Nezaket Ekici’nin Berlin’de gerçekleşen ikinci kapsamlı kişisel sergisi 5 Haziran’da saygın kültür merkezlerinden Haus am Waldsee’de açıldı. 16 Ağustos’a kadar sürecek olan sergi, sanatçının pratiğinde oldukça geniş bir dönemi içeren ve farklı kronolojilerde ortaya çıkmış olan işlerini bir araya getirme biçimiyle mütevazi bir retrospektif niteliğinde.
Nezaket Ekici, Türk kökenli Alman bir sanatçı olarak bazen her iki kültürün klişeleriyle oynayan, kimlik, beden ve sanat tarihine dair alışılmış kavram ve sınırları kurcalayan, bazen de sahip çıkan bir sanatçı. Farklı kültürel bağlamlarda bedenin sınırlarını araştırmak, izleyici ile dolaysız iletişim kurmak, şiirsel, depresif ya da yıkıcı jestler ve eylemleri performansına dahil etmenin ötesinde, onun performansları özünde farklı okumalar ve tepkiler uyandırmak üzerine işliyor. Çalışmalarının omurgasını oluşturan performans sanatının parametreleriyle birlikte, yaptığı işin görsel estetiği de sanatçı için çok önemli. Öte yandan aslında bir ‘düşünce’yi sanat ‘yapıt’ı haline getiren de bu.
“Her şeye Sahibiz, Her Şey de Bize” başlığındaki sergisiyle, 2 katlı bir yapı olan Haus am Waldsee’nin bir sanat mekanına dönüşmeden önceki hafızasına da referans olarak sergi mekanını bir ‘ev’e dönüştürmüş olan Ekici, her bir odayı farklı yaşam alanlarına ayırmış. Serginin açılış gününde izlediğimiz “99 Emir, 2013” performansını, yemek ile ilişkilendirdiği diğer çalışmalarının da izlendiği bir odasında gerçekleştirdi. Odanın ortasında bir daire oluşturmuş olan gösterişli bir masada yan yana dizilmiş 99 beyaz boş tabağın, sanatçının tek tanrılı dinlerin emirlerini yüksek sesle aktarmasının ardından her bir emir için tespihinden çıkardığı boncuklarla doldurması yaklaşık bir saat sürdü. Dinler arasındaki farklılıklar ve benzerlikleri, kutsal emirler aracılıyla sanatsal bir ritüelle dönüştüren Ekici, performansının sahnesini oluşturan nesneler ve bedensel jestleri arasında meditatif bir atmosfer oluşturdu. “Arbeitstitel: Gıda odası/Mutfak” adını verdiği odada bu performansından geriye kalan yerleştirme dışında, 2008 yılından itibaren farklı ülkelerde (İstanbul, Brezilya, Vietnam, Gana) bütün bu geleneksel yemek pişirme yöntemlerini yerel bireylerle birlikte gerçekleştirdiği videosu “5 senses…Food Collection”, 2011 tarihli “Flesh (No Pig but Pork)”, 2012’de performan sanatçısı Shahar Marcus ile birlikte İsrail’de ürettikleri “Salt Dinner”, 2012 yılında Pi Artworks-İstanbul’da küratörlüğünü üstlendiğim sergisi “Imagine”’da izlenen aynı adlı performans dokümantasyonu, eriyen adalet kavramına izleyiciyi ortak ettiği “Balance” isimli performansına ait kayıtlarıyla, Ekici’nin kişisel anlatı, göçebe yaşam deneyimi ve inanç sistemlerine yönelik referansları içeren ve yemek ile ilişkili performansları izleniyor.
Aslında, mekanın girişinde izleyiciyi karşılayan ilk çalışma, sanatçının bir tür görsel öz yaşam öyküsünü aktaran fotoğraf düzenlemesi “Aile Portreleri” ile başlıyor sergi. Altın varaklı çerçeveler içinde yaklaşık 50 aile fotoğrafından oluşan düzenleme, aidiyet, kökler, ilişkiler ve hayat üzerine sanatçının yaşamına tanıklık edilebilecek özel bir aralık yaratıyor. Varoluşunu çevreleyen her bir bireyin anısına izleyiciyi de ortak eden Nezaket, aile kavramının kişisel sınırlarını kamusal olanla bulaştırıyor. Sanatçı, 2002 yılından itibaren farklı mekanlarda gerçekleştirdiği ve İstanbul Modern koleksiyonuna da dokümantasyonu dahil edilmiş olan “Motion Emotion” performansını bir oturma odası olarak kurguladığı ikinci odada gerçekleştirmiş. Serginin on gün süren hazırlık süreci boyunca içindeki eşyalarıyla birlikte mekanın her yerinde bıraktığı dudak izleriyle kamusal bir mekanın yarı-özel yaşam alanı haline dönüştürülmesi daha anıtsal ve gösterişli bir formda karşımıza çıkıyor. Mekanın dördüncü odasında izlenen “Lifting a Secret” yine sanatçının kişisel yaşamından bir fragman taşımakta. 2007’den bu yana farklı mekanlarda gerçekleştirdiği bu performansı, Nezaket’in ilk gençlik döneminde “kız isteme” ritüeliyle karşılaşmasına dönük bir anısını, mekanda duvarlara görünmez bir şekilde aktardığı hikaye üzerine kurulu. Kurgusal olmayan bu anı, sanatçının duvarlara fırlattığı kahve aracılığıyla görünür hale geliyor.
Diğer işlerden farklı olarak mekanik bir düzenekle işleyen “Wirbelrausch” isimli yerleştirme ise sanatçının ilk kez 2008 yılında İsviçre, Riehen’de Wenkenpark’da gerçekleştirdiği bir performansına referans vermekte. Bu yerleştirmede sanatçının, Mevlevi semah törenlerinde giyilen kıyafet biçiminde tasarladığı şeffaf kostümü bu kez özel düzenek yardımıyla kendi etrafında dönüyor. Kosmosla, evrenle, dünyayla ve doğayla olan manevi bir bütünleşme anı, Nezaket’in çoğu performansında olduğu gibi şiirsel bir görsellikle izleyiciyi karşılıyor. Yaşam ve ölümün döngüselliğine atıfta bulunan “Living Ornament – Carpet” ilk kez izlenen işlerden biri. Sanatçının gerçeküstü bir ağaca dönüştüğü ve saçlarından olgunlaşan domatesleri yediği bu rahatsız edici sahne bir halıya dokunmuş olarak sergilenmekte.
Nezaket Ekici’nin geçtiğimiz yıl İstanbul Modern’de gerçekleştirdiği performansı “But All That Glitters Is Not Gold”un yer aldığı onbirinci oda, oturma odasının devamı niteliğinde kurgulanmış. Açık bir şekilde yalnızca fiziksel değil zihinsel hapishanelerimize işaret eden performans-videosu dışında, sanatçının bu performansta kullandığı altın kafes, anahtarlar ve kostümleri de içeren bütüncül bir yerleştirme olarak izleniyor. İşbirliğine dayalı, sanat ve hayatı dolaysız olarak karşılaştırmaya dönük interaktif bir performans olarak tarif edilebilecek “First Contact” ise Ekici’nin 2011 yılından itibaren misafir olarak gittiği evlerde gerçekleşen video-dokümantasyonlar olarak bu sergide yer almakta. Sanatçı, misafir edildiği evlerin sakinleriyle ortaklaşa fikirler geliştirerek, ailelerin gündelik yaşamlarına ait ortak kullanım nesnelerini dahil ederek, eylemler ve deneyimler üzerine bir araştırma sahası yaratırken, aileler de kendilerini bir sanat projesinin içinde, hatta gönüllü bir parçası olarak buluyorlar. Son olarak sanatçının, bu sergi için projelendirdiği ve Haus am Waldsee’nin dingin ve geniş bahçesinin de sınırlarını oluşturan gölün bir mekan haline geldiği “Water to Water” performansı ilk kez 14 Haziran’da gerçekleşti. Gölün ortasında yükselen bir kaidede, bedenini bir arıtma makinesine dönüştüren Nezaket, göl suyunu içilebilir hale getirerek, kostümünden kıyıya uzanan kanallar aracılığıyla izleyiciye ulaştırdığı performansında, su varoluşsal bir metafor olarak dönüşerek paylaşıldı.
Nezaket Ekici, kültürel, sembolik, toplumsal ve dini referans sistemlerini ele alan ya da spesifik bir coğrafyaya/topluma ait alışkanlıklar ve ritüellerden etkilenen performanslarını kimi zaman benzer mesajlar çerçevesinde inşa etse de içeriği aktarırken birbirinden çok farklı araçları pratiğine dahil edebiliyor. Farklı coğrafya ve kültürel algının ötesinde farklı sanatsal yaklaşımların bir araya gelmesi, iletişim kurması ve bunu ortaya çıkarabilecek işbirlikleri ile ilgileniyor. Bu anlamda, Ekici bir sanatçı olarak diyalog kurucu olmayı tercih ediyor. Başka insanlar, farklı toplumlar, kültürler hatta sanatsal tavırlar arasında bir diyalog kurucu.