluşturma, başucu kaynağı olma, rehber olma gibi işlevleri önemser ve bunu yaparken “kendine has” olmayı ihmâl etmez. Üçüncü nesil aktivistlerin benimsediği bir diğer hareket biçimi, bisikleti kendi profesyonelliğiyle birleştirebilmektir. Bu aktivistler baktığı veya işaret ettiği şey her ne ise onu bisikletle harmanlama esnekliğine sahiptir. Her ne yapıyorsa ona bisiklet üzerinden bakar. Bu hareket biçimi, onu daha dışa dönük kılarken bisiklete binmeyen bireyler ve topluluklarla iletişimini kolaylaştırır.
Rol model kavramına dayanan üçüncü nesil bisiklet aktivizmi, bisikletin bir yaşam tarzı oluşuna ağırlık verir. Bu yaşam tarzını benimsemeye dair atılacak ilk adımların aslında bireylerin hemen yanı başında durduğunu gösterirken, kolaylaştırıcı birçok unsurun altını çizer. Bu duruşunu “bisiklet etkinliği” düzenlerken ya da düzenlenen bir etkinliğe katkı verirken korur. Dışa dönüktür; bir araya getiricidir ve katkısını “bisiklet ile …” bakış açısını koruyarak sunar.
Üçüncü nesil bisiklet aktivizminin Avrupa’daki güncel pozisyonuna bakınca, bireyin arkasında konumlanmış kurumlara, ekiplere rastlıyoruz (Copenhagenize Design Co., en bilindik örnektir.) Bu sebeple ikinci nesil aktivizme has gönüllük esasına dayanan, zaman içinde liderlik / öncülük edenlerin değiştiği / yenilendiği bir model, üçüncü nesil aktivizm için geçerli değildir. Zira birey tek başınadır. Bu sebeple, üçüncü nesil Avrupalı aktivistlerin tamamı, harcadığı enerji ve zamana karşılık, birikimlerini sürdürülebilir kılmak için çeşitli yapılardan destek görür. Bireysel aktivizm, eylemlerinin getirisi olarak maddi kaynak elde edemezse sürdürülebilir değildir.
Bisikletiyle gezmekte olan aktivistler
Destek ve maddi kaynak konusunu ele alırken, üçüncü nesil aktivizmin bir başka kolu olarak, dünyayı bisikletiyle gezmekte olan aktivistlerden bahsetmemek olmaz. Birikim oluşturma, öznellik, dışa dönüklük, sürdürebilirlik gibi zorunluluklar onlar için de geçerlidir. Yine de bisikletli gezginleri sadece bu alana odaklanmış ayrı bir kolun mensupları olarak değerlendirmenin daha yerinde olacağını düşünüyorum.
Meseleye Türkiye ölçeğinden bakarsak, bugün geldiğimiz noktada, ikinci nesil ve üçüncü nesil aktivizmin ara dönemini yaşıyoruz. Bu teşhisi klasik tarih anlayışına dayanır şekilde, “bir dönem biter bir dönem başlar” söylemine yaslanarak yapmıyorum. Her iki aktivizm, şimdilik kesişim kümeleri üretmeye devam ediyor ancak her ikisinin odaklandığı alanlar, üstlendiği işlevler ve ürettiği pratikler birbirinden farklı. İleri sürülebilecek en yanlış yaklaşım, ikinci nesil aktivizminden yerine getirdiği işlevlere ve benimsediği örgütlenme modeline aykırı düşecek şekilde atılımlar beklemek. Üçüncü nesil aktivistlerin liderlik ve öncülük etmesini ummak, bu aktivistleri illâ kitleleri derleme toplama çabasına yöneltmek de bir o kadar yanlış.
Bisiklet aktivizminin geleceği açısından alanları, işlevleri, odağa konulan konuları ve yaklaşımları doğru biçimde tanımlamanın etki yaratmak, yapı kurmak ve nitelik belirginliği sağlamak adına çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Umarım bu başlangıç yazısı, daha en başta tarif etmeye çalıştığım amaç ve beklentilerim doğrultusunda hepimizi yukarıya taşıyacak bir ivme yaratır, okurları da karşılıklı olarak katkı sunmaya yönlendirir.
Dizinin diğer yazılarında buluşmak üzere…
*Komünal Yapı: Ortak yararlanma temeline dayalı, ittifakla kendi iç örgütlenmesini ve dayanışmasını oluşturmuş toplum / topluluk.