Genç yetişkin kitaplarının beyaz perde uyarlamaları furyasında bir finale daha şahitlik ediyoruz. sanatatak yazarı Arda Karaböcek gişelerde kendi geçmişine göre kötü bir başlangıç yapan Açlık Oyunları: Alaycı Kuş – Bölüm 2’nin (The Hunger Games: Mockingjay- Part 2) mutlu sonunun neden hüsran olduğunu yazdı.
Uyarı bu yazı spoiler içerir.
Serinin son filmi hakkında çok fazla olumsuz eleştiri okuduktan sonra Alaycı Kuş – Bölüm 2‘den de beklentim oldukça düşüktü fakat gayet iyi başladı. Belki tek senaryo şişirmesi olarak görülebilecek "düğün" kısmı bana göre önemli bir sahneydi. Evlilik yüzyıllardır farklı şekillerde var olan bir ritüel. Katniss’in bu ritüel sırasında ikinci mıntıkaya gitmeye karar vermesi ve bu esnada Katniss ve Prim’in etrafında hızlıca dönerek arka planı yok eden kamera, insanlığın başarısız olduğunu ve tüm alışageldik sistemleri sorgulamamız gerektiğine işaret ediyor.
Filmin ikinci yarısı da yüksek tempolu ve oldukça heyecanlı başlıyor. Senaryodaki boşlukları bu tempodan dolayı görmezden gelmek mümkün. Filmin yükseldiği ana geldiğimizde, yani Katniss’in Snow’u öldürmesini beklediğimiz noktada patlayan bomba bizi tekrar Katniss’in hasta yatağı başına getiriyor. Suzanne Collins’in tüm seride belki verdiği en doğru karar bu. Alışageldik Hollywood ritüellerinin dışına çıkmayı başarıyoruz. Fakat bu karardan sonra gelen tüm kararlar akıl almaz derecede Hollywood sisteminin gerekliliklerini yerine getiriyor. Filmin acı verici derecede belli olan süprizi ve bize mutlu son olarak tanımladığı "iki çocuklu, iyi kocalı kız" mide bulandırıcı derecede sıradan.
Genelde Hollywood’da filmler bir izleyici kitlesine izletilir ve fikirleri alınır, bu filmi kimseye izletmedikleri çok açık. Filmin bu sonunu izlemekten tatmin olan 13 yaş ortalamalı seyirciler dışında(ki bu çok korkutucu bir tahmin, çocuklara hâlâ bu sonun mutlu son olarak empoze ediliyor olması çağ dışı) herhalde kimse olmamıştır. Tüm film boyunca inanılmaz bir oyunculuk sergileyen Jennifer Lawrence bile o sahneye inanmadığından bir anda sıradan bir oyuncuya dönüşmüş. Konusu açılmışken şunu da belirtmek istiyorum, Jennifer Lawrence gördüğüm sessizliği en iyi oynuyan oyuncu. Peeta Mellark’ı oynayan Josh Hutcherson da gördüğüm en kötü oyunculardan biri. O kadar derinliksiz bir oyunculuğu var ki o anda sinirli mi, duygusal mı, Katniss’i öldürmek üzere mi, sevmek üzere mi hiç anlaşılmıyor. Bugüne kadar Razzie (Oscar’ın tersi; yılın rezilleri) ödülü almaması mucize.
Konumuza dönmek gerekirse filmin sonu klasik bir mutlu son tablosu. Bana göre değil ve en az Alma Coin’in yönetimi ele geçirip tekrar aynı yönetim tarzını oturtmak istemesi kadar karanlık. Üç filmin güçlü kadın karakteri, dünyayı dönüştürmenin temsili, isyanın simgesi bir anda sıradan, önceden tanımlanmış bir role bürünüyor. Onun hayalleri bile monotonlaşmış. Coin’in yerine seçilen "Başkan"ın herhangi bir işlevini duymama nedenimiz de bu. Tek bildiğimiz bir iki sahnede "adil" bir insan olduğu. Aslında bu son bizim hayallerimizin ne kadar sıradan olduğunun bir yansıması. Sahnenin hayal renklerine yakın olması, aşırı Photoshop’lu olmasının nedeni de bu. Bizim en büyük düşmanımız bayağılık. Tüm sistemi yıkmaya cesaretimiz yok, yerine yeni bir şey üretme arayışında değiliz. Kırda çocuklarımızla oynayıp organik şarap içmek istiyoruz. Tekrar aynı şeyi inşa etmek için isyan etmek, var olan gücü ele geçirerek kendi hayalindeki gibi kullanmak insanlığı ileri götüremez. Bunun alternatifini Suzanne Collins de bulamamış olsa gerek ki böyle bir son yazıyor.
Son olarak tüm olumsuz eleştirilerime rağmen, finalin en yüksek puan verdiğim Hunger Games filmi olduğunu da eklemek isterim.