A password will be e-mailed to you.

28 Ekim Cuma akşamı Hrant Dink Vakfı‘nda hayli ilginç ve zihin açıcı bir panel gerçekleştirildi. Türkiye için hem yakın hem de uzak bir yaklaşımın sunumları yapıldı. Hafıza Küratörlüğü denen kavramın acılarla yoğrulmuş toplumlara nasıl hizmet ettiğini ilk defa buradaki konuşmacıların deneyimlerinden görebildik ve anlayabildik. İki oturumlu panelde, ilk sözü 2013 yılında Polonya’da açılan ve en iyi müze dalında ödüllere layık görülen, POLIN Polonya Yahudileri Tarihi Müzesi baş küratörü Barbara Kirsenblatt Gimblett ile Avrupa’da ses getiren müzeler ve sergiler tasarlayan, aynı zamanda Weimar’da bulunan Buchenwald Toplama Kampı’nın yeni sergisini de tasarlayarak, hafıza ile mimariyi birleştiren Holzer Kobler Mimarlık’ın kurucularından Tristan Kobler aldı. İkinci oturumda ise, 1994 yılında Cape Town’da kurulan ve Apartheid döneminde District Six bölgesindeki zorla yerinden edilmelerin hafızasına etkili bir şekilde odaklanan District Six Müzesi Eğitim Programı Koordinatörü Mandy Sanger ve geçmişte hapishane olarak kullanılan, Apartheid rejiminin sonlanmasıyla eski hapishane binalarından birisinin yerine Anayasa Mahkemesi inşa edilen ve geriye kalan hapishane komplekslerinin günümüzde hafıza mekânı olarak faaliyet gösterdiği Johannesburg’da bulunan Constitution Hill‘in Strateji Asistanı Lebogang Marishane panelde konuşmacı olarak yer aldı.

hafiza-curator-32

Hrant Dink Vakfı, Hafıza Küratörlüğü paneli

Dört sunum da geçmişte muktedirler tarafından yaşatılmış acı olaylara farklı perspektif getirdi. Aslında tüm sunumlar geçmiş hafızayı çağırarak, toplumsal bir barış konsensüsü tesis etmeye ve geniş bir bakış açısı sunmaya çalıştı. Hafıza Küratörlüğü bir nevi geçmişte yaşanmış kötü olayları ve tarihini günümüze taşıyarak bütüncül bir bakış açısıyla toplumun önüne getirip düşünebilmelerini, yüzleşebilmelerini sağlamak amacıyla yapılıyor. Bunu yaparken, sadece katliama veya soykırıma uğramış halkların (mağdur-fail ilişkisi) acı hatıralarını vurgulamak yerine, geçmiş yıl veya yüzyıllarda halkların beraber geçirdikleri iyi zamanları ve dayanışmalarını hatırlatmak sanki ile hareket ediyor. Bunun en anlamlı örneklerinden biri de POLIN Polonya Yahudileri Tarihi Müzesi.

hafiza-curator-11

Hrant Dink Vakfı, Hafıza Küratörlüğü paneli

Hafıza Küratörlüğü Türkiye’de olur mu?

2013 yılında ziyarete açılan müze ortak bir hafızaya dokunuyor. Sadece Yahudilerin uğradığı soykırıma odaklanmak yerine, Polonya’nın yüzyıllar önceki tarihine ve coğrafyasına kadar uzanıyor. Uzanıyor derken bin yıllık bir süreden bahsediyoruz. Baş küratör Barbara Kirsenblatt Gimblett, bu müzeyi inşa ederlerken sadeliğe ve şeffaflığa önem verdiklerini söylüyor. Müze sadece Yahudi Soykırımı’nı anlatmıyor, Polonyalıların tarihine de ışık tuttuğunu gösterdiği ve verdiği örneklerden anlayabiliyoruz. Müzenin yapıldığı alan da çok anlamlı. 1943’te Almanya tarafından talan edilen ve çok büyük bir Yahudi nüfusunu yok eden arazide yapılmış olması. Ardından bir anıt dikilmiş fakat o da yıkılınca, yıllar sonra 1993 yılında tekrar hafızayı canladırmak için bu müzenin yapımı projesine başlanmış. Soykırımdan çok önce, tarih boyunca çok dilli, çok dinli çoğulcu bir yapıya sahip olan şimdiki Polonya, Soykırım sonrası yavaş yavaş günümüze gelininceye kadar tek dilli, tek dinli, tek kimlikli bir ülke olmuş. Aslında Gimblett bunları anlatırken aklıma kendi yaşadığımız toprakların sessiz çığlıkları geldi. Hafızanın devamlı canlı olduğu, geçmiş ile bugün arasında dokunan bu bağın her daim dillendirildiğini duydukça Türkiye’de de “böyle bir müze neden olmasın” diye sormadan edemiyor insan. 1915’in bile rahatça konuşulamadığı, ifade edilemediği bir ortamı düşünün. Binlerce yıl kendi topraklarından yaşadıktan sonra 1915’te topraklarından sürülen, soykırıma/tehcire uğrayan Ermenileri, Süryani halklarını düşününce bu tip onarıcı adalete ne kadar çok ihtiyacımızın olduğunu görebiliyor ve hissedebiliyoruz. Ya da 100 yıldır devam eden bir sorunun Kürt halkının hafızalarında hâlâ capcanlı bir şekilde yer aldığından rahatlıkla söz edebiliriz ama ortak hafızanın onarımına yönelik özde hiçbir şeyin yapılmadığını da ekleyebiliriz. İşte POLIN hafıza merkezi bu tür yüzleşmelerin ortak bir merkezi olarak adlandırmak doğru bir yaklaşım olacaktır. Müze, birçok galeri, multimedya vb. çalışmalardan oluşuyor. Bu galerilerde Polonya tarihi, insular, sesler, videolar vs bulunuyor. Şu ana kadar 1,5 milyon ziyaretçiye ulaşan müze, Polonyalılar tarafından da sindirilmiş ve kabul edilmiş. İlk başta önyargı ile karşılamalarına rağmen, daha sonra sadece Yahudi ve soykırım müzesi olmadığını, zamanında bu topraklarda Yahudilerle beraber Polonyalıların sulh içinde yaşadıklarını, iyi zamanlarının da olduğunu idrak ederek, bu önyargıyı kırmışlar. Evet, belki tüm toplum bu yüzleşmeyi yapmamış olabilir ama önemli bir kesime de kendini bu şekilde kabul ettirebilmiş. Bu tip hafıza merkezlerinin olayın olduğu yerde yapılması gerektiğini ifade eden Gimblett, toplum için güvenilenebilir bir mekan yaratmanın çok daha önemli olduğunu vurguluyor. Müzeye gelen ziyaretçilerin bu anı anlaması ve yorumlaması için iki prensip olduğundan bahsediyor:

  1. 1. Fail ve mağdurun kendi taraflarını anlatması
  2. 2. Ziyaretçilerin anın bir parçası olması

Bu yüzden, hafıza merkezi yaratırken sadece yaşanmış kötü olayların haricinde geçmişteki barış ortamını da aktarabilmek, tarihteki dostluk ortamlarına da odaklanabilmek büyük bir önem kazanıyor. Bu prensipleri gerçekleştirirken, müzenin temel amacı ziyaretçinin -biz insan diyelim- vicdanına seslenebilmek.

polin-warsaw

POLIN, Varşova

Sağlıklı bir yüzleşme için

Buradan hareketle, Türkiye’de ayrımcılığa uğrayan insanların, halkların hafızalarını olumlu yönde canlandırarak, insanların yüzleşmelerini sağlamak çok değerli ve anlamlı olacaktır. Bu tür çalışmalar Türkiye’de belli bir zaman önce başladı. Özellikle sözlü tarih çalışmaları bu topraklarda yaşanan acıları ortaya sarih bir şekilde çıkarmak için kullanılmakta. Yer yer sergiler açılıyor ve ortak hafızaya dokunulmaya çalışılıyor. Yalnız bu tip insanüstü çalışmaların aynı zamanda devlet tarafından da desteklenmesi ve topluma duyurulması çok daha hayati bir önem kazanıyor. Münferit işler her ne kadar kıymetli de olsa, toplumun ortak vicdanına seslenebilmesi ve yüzleşebilmesi adına devletin bu tip projelere katkı vermesi çok hayati. Cumhuriyet öncesi ve sonrasında yaşanan elim olaylar bu topraklardaki derin acılara işaret ediyor. Bu tip hafıza çalışmalarının müzecilikle birleştirilerek ortaklaşa bir mekan olması özendirilmeli ve bunun üstüne kafa yorulmalı ki, sağlıklı bir yüzleşme sağlanabilsin. Toplumsal barış ve adalet tesis edilebilsin. Fail, mağdur ilişkisini ziyaret edenler sarih bir şekilde görmeli ve bir daha yaşanmaması adına gelecek nesillere aktarımının yapabilmesini özendirmeliyiz. POLIN deneyimi bizlere büyük ufuklar açıyor.

polin-museum-of-the-history-of-polish-jews

POLIN, Varşova

Dünyada demokrasinin gittikçe kaybolduğu, silikleştiği bir dönemde Gimblett, bugün Polonya’da böyle bir müze yapılmak istenseydi şu anki hükümetin buna izin verip veremeceğini kestiremeyeceğini söylüyor ve ekliyor: “Yahudilerin Polonya’daki algıları şu an ne ise, Ermenilerin de Türkiye’deki algıları o” diyor. Aslında konjonktüre göre değişen bir ortamdan da bahsediyoruz. Hükümetlerin, dünyanın gidişine göre aldığı pozisyon hafızanın canlandırılmasında ve yüzleşmelerin yapılabilmesindeki zorluklar ve engeller olarak söylemeliyiz. Önemli olan kişisel değişimin çoğunculukla beraber yapılarak bu tür yaşam merkezlerinin inşa edilmesi ve bu tip projelere destek olunması. Bakalım biz kendi topraklarımızda bu yüzleşmeyi nasıl ve ne zaman yapabileceğiz.

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 01:09:51