Heyt! Bundan böyle tuvalet kâğıdı rulosuna yazacağım. Defterler doldu, paketler, poşetler, ciklet kâğıtları tükendi, oyun kartlarının destesini düzinesine kattım, duvarları karalamaya başladım… Başladım başlamasına ama benim anlatacaklarım bitmedi. Bitmez, biter mi? Yazdım yazdım, yazdıklarım bi’ boka da yaramadı. Bari tuvalet kağıdıyla kıçımı silerim.
Fikret, tam da senin istediğin olur değil mi kocacım? Evimiz ekonomi olur. Gereksiz yere israf olmaz. Ben de kocamın istediği gibi bir kadın olurum. Senin gibi olurum. Poşetleri kıvırıp saklarım, hediye paketlerini katlar kenara koyarım, sonra hediye verecek kimsem olmadığı için kâğıtları kat yerlerinin tersine açar, dolap içine, çekmece dibine yayarım; yoğurt kaplarını yıkar saklarım, artık yemekleri içine koyar buzdolabında istiflerim.
Bakayım daha başka neler yapabilirim? Misal, yakıttan tasarruf için kat kat giyinirim, sıcaktan kaçmak için dışarı çıkmam, böylece terden tasarruf ederim. Televizyon seyretmem, sırf elektrikten yırtmak için erken yatarım, kitap okumam, eski gazete okurum, bakkalla anlaşırım, adam sırf bana acıdığından akşama kadar satamadığı gazete eklerini verir. Artık o günün eki neyse, oradan okur, her şeyi yarım yamalak bilirim. Magazini, bilimi, kitabı, kanunu eklerden takip ederim. Her şeyi olması gerektiği kadar değil olduğu kadar yaparım. Enerji tasarrufu derdine karıma dokunmam, onunla konuşmam, sevişmem…
Aşındırmaktan korkarım karıyı ulan! Aşınırım diye korkarım. Sonra da kadını kendime benzetmeye gayret ederim. Kadın da hafazan allahım kıt akıllı ya… E, ben onu da yarım akıllı aldım ki fazla akıl boşa gitmesin. Ayyy Fikret! Senin yerine konuşmaktan yoruldum. Kubur boyunlu herif! Hayatın boyunca masada bile iki dudağını oynatıp tuz istemedin, parmağınla gösterdin. Kelime tasarrufu! Etmiyorum işte! Sen sustun susalı ben konuşuyorum. Oturduğun yerden bana alık alık bakma. Vermem dişlerini! Ohhh, akşamüstü uykusunu bahane et, çıkar, günlerdir uyanma, sonra da dişleri geri iste. Bana çok yakıştılar bir kere. Hem ağzını bile açmaktan acizsin, pis kokulu şey. Dişini nasıl oturtayım? Bak hazır senin takma dişlerin de cuk diye ağzıma oturmuş, ben merak ettiklerini sana anlatırım. Aman n’olur sen dinlemekten tasarruf etme.
A! Gürültüye bak. Nereden geliyor bu konuşmalar, eğlence sesleri? Kıkırdamalar? Herifi karşıma oturttum, tam beni duyacak, dinleyecek, belki hayatında ilk kez, üst kattakiler parsayı toplamak niyetinde. Bu fırsatı size yedirir miyim ben?
Susun bakayım! Yetti konuştuğunuz! Ancak açılıp içinize doldurulur sizin. Tuvalet kâğıdı da benden, buyrun. Duydunuz mu beni?
Dedim valla. Açtım camı aynen böyle bağırdım. İnsan bu gürültüde bir şey düşünemiyor ki. Aklımı kilitlediler. Bana bak Fikret! Kalk hemen yerinden, bu yukardaki karılar yine fıkır fıkır kaynıyorlar. Saydım tam dört arkadaşları gelmiş, kakari kikiri muhabbetteler. Sesin de bir tasarrufu olur, sessizliğin de… Bunlar estetikten yoksun. Nasıl karpuz kol robadan elbiseye gitmez, balon gibi şişirir insanı; ama giyeni var değil mi? Bunlar da konuşmayı, durmayı, oturmayı yani kadın olmayı bilmiyor.
Bir susmayın, ben size kat malikleri beyannamesini yutturacağım. Yutturup burnunuzdan çıkaracağım.
Cazgırlara bak sen! Bir de laf yetiştiriyorlar.
Hah! Çıkar mıyım dışarıya? Alnımda enayi mi yazıyor? Size yem olacağımı mı sandınız?
Fikret, hadi. Kalk o koltuktan artık ve polisleri ara, jandarmayı, tüm hava ve kara kuvvetleri komutanlıklarını ve dış ülke temsilciliklerini ve hatta yavru vatan Kıbrıs’ın reis-i cumhurunu… Gelsinler kurtarsınlar beni bu kendini bilmezlerden. Senden de kurtarsınlar. Boş gözlerinden, buram buram yaşlı kokan bedeninden… Dört gündür çakıldın o koltuğa, gülle gibi de ağırsın. Nerde kaldı senin bağırdı mı inleten, titreten günlerin? Hiç oldu mu ki? Seni akıp gürler hayal edince bir gülesim geldi.
Hatırlamıyorum. Ama ben neydim yarabbim? Kim Novak derdi anam bana bu memlekete gelmeden. Seni dümbük, sen ne demiştin hatırlıyor musun? Kim? dedin. Majkam Kim Novak, dedi gene. Kim? Bilmezdin, sen cahildin. Ben dilimi unuttum senin yanında. Dilimi yuttum. Zašto majko? Hatırlıyorum. Neden anne? Bu herif de nerden çıktı. Bu ölü benizliyle evlenmek niye? Abimlerin arkadaşı bile değil, yaltakçısı belli ki. Kendinden sarı saçlarım vardı benim. Mavi gözler… Memelerim vardı lan benim, içeri kaçtılar. Rabbimin benden aldığını bu yukarıdaki karılar kapmış.
Dur dur bunu da duysunlar. Korksunlar iyice. Sustukları gibi korkudan da tir tir titresinler.
“Hırsızlıktan tutuklatacağım sizi. Kalçalarımı çaldınız. Göstereceğim size!”
Fikret, biliyor musun? Onun çalmasına hiç gerek yoktu. Ben kendim verecektim. Ellerimle kendimi ona teslim edecektim. Koyu mavi bir önlük giyerdi. Dükkânın önünde durup gelen geçeni izlerdi. Pezevenk. Kulak arkasında bir kurşun kalem, na benimki gibi, şimdik yazıyorum ya… Bana baksın, beni beğensin… Huuu huuuu! Alacaklarımı sırayla isterdim ondan. Tek tek getirtirdim. Hep unutmuşum gibi. Ama unutmazdım akıllım. Ve bilirdim ki, çırağını göndermeyecek, hep o gelecek. Önce yumurta, sonra süt, en son şeker… Beni tatlı tatlı hayal etsin isterdim, kek gibi… Başka bir gün kavun, peynir, biraz da badem… Bu sefer de beni meze yapsın hayallerinde… Ama bana bir gün de yan bakmadı. Dur bi’ dakka baktı da almadı. Nasıl almaz, bu inip kalkan bembeyaz göğsümü, ıslak dudaklarımı… Bakkal anca defter tutmayı, bir de bazı borçları silmeyi bildi. O bile sana yaradı Fikret. Gerisi tırıs, o daha da korkak çıktı.
Of, senin bu takma dişlerin de amma uydurukmuş. Ağzımı yara yaptı. Yanaklarımı ısırdım kanattım hep. Kanım içime aktı, bu ne beter şey. Gene doğruyu düşünmüş, benim bu eziyete katlanmamam gerektiğine karar vermiştiniz lordum. “Bir ev için bir takım yeter” Valla beyim senin takımlar bu geçen elli sene bana yetmedi. Sana kâfi gelmiş ki beni daha elli yaşımdayken haminnelere döndürdün. Dudaklarım çöktü içeri, büzüştüler. Ağzımı açamadım utançtan, iki diş önde, altta arkalara doğru iki üç tane.
Bizim oraların suyu kötüdür. Majkamın da dişleri gençten döküldü de babam ona altından diş taktırmıştı. Hatta bizim köyden göçerken paraya sıkıştık, anamın bir dişini çekip yol harçlığı yapmıştık. Aha böyle kökünden ip döndürüp ipin ucunu kapının koluna bağladılar. Majkam feryat figan, dişin yerinden bir kan fışkırdı ki sorma. Hey be hey! O altını satıp sınırı geçtik de Yugoslav memleketinden geldik buralara. Bizim köyde zengin ailenin mezarı kazılır. Hayattayken dişlerin hepsi dökülür de hâli vakti yerinde olanlar boşlukları altınla doldurur. Hırsızın dadanmadığı mezara iyi gözle bakılmaz.
Bu ev bizim mezarımız mı olacak acaba?
Ulan Fikret, cimriliğin dillere destan ya, öldüğümüzü bilseler kimse bizim eve gelip dadanmaz ha. Evde bir şey yok sanırlar. Biz varız ya, ben varım.
Fikret? Fikret! Hadi ama kalk yerinden artık. Uyuyacaksan yerine yat. Uyumayacaksan bir iki kelam et. Allah aşkına.
Bu takma dişin alt damağı vuruyor. Araya ekmek parçası sıkıştırayım, yara yapacak yoksa.
Sana da su getireyim mi? Can suyu ha?
Aman, sen hâlâ daha cevap verme. Nemrutsun işte, n’olacak!
Öykünün yazarı Hande Ortaç hakkında
Hande Ortaç, 1980 Adapazarı doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans, Bilgi Üniversitesi Örgütsel Psikoloji bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamladı. “Kankurutan” adlı öyküsü altKitap 2008 Öykü Ödülü’nde, “Pembe ve Eflatun” adlı öyküsü KaosGL 2020 Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda birincilikle ödüllendirildi. İlk öykü kitabı “Kankurutan” 2011 ve ikinci öykü kitabı “Üç İki Bir Kayıt” 2015 yıllarında yayımlandı. “90’lar Kitabı, Çocuk mu, Genç mi?” ve “O Yaz” kitaplarına metinleriyle katkıda bulundu. Öykü, deneme ve eleştiri yazıları altZine, Amargi, Dünden Bugünden Edebiyat, Feminerva, Ian Edebiyat, Kitaplık, Milliyet Sanat, Roman Kahramanları ve Trendeki Yabancı gibi dergilerde ve çeşitli gazetelerde yayımlandı. Elektronik kitap yayınevi altKitap.net ve elektronik edebiyat dergisi altZine.net’in yazarlarından ve editörlerinden biridir.