Düşünceler bir bağlamdan diğerine göçerken “yenilik” yaratılır ve sınırlar yeni baştan çizilir. Boris Groys, değerliyi değersizden, kültürü dünyeviden ayıran bu sınırdaki sürekli kaymaların izini sürerken sanatta yeniliğin ve bunun algılanması ve tanınmasının ardındaki süreçlerin haritasını çıkarıyor. Genel yayın yönetmenimiz Ayşegül Sönmez’in Instagram’deki karantina yayınlarında sıkça bahsettiği “Yeni Üzerine – Geçmişle Gelecek Arasında Kültürel Ekonomi” bu haftaki kitap tavsiyemiz…
Yeni Üzerine, öncelikle günümüzde sanatın nasıl sanat olduğunu araştırıyor. Sanat eleştirmeni, medya kuramcısı, felsefeci, New York Üniversitesi’nde Rus ve Slav Araştırmaları profesörü ve Karlsruhe Sanat ve Tasarım Üniversitesi’nde kıdemli araştırmacı Boris Groys, zamanımızın kültürel yapıtlarının kendilerine özgü niteliklerinin analizini yaparak okuru bir yandan da bu yapıtlar hakkında düşünmeye sevk ediyor. Derinlemesine analizleri felsefi sorularla birleştirerek modern dünyada kültür üretiminin kilit meselelerini keşfe çıkıyor.
“Ekolojik krizin dünyevi üzerindeki etkisi, ilk bakışta görünenden çok daha azdır. Dünyevi alan sürekli yenilenir çünkü içi sürekli, değerlenmiş kültürün atıkları ve hurda ürünleriyle dolar. Atık ile atık akınının yok ettiği düşünülen orijinal, “bakir”, doğal dünyevi arasındaki ayrım, keyfi ve tamamen ideolojiktir. Bir çöp yığını dünyeviyi, gerçekliği ve hayatı Amazonların bakir doğasından az değil daha çok açığa çıkarır. Ekolojik söylemin inatla atık sorununa odaklanması tesadüf değildir – halbuki pekâlâ el değmemiş doğayla ilgilenmeyi tercih etmesi beklenebilirdi. Kültürel atığın kamu zihninde bu derece önemli bir yer edinmesi, ancak ekolojinin ortaya çıkması sonucunda meydana gelmiştir. Hoş, yirminci yüzyıl sanatçıları ekolojik tartışmanın gündeme gelmesinden çok daha önce, galeri ve müzeleri tekrar tekrar çöp yığınına dönüştürerek atığı zaten estetize etmiştir. Bu sanatçılar günümüzün teknolojikleşmiş uygarlığının daha ilk zamanlarında, atığın barındırdığı dünyevi potansiyeli fark etmiştir.
“Üstelik atık, dünyevinin kültür içindeki müphem rolünün iyi bir örneği de olabilir. Atılmış şey kesinlikle değersiz, dünyevi, işe yaramaz bir nesnedir. Dolayısıyla atığın sanatta değer kazanması, ilk bakışta sanatın tüm gücünü ve özgürlüğünü ortaya koyar, çünkü sanat en düşük hiyerarşik değere sahip olan şeye en yüksek kültürel önemi kazandırabilmiştir. Öte yandan atığın atılması kutsal fedakârlığı, mülkten vazgeçmeyi, asketik (Dünyevi nimetlerden vazgeçme, nefsini tutma, kutsal bir yol uğruna insanın kendini feda etmesi gibi anlamları olan asketizm, riyazet ya da çilecilik kelimeleriyle tanımlanır) feragati ve ritüeli çağrıştırır. Bu bağlamda sanat, bir şeyi uzaya, doğaya ya da boşluğa bırakmanın içerdiği kutsallık potansiyelini temellük eder sadece. O halde atıkta, kültürel kullanım için gerekli olan gerilimi sağlayan her iki değer düzeyinin eşzamanlı olarak mevcut olduğunu görürüz.
“Bu bakış açısına göre ekolojik bilinç, atığı geri dönüşüm sürecine entegre ettiği için Avrupalının sekülerleşmesinde yeni bir adımı temsil edebilir. Atık böylece, anonim bir sonsuzluğa feda edilen kutsallık niteliğini yitirir. Ama bir yandan da, atığın ekonomik tekrar-kullanımı, daha önceki estetik ya da kültürel-ekonomik kullanımının devamıdır.”