"Şu gerçekten asla kurtulamıyorsun: Savaş iç döker, savaş parçalar, savaş yaralar…" Sermet Yeşil
Sevgili okur, sen bu röportajı okurken coğrafi olarak yakınımızda ve uzağımızda; ruhen en yakınımızda bir yerlerde bir çocuğun yüzüne kan sıçrıyor… Çok acı değil mi? ‘Çok’lar ‘Ah!’lar, kelimeler, silahlar ve yıllar kifayetsiz, (hayır!) ‘kıyafetsiz’ kaldı artık değil mi? Savaşın ortasında çıplak ve savunmasız hâlde, giderek sertleşen delilikle sanata sığınmak bile gülünç bir çare… Ama işte; hayat devam ediyor, yaşamaya çalışmalıyız, unutmayacağız, umutlanacağız vesaire… vesaire… Şimdi ilaçlarımızı içip diğer tarafa, ‘hayat’larımıza dağılalım… Hayatımızın içinde gizlice süren büyük bir savaş var ya da aslında korkunç bir savaşın içinde gizlice sürüyor hayatlarımız… Savaş nedeniyle/bahanesiyle çirkinleşen, tüm adiliğini ortaya koyan insanoğlunun hâlini anlatan oyun ‘Savaş’ın yapımcılığını Pürtelaş üstleniyor. Kast direktörü ve menajer Banu Kuruoğlu’nun bir araya getirdiği güçlü oyuncu kadrosuyla dile gelen hikâye; sade ve etkileyici vidyo kullanımı, ışık-sahne-kostüm tasarımı ve oyunu gizlice güzelleştiren rejisiyle beni en insanî yerimden yakaladı… Kosmos filmindeki ve ekrandaki bir çok projedeki zımba gibi performanslarından hatırlayacağınız Sermet Yeşil’le Savaş’ı, diğer projelerini ve savaşımızı konuştuk…
Özlem Ünaldı: Sermet bütünüyle çok kuvvetli bir oyun izledik. Teşekkür ederim ve tebrik ederim…
Sermet Yeşil: Ben teşekkür ederim kırmayıp geldiğin için…
Özlem Ünaldı: Projeye nasıl dâhil oldun?
Sermet Yeşil: Gezi direnişi sırasında İstanbul’daki parklarda bir oyunda oynamıştım; Gezerken… Daha sonra Gezerken’i Burgazada’da oynamaya karar verdik ve bunu Tilbe Saran organize etti. Tilbe’yle orada tanıştık ve bana metinden ayaküstü bahsetmişti. Birkaç ay sonra metni gönderdi ve birlikte yapmayı önerdi…
Özlem Ünaldı: Oyunu ilk okuduğunda ne düşündün?
Sermet Yeşil: Çok etkilendim. Yazarın bakış açısı beni çok etkiledi. Olaylara uzaktan bakan; savaşı ve dehşeti farklı kanallarla anlatma tavrı çok hoşuma gitti. Yaşananları bir aile ile, ne kadar sıcak ilişkiler üzerinden anlatırsa anlatsın, okurken bana bir ‘mesafe’ hissettirdi. Bu mesafe çok güzel, zor şeyleri anlatabilmek için. Hemen Tilbe’yi aradım ve ‘Ne zaman başlıyoruz?’ dedim. Başlangıçta Serdar Biliş, Tilbe ve ben vardık sadece. Zamanla Ecem, Damla ve Erkan dâhil oldu ekibe; çalışmaya başladık…
Özlem Ünaldı: Yazarı oyundan sonra araştırdım, önceden bildiğim biri değildi. Sert ve aşırı gerçek bir etki bıraktı bende. (Ya da gerçeklerin aşırı geldiği bir çağdayız belki…) Sen yazarla hangi eseriyle tanıştın? Nereden yakaladı seni?
Sermet Yeşil: Yazarla Savaş aracılığıyla tanıştım. Bahsettiğin gibi sert ve aşırı gerçekçi bakış açısıyla sardı beni, okur okumaz. Bu tuhaf bir ilişki: Hem oyuncu olarak hem de bir metni edebi olarak değerlendirmekle ilgili bir sürü kapalı kapı gösteriyor insana: Tek tek tüm kapıları aralaman için yol gösteriyor her cümlesiyle… Birkaç kelimeden oluşan bir cümle ile buz gibi bir gerçekliği ve aynı anda çok şeyi anlatmaya yönlendiriyor oyuncu olarak da… Kısıtlı bir güçle; küçük bir kelime çemberinde çok şey söylemek gerektiği için karakterin derinliklerine doğru daha çok yol kat ediyorsun. Anlattıklarım biraz karışık gibi görünse de karakterle ilişkimi temizleyen süreç böyle gerçekleşti. Klasik ya da çağdaş dramatik metinler bu tür duyguları anlatabilmek için oyuncuya-rejiye çok fazla kelime ve davranış alanı bırakılır aslında. Savaş’ta bizi cezbeden ekonomik bir bakış açısı ile karşılaştık. Bu metin alanı daraltarak derinliği artıran bir metin özetle. Metni bir silah olarak düşünürsek, içinde sadece tek bir kurşun olan tehlikeli bir silahı aldık elimize…
Özlem Ünaldı: Ve o tek kurşun bizi kalbimizden vurdu, emin ol… Video kullanımı sade ve vurucuydu.
Sermet Yeşil: Video kullanımı için uzun bir süreç yaşadıklarını biliyorum. Yaratıcı ekip ve Serdar çizimler için yoğun bir şekilde çalıştılar. Elbette ben karakterle ve karakterler arası ilişkilerle uğraşıyordum bütün bu sürede. Biz ilişkilerimizin içinde yoğrulurken, vakti geldiğinde bir takım çizimlerin, görüntülerin işin içine dâhil olacağını biliyorduk sadece; detaylarından haberdar değildik. Her şey bir araya geldiğinde bütünün içinde gördüm çizimleri; evet, çok vurucu geldiğini söylemeliyim.
Özlem Ünaldı: Sahnede yaratılan yaşam ortamı sizi nasıl etkiledi?
Sermet Yeşil: Sade ve olması gerektiği kadardı… İlgilenebileceğimiz bir gerçeklik içindeyiz sahnede; bir sandalye, bir yatak, kutuda duran ıvız zıvırlar, kutudan bir oda vs… Tertemiz ve başka hiçbir şeye gereksinim duymayan bir tasarım… Bu çatısı yıkılmış bir ev için her şey var . Gamze muhteşem bir iş çıkardı… İlk gördüğümüz maket hali bile hepimize nasıl bir işin içinde olduğumuzu fark ettiren şeylerden biriydi.
Özlem Ünaldı: Provayla ya da oynadıkça/yaşadıkça kolaylaşan bir şey mi savaş?
Sermet Yeşil: Asla. Asla ve hiçbir şekilde kolaylaşan bir şey değil. ‘Yaşadıkça’ demek bana doğru gelmiyor. ‘Oynadıkça’ yaşanan trajediyle arandaki mesafeyi büyütebiliyorsun ama şu gerçekten asla kurtulamıyorsun: Savaş iç döker, savaş parçalar, savaş yaralar…
Özlem Ünaldı: Karakterlerin ismi değiştirildi mi? Bir uyarlama mı yapıldı isimlerde?
Sermet Yeşil: Hiçbir karakter isminde uyarlama olmadı. Yazarımız İsveçli; sanırım şunu anlamamızı salık veriyordu karakter isimlerindeki tercihleriyle: Bu savaş Bosna’da geçiyor ama aslında dünyanın herhangi bir yerinde. Mekanı, uzamı tanımlayan pek fazla doneye rastlayamıyorsunuz metinde. Herhangi bir yerde geçen herhangi bir savaş bu… Çatısı yıkılmış bir evdeyiz işte…
Özlem Ünaldı: Oyunda fizikâl olarak zorlayıcı bir performans sürdürüyorsun. İzlerken ‘film değil, dizi değil, çekilip biten sahneler değil; sahnede sürekli bu fizikâliteyi yakalamak ne büyük iş!’ diye düşündüm. Oyundaki anları bozmadan bu soruyu sormak da ne zormuş! (Gülüşmeler… ) Nasıl hazırlandın karaktere?
Sermet Yeşil: Evet, bunu yanıtlamak da zormuş. (Gülüşmeler…) Karakterin fiziksel özelliğinden bahsetmesek iyi olur… Bu adam savaştan dönen bir adam; ne yaşadığına dair bir veri de yok elimizde aslında; savaşın neresindeydi, orada başından neler geçti vs… Fakat zaten ‘savaştan dönüyor’ olması kendi içinde bir hikaye. Dönerken eve fiziksel bir yara getirmesi de yardımcı oldu bana. Benim için bu adam ruh dünyasıyla fiziksel dünyasını bir arada tutmakta zorlanan ama hakikaten zorlanan bir halde. Her şeyi düzeltebileceğine inanan, inançlı biri var ruhunun bir yerlerinde. Bir oyuncu olarak sen de anlarsın: Stanislavski’nin de bahsettiği bir yöntem var zaten; neden-sonuç ilişkisine bağlı, organik bütünlük içinde bir karakter yaratmaya çalışıyorsun ilk olarak. Sonrasındaki süreç hemen hemen her metinde aynı şekilde işliyor. Bütün verileri varoluşuna dâhil ederek; varsayarak; şimdi-su anda ve burada olmaya çalışarak; partnerlerinle bütünleşiyorsun ve birbirini hissediyorsun vs… Çok yoğun ve değerli bir süreç…
Bütün bunların dışında yaklaşık 7-8 yıldır kendi kendime bir teknik deniyorum. Bunu da Eskişehirde’ki yüksek lisans programında çalışmaya karar verdim: Michael Çehov tekniğini kullanmaya çalışıyorum. Michael Çehov; Çehov’un yeğeni ve aynı zamanda Stanislavski’nin öğrencisi. Stanislavski’nin ‘Benim yöntemimi öğrenmek istiyorsanız bu adama bakın.’ dediği kişi. Çok iyi bir aktör ve aynı zamanda Stanislavski’ nin her şeye rağmen ‘Tiyatronun vebasısın!’ diyerek kapının önüne koyduğu da ilginç bir karakter. O’nun bir çalışma tekniği var: Stanislavski yöntemine dair geliştirdiği bir teknik var; ‘Psikolojik jest’ diye tanımladığı bir şey: Gündelik fizikalitenin psikolojik içeriği ile ilgileniyor. Bütün bunları düşünerek kendi çalışma sistemimi geliştiriyorum.
Karakterlerle aramdaki mesafeyi kısalttığına inandığım bir yöntem doğuyor. Sonuçta doğalcı ve gerçekçi karakter yaratabilmek için güzel bir yolculuk… Yıllar önce daha sezgisel hareket ediyordum. Hani sezginin tek kanadı vardır ve uçamaz ya; ama bilimin iki kanadı vardır ve sezgiyi de barındırır içinde… İşte böyle bir yol haritası çiziyorum kendime… Meraklısı varsa bu konuda yazılmış çok sayıda kitabı ve tezimi önerebilirim kaynak olarak. Eh tabii ki oyuncu bohemliği ile kendimi dış dünyaya kapatma eyilimi de var… Prova asla prova mekanında başlayıp biten bir süreç olmuyor benim için…
Özlem Ünaldı: Yakınlarda bir karakter çalışırken bu yöntemi keşfetmek için kapını çalıyorum o halde…
Sermet Yeşil: Seve seve…
Özlem Ünaldı: Gezi hepimizin hayatına sihirli değnek gibi değdi… Sence bireysel hayatlarımızda ve sahnelerimizde nasıl bir renk değişimine neden oldu Gezi?
Sermet Yeşil: Bu gerçekten çok büyük ve derin bir soru benim için. Belki de erken, cevabı gelecekte gelecek bir soru… Tanıklıklarımız ve yaşanmışlarımız hala taze. Direnişe uzaktan bakamıyorum henüz. Bireysel hayatlara ve sahneye nasıl yansıdığına dair bir fikrim yok çünkü her şeyin tam içindeyim; yaşıyorum. Bunu ancak hislerle tarif edebilirim: Hem orta doğuya hem batıya bu kadar yakın; hem Afrika’ya, Rusya’ya yakın bir yerdeyiz. Burada yaşamak gerçekten çok zor. Kültür olarak çok ilginç bir yerden geldiğimizi, metropol kavramının çok anlaşılmadığını düşünüyorum Türkiye’de.
Yaşama biçimi olarak; yaşam kurmak, yaşama alanları kurmak üzerine görevlendirdiğimiz söz sahiplerinin (bakış açıları fark etmeksizin) bu coğrafyayı iyi tanımadığını, yanlış mesafelerden yaklaştıklarını düşünüyorum. İstanbul bir korku kenti: Dünyanın herhangi bir yerinde dahi deprem olduğunda korkuya kapılan bir şehir. Her bir ağaca, açık alanlara, nefes almaya, kendimizi güvende hissetmeye çok ihtiyacımız var.
Benim Gezi süreci boyunca orada kalmam nede olan motivasyon ilk etapta buydu. Belki gelecekte başka şeyler hissedeceğim, bilmiyorum. Bedenimden başka bir silahım yok ve bu silah zarar vermek için değil hayatta kalmayı sürdürmek için çalışan bir silah artık. Gezi’nin kim olursak olalım hepimizi için varlığımızı haykıran ve farkındalık yaratan bir süreç olduğu kesin özetle…
Özlem Ünaldı: Şu sıralar bir film projesindesin. Biraz bahseder misin?
Sermet Yeşil: Filmin adı ‘Hemşire’. Dilek Çolak çekti… Film bir ölüm orucu eylemcisinin süreciyle ilgili. Genel konsepti de bir hemşirenin hayatını değiştirdiği 15-20 gün. Hastaneye gelen bir ölüm orucu hastasıyla hemşire arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Slogan atan, politik olarak iddialı söylemleri olan bir film değil. Benim için çok değerli bir proje. Benim kullandığım aksesuarların hemen hemen hepsi gerçekti; Dilek’in yaşamından gerçeklikler taşıyan bir hikaye bu. Bu sıcak temas oldukça etkileyiciydi… Film adına çok umutluyum.
Özlem Ünaldı: Türkiye Sineması birkaç senedir yeni bir döneme girdi. Bağımsızıyla, popüleriyle heyecanlı bir süreç… Sen nasıl görüyorsun süreci?
Sermet Yeşil: Sanırım 80’ler ya da 90’lar Türkiye sinemasını değerlendirmek benim için çok daha kolay. Az önce de söylediğim gibi henüz yaşamakta olduğumuz bir süreç olduğu için ve ben de bu süreci içeriden yaşayan biri olduğum için böyle bir değerlendirme yapmam zor; şimdiki zaman için. Hızlı ve çok verimli bir süreç olduğunu söyleyebilirim. Sinema projelerinin salonlar arasında önemli bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Salonlar artsa da sadece avm odaklı salon anlayışı projelerle seyirci arasındaki ilişkiyi hatta seyircinin kendi arasındaki ilişkiyi etkilediği kimse inkar edemez. Üretimlerle salonların gelişim süreci birbiriyle paralel gitmiyor maalesef. Sadece üretim ve sanat değil bu kentsel dönüşüm kültürünün de sinema üzerindeki etkilerini düşünmeliyiz. Bizden sonraki hayatların da sorumluluğunu taşıyan bir bakış açısına ulaşmalıyız; bütün olarak. Dünya sineması bizi Nuri Bilge Ceylan’la, Zeki Demirkubuz’la, Reha Erdem’le vs… tanıyor olsa da içeride büyük bir kaos var. Bazan umutsuz hissediyorum kendimi.
Özlem Ünaldı: Sinemayla bağ hissediyorsun aranda?
Sermet Yeşil: Sinemeya öncelikle bir seyirci olmaya çalışıyorum. Çocukluğumun, babamla olan ilişkimin, ailecek yaşadığımız yakın anların bir parçası sinema. Bu duygularla ilişki kuruyorum ben filmlerle ve yönetmenlerle… Sinema benim için işe dönüştüğünde, işe oyuncu olarak dahil olduğumda elbette başka bir süreç başlıyor benim için…
Özlem Ünaldı: Ekranda bir proje var mı? Ekranda yer almak konusunda ne düşünüyorsun?
Sermet Yeşil: Şu anda Karadayı’dayım… Oyuncu için sahne ve sinema perdesi gibi ekran da bir alan. Bu alanlarda olmak benim işim oyuncu olarak. Popüler işlere karşı sert bir duruşum yok, mesleğim bu ve ben her şeyiyle, bütün olarak bu mesleği yaşamayı seviyorum. Bunların yanında bu ülkede yaşayan her bir sanatçı doğru düzgün bir yaşam standardına ulaşmak için çok çalışmak zorunda. Emeklerimizin karşılığını alabildiğimiz çalışma koşullarına çok kafa yoruyorum; telif haklarının hızla düzenlenmesini, insani çalışma koşullarının oluşturulmasını çok istiyorum, her sanat emekçisi gibi…
Özlem Ünaldı: Aynen, katılıyorum… Eskişehir Şehir Tiyatroları oyuncususun aynı zamanda. Karakterler arasında yolculuk yaparak geçiyor hayatın, harika! Sadece yolculukta dinlenme ya da delirme boşluğun kalıyor gibi … Yolculuklar nasıl bir adam yaptı seni?
Sermet Yeşil: Bana bunu soran ilk kişisin. Hayatımın önemli bir parçası olduğu halde kimseye bundan bahsetmediğimi fark ediyorum. Teşekkür ederim. İlginç ya… Eskişehir ve İstanbul arasında geçiyor yolculuklarım genelde… İki şehirde de hayatımın önemli parçaları duruyor. Zamanla öyle bir rutine dönüşüyor ki dediğin gibi sadece yolculuklarda kendimi dinleyebiliyorum… Geçmişte, Ankara Sanat Tiyatrosu dönemimden alışık olduğum bir durum aslında. Ömrüm tek bir şehirde geçse ölürdüm… Bu yolculuklar beni daha çok dinleyen ve daha dingin bir adam yaptı diyebilirim… Toplu taşım kullanıyorum yolculuklarımda, mesela bir otobüs dolusu tanımadığım insanla birlikte uyumak, birlikte tehlikeyi göze almak fikri bana çok eğlenceli geliyor… Delirmeme engel oluyor yolculuklar. Evde kalmak delirtici benim için…
Özlem Ünaldı: Aynı anda birkaç proje ile sahnedesin. Diğer oyunlardan bahseder misin?
Sermet Yeşil: Eskişehir Şehir Tiyatrolarında ‘Lüküs Hayat’ oynuyoruz. İstanbul’da bir de Teklif diye bir oyunumuz var. Seyirci için ilginç bir deneyim olacağını düşündüğüm bir oyun, çünkü bizim için öyle oldu. Tiyatro Pol’ün bir projesi bu; bir ev tiyatrosu. Seyirciyle burun burunayız, bir kol mesafesindeyiz. Tanımadığınız bir eve misafir olmak gibi bir his bırakıyor seyircide. Seyircimizi buradan davet etmiş olayım, gelin misafirimiz olun…
Özlem Ünaldı: Seyircimizi Savaş’a davet eder misin?
Sermet Yeşil: Savaş’a kimseyi davet etmem ben! (Gülüşmeler…) Tabii ki oyunumuza bekliyoruz seyirciyi. Zaten bizimle aynı fikirde olan seyirciyi bütün bu duyguları paylaşmak için davet edebilirim ama bu oyunu özellikle savaş yanlısı olan birilerinin izlemesini çok isterim açıkçası… Ercan Kesal harika bir şekilde ifade etmiş: Sinema dünyayı değiştirmez, onu izleyenler dünyayı değiştirir… Buna kalpten inanıyorum… Her şeyi değiştirmek için fırsatımızı varken neden duralım…
Özlem Ünaldı: Çok teşekkür ederim…
Sermet Yeşil: Ben çok teşekkür ederim, benim için özel ve keyifli bir röportaj oldu bu.
Özlem Ünaldı: Yaşasın!
SAVAŞ
Künye:
Yöneten/Çeviren: Serdar Biliş
Tasarım: Gamze Kuş
Koreografi: Candaş Baş
Ses Koçu: Susan Main
Yönetmen Yardımcıları: Pınar Bekaroğlu, Tamer Can Erkan
Işık: Cem Yılmazer
Ses tasarımı: Mustafa Özdemir
Video: Ali İhsan Elmas, Mehmet Sami
Fotoğraf: Özgür Onan, Mehmet Çakıcı
Işık Kumanda: Mert Kulbak
Ses & Video Kumanda: Deniz Keresteci Casting: Banu Kuruoğlu / Stage Beauty
Casting Asistan: Kübra Balcan
Sahne Sorumlusu: Dilara Akın
Görsel Tasarım: Emrah Kavlak
Koordinatör: Pınar Fidan
Oyuncular: Tilbe Saran Sermet Yeşil Onur Gürçay Damla Sönmez Ecem Uzun
Savaş oyunu üzerine Ayşegül Yaraman’ın yazısı için: http://www.sanatatak.com/view/Savasa-Karsi-Purtelas/1188