Orhan Duru’nun öykü kitapları yeni bir editörlükle ve ayrı basımlarla Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlanmaya devam ediyor. “Bir Büyülü Ortamda”, klasik öykünün kalıplarını bozarak başka bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele avuca sığmaz yazarı Orhan Duru, güncel olayları, siyasi ve toplumsal olguları, bireyi köşeye sıkıştıran gelişmeleri bir bilimkurgu atmosferi içinde bilinmez, şaşırtıcı ve gülünç yönleriyle ele alıyor. Onun kaleminde gerçekler fantastik biçimler alıyor, inançlar saçma sapanla yer değiştiriyor, büyük kentlerin insanları büyük yanılsamalara uğruyor. Kitaptan kısa bir öyküyü Yapı Kredi Yayınları’nın özel izniyle yayımlıyoruz:
Âdem İle Havva
Âdem ile Havva Uçmak’ta (Cennet’te) buluştu ve bir bakışta tutuldu birbirine. Oysa bir şey bilmiyorlardı. Nedir aşk ve tutku nedir ve ne yapılır bu durumda? Çocuk gibi saftılar. Uçuyorlardı kaygısız, haberleşme uyduları ve casus uydular arasında mutlu.
Gökyüzünün yedi kat üstüne çıkıp, uzayın yedi kat altına ini yorlardı sevinçle oynaşarak.
Uçmak’ın kapılarından geçip kevser şarapları içiyorlardı coctail lounge’larda bakarak tangalı, bikinili hurilere ve birbirinden güzel oğlanlara.
Ama Âdem ve Havva gibiler rahat durmazlar hiç. Her şey uyum içinde giderken altüst ettiler yerleşik düzeni.
İblis gelip bir elma verdi onlara armağan. Ayrıca akıllarını kötü yollara saptırdı: “Sizin burada canınız sıkılmıyor mu? Hem birbirinizi seviyorsunuz, hem de çoğalmıyorsunuz. Altınızda kocaman bir dünya var. Sizleri ve sizlerden inecek kuşakları bekliyor.”
Yeryüzü, uzay mekiğinin gönderdiği fotoğraflara benziyordu. Maviler ve ak bulutlarla çevrili, bir lamba gibi asılıydı boşlukta.
Âdem ile Havva ise duygusal yönden bir çeşit bunalım içindeydi. Uçmak çok güzel, çok sorunsuz, çok değerli ve görkemli de olsa baskı altında idiler sanki. Kurallar ve kurallar. Her şeyi engelleyen kurallar. Çok üst düzeyden gelen komutlar ve kitaplardaki yasalar…
İşte İblis onların bu duygularından yararlandı. Oysa baba ve ana baskısı altında değildiler. Çünkü ana ve babaları yoktu onların. Belki de her şey önceden planlanmıştı. Melekler arasında melek gibi yaşıyorlardı. Onları da bu sıkıyordu.
Bu durumda elma’yı yediler. Bir elma ile yetinmediler, yakalanıp gözaltına alınıncaya kadar çok sayıda elma yediler. İblis hep elma taşıdı onlara. Onlar da yasak aşkın olağanüstü heyecanını yaşadılar korkusuzca. Sonra ışınladılar Âdem ile Havva’yı yeryüzüne. İnerken önlerini örten yapraklar kurudu ve toz olup dağıldı. Güney Yarımküresinde ağaçlar onlardan koku aldılar, misk ve amber ve kâfur oluştu bu yaprakların parçalarından.
Serendip Adası’na indi Âdem ile Havva. Önce üşüdüler, sonra yaşamlarında ilk kez acı ve ağrı duydular gövdelerinde. Âdem bir hapşırdı ve kan aktı burnundan. Kanı görünce korktu çok. Pişman oldu Uçmak’tan ayrıldığına ve günah işlediğine. Ağrıya karşı zeytin ağacı ile sarı helile kullandı. Oturup ağladı kırk yıl. Dinmedi göz yaşları ve hep Uçmak’ı özledi. Ama Havva onun göğsüne elini koyup dindirdi acılarını.
Artık çocukla doldurmaları gerekiyordu yeryüzünü. Yoksa yalnızlıktan patlayabilirlerdi. Görevleri de buydu uzayı düzenleyen yüce güçlerin onlara verdiği… Bol bol elma yediler.
Çeşit çeşit elmalar yediler. Büyük küçük, sulu susuz ve ekşi. Ama ne yaptılarsa yararsız.
Çok çalıştılar, çok elma yediler. Tüm çabaları boşa gitti. Tanrısal planı altüst ettiler…
Hiç çocukları olmadı…