Gaia Gallery ve Rem Art Space’in ortaklaşa düzenlediği “Yumuşak Bir İnişi Takiben Dik Bir Uçurum” adlı sergi; belleğe ve hatıraya odaklanıyor. Serginin asıl meselesini ise “an” oluşturuyor.
Her şeyin birbirine benzediği, enformasyonun akılalmaz boyutlarda dolaşımda olduğu, hızın baskı aracı haline geldiği, tüketim toplumu olduğumuz günümüz dünyasının en büyük sloganı “anı yaşa”… Bu zaman diliminin kaçırılmaması gerektiği ve bu dilimde olabildiğince “haz alın” okumalarına yol açan bu slogan belirli bir zaman ve mekânda yaşayan bizler için sunulmuş bir reçeteye dönüşüyor. Geçmiş, gelecek, anı, hatıra ve bellek gibi önemli kavramların artık geride kaldığı, asıl olanın şimdi olduğu vurgusu geçerli kılınmaya çalışılıyor. Bu reçete gittikçe bireysel, toplumsal ya da kültürel bir bellek yitimine yol açarken, yaşlandığımızda ise anısız bir birey haline geleceğimizin habercisi. O kadar çok hızlı tüketiyoruz ki kuşkusuz bellekte bundan nasibini alıyor. Bazen bir gün önce ne yediğimizi bilemeyeceğimiz kadar yoğun ve sığ yaşıyoruz. Dünya böyleyken, bu duruma karşı çıkmamıza rağmen o hayatın bir parçası haline geliyoruz. İşte böyle bir dünyada yaşadıklarımızı da yanına alarak; belleğe, hatıraya, anıya ve bunları oluşturan anın dalgalarına odaklanan “Yumuşak Bir İnişi Takiben Dik Bir Uçurum” sezonun dikkat çekici sergilerinden biri. Anın yarattığı etkinin bireyler üzerindeki etkisini görünür kılan serginin küratörlüğünü ise Mehmet Kahraman üstleniyor.
Gaia Gallery ve Rem Art Space tarafından ortaklaşa hayata geçirilen sergiyi ilk duyduğumda, Gaia Gallery yine yapmış yapacağını dedim. Daha önce “Hayat, Sen Sevimli Kedi Videoları İzlerken Başından Geçenlerdir”adlı sergiyi sanatseverlerle buluşturan galeri, yine ilginç isimli bir sergiye imza atıyor. ‘Acaba ne anlatıyor?’ merakını bende uyandıran sergiyi izlemek için bayramın son gününü beklemem gerekti. Zira böyle bir sergiden haberim olduğunda bayram tatili başlamıştı bile. Neyse ki bayramın son günü galerinin açık olduğunu öğrendiğimde serginin yolunu tuttum.
Delilikten kurtulma ya da kaçma çabası
İstiklal’deki Elhamra Han’ın 5. katında izleyicilerin beğenisine sunulan sergideki ilk eser, salonun bir köşesinde ve duvarda yer alıyor. Yasemin Özcan’a ait olduğunu öğrendiğim çalışma; dağların ve ağaçların neredeyse görünmez oluşundan giderek görünür oluşuna, oradan da bir kuğunun bakışına doğru kayıyor. Kuğunun metafor olarak kullanıldığı eserde “Her şeyi hatırlamak, bir tür deliliktir” yazısı gözüme takılıyor. Acaba, bu türden bir delilikten kurtulma ya da kaçma çabası için neredeyse birçok şey kayıt altına mı alınmaya çalışılıyor? sorusu akla geliyor. Böyle bir aforizmayla başlayan sergi daha ilk anında beni etkisi altına alıyor.
Hatıralar başka duyumsanır
Salonda ilerledikçe yaklaşan bir sese kulak kabartıyorum. Çınar Eslek’in “Körleşme” adlı video yerleştirmesinden geldiği anlaşılan ses, bir asansörün yukarı ve aşağı doğru ani hareketlerinin sonucunda ortaya çıkan görüntülerden oluşuyor. An içinde yer alan hatıranın ya da geçmişin bir görünüp bir kaybolması ya da açığa çıkıp yitip gitmesi gibi… Asansör inip çıktıkça kimi hatıralar başka duyumsanıyor.
Ama olsun fotoğraflar var
Galeride ilerledikçe Gül Ilgaz imzalı “Kurtarılmış Anılar”, sizi bir eve ya da o evin içindeki bir odaya davet eder gibi. Anıları yoklamak ve izini sürmek için. Aslında Ilgaz’ın aile anısından özellikle babasının anılarından kalanlar var. Üç duvara yerleştirdiği iç mekân fotoğraftan oluşan bu çalışmada, odanın ortasında bir halı ve hemen onların önlerinde iki koltuk ve ortada bir sehpa da var. Fakat ortalıkta Ilgaz’ın aile üyeleri dâhil hiç kimse yok. Ama olsun fotoğraflar var. Çeşitli yıllardan anı ölümsüzleştirmek için çekilmiş fotoğraflar…Mekân’a özgü anlamıyla zamana diren fotoğraflar. Bir ailenin fotoğraflar yoluyla imgesinde kalan hatıralar…
Heceleyerek okunabilecek tarih
Koridordan geçip bir odaya girdiğimde farklı sanatçılara ait eserlerle karşılaşıyorum. Vahit Tuna’ya ait “Cumhuriyet İlkokul”u, Burçak Konukman’ın “Leftovers” eserlerinin yanında, Elif Süsler’in “Sıradan bir gündü ya da birkaç yüzyılın sonu” adlı çalışması var. Tarih kitaplarının kapaklarını fotoğraflayıp, onları farklı bir yerleştirmeyle izleyiciye sunan Süsler, fotoğrafladığı kitapların altına birer cümle düşmüş. Kitap ya da gazete kupüründen kestiği sözcük ve kelimeler yoluyla oluşturduğu birer cümlelik sözler, o fotoğraf kendisinde neyi uyandırdığıysa o türden… Dünyanın ve insanın tarihini düşündüğümüzde ancak heceleyerek okuyabileceğimiz cümleler dizisi…
Tarihin tozlu sayfalarından başımı kaldırıp baktığımda Sent Antuan Kilisesi’nin mimarisiyle mistik havası birden belirdi. Ve serginin devamını izlemem gerekti. Hemen Masumiyet Müzesi’nin çok yakınındaki Rem Art Space’in yolunu tuttum.
Kentin bize anlattıkları
Rem Art Space’te gözüme ilk takılan Emre Zeytinoğlu’nun “Kentin Parazitleri” adlı çalışması. Kentin kılcal damarları diyebileceğimiz fotoğraflardan ve bu fotoğrafların altına yazılmış yazılardan oluşuyor. Uzunca bir duvara yayılan bu eserler, kentte çok da ayırdına varmadığımız yerleri kadrajına almış. Mesela ikinci basamağından sonra önü kapatılmış bir basamakla karşılaşıyoruz bir fotoğrafta. İşte bu türden önemsiz gibi görünen küçük şeylerden yola çıkan Zeytinoğlu, kentin dışında kaldığı düşünülen şeyleri düşündürmeye davet ediyor.
“Ruh Durumları Üçlemesi”
Sergideki bir diğer ilginç çalışmayı Ani Setyan’ın “Ruh Durumları Üçlemesi” oluşturuyor. Rüzgârda gökyüzüne doğru salınan bir elbise, durduramadığımız zamanın hızla akıp gittiğine gönderme yaparken; iki tarafı taş duvarlarla kaplı olduğu anlaşılan bir alanda yürüyen bir insan ise zamanın ve mekânın kendisinde yarattığı sıkışmışlık haline, “nakarat halinde ve döngüsel bir şekilde hareket eden” kadından bir heykel parçası da zamanın durdurulmaya çalışma isteğine işaret ediyor.
Ruhunuzun ve hatıralarınızın esnek koridorunda bir gezintiye çıkmanız için “Yumuşak Bir İnişi Takiben Dik Bir Uçurum”u 22 Ekim’e kadar takip edebilirsiniz.