Gwangju Bienali’nin 2021 Şubat-Mayıs aylarında gerçekleşecek 13. edisyonunun sanat direktörleri Defne Ayas ve Natasha Ginwala’ya Covid-19 sonrası bienal yapmayı ve bienaldeki öncelikli temalarını konuştuk.
Dünyanın zor bir eşikten geçtiğinden hiçbirimizin şüphesi yoktur. Peki, insanın hüküm sürmeye çok alıştığı bildik dünya düzeni nereye doğru evriliyor? İnsanın çok da üzerinde durmadan tüketmeye odaklandığı bu dünya düzenindeki saltanatının çok da sağlam olmadığının net bir şekilde farkına vardığımız, varamadıysak da varmamız gereken bir noktaya gelmiş bulunuyoruz.
Dünya düzenini “sabit” tutan ikiliklerin sorgulanmaya en çok açıldığı bir zaman bu. Basmakalıp anlatılar değişmeye gebe. Yeni anlatılar kurmada, sanatın, yaratıcılığın önemi nedir? Yeni bağlantıları sanatla kurabilmek, yeni karşılaşmalar yaşayabilmemizi gerektiriyor.
Tam da bu noktada Güney Kore’de gerçekleşen bir bienal karşımıza çıkıyor. 1995 yılında ilk kez gerçekleşen Gwangju Bienali, gerek tarihsel olarak taşıdığı büyük önem açısından gerekse dünyada getirdiği ses dikkate alındığında Asya’nın çağdaş sanat alanındaki en eski ve en prestijli bienali.
1980 yılında Güney Kore’deki dikta yönetimi zamanında, ABD tarafından eğitilmiş askerlere karşı Gwangju halkının gösterdiği büyük direniş, bir demokrasi hareketi olarak tarihe geçmiş. Gwangju Bienali, bu direnişin ruhuyla hareket ediyor ve evrensel olana yönelirken temelini güçlü yerel belleğinden alıyor.
Bienalin bu seneki başlığı “Minds Rising, Spirits Tuning”. Başlıkla ilk karşılaştığınızda sizde de pek çok çağrışım yaratabilir. Bienal, gezegende pek çok farklı zekâ türünün varlığının vurgulandığı bir tema üzerinde yükseliyor. Aynı şekilde, ruhlarımızın uyumlanmaya en çok ihtiyaç duyduğu bu zamanda, bizi biz yapan niteliklerin ne olduğu ve bunları kolektif bir şekilde nasıl örgütleyebileceğimizi, sanatla, yaratıcı edimle ve dayanışmayla ortaya koyuyor.
Bienal, yapay zekâ, makina öğrenmesi, algoritmalar, insan-sonrası etik, artırılmış gerçeklik gibi konuların felsefeden, sosyal bilimlere ve doğa bilimlerinden teknolojiye birçok bilme ve uygulama yönteminin gündeminde büyük yer taşıdığı bu zamanda, farklı bilme, öğrenme, algılama biçimleri ile uyumlanma, şifalanma, kadim bilgilerin dönüşü ve kapsayıcılık gibi temalar etrafında şekillenmiş.
Bienalin sergileri dışında da oldukça yoğun bir çevrimiçi etkinlik programı ve hem Korece hem de İngilizce olarak erişilebilen bir çevrimiçi dergisi var. Çevrimiçi dergi Minds Rising’i bienalin bir yan ürünü olarak görmek yanlış olur. Bienalin kavramsal çerçevesini oluşturan Minds Rising tek başına okunabilecek, güncel akademik konuları ele alan doyurucu bir yayın. Dördüncü sayısı yakın zamanda yayınlanan çevrimiçi dergide, dijital feminist hareketlerden Gwangjulu kadınların kapsamlı bir tarihçesine, yapay zekâ ve algoritmalardan Büyük Veri’nin hayatımızdaki yerine, beynin plastisitesinden performans sanatçısı Ana Prvački’nin video işlerine kadar bienalin ele aldığı pek çok güncel konu disiplinlerarası bir bakışla sunulmuş.
Bienalin bu yılki sanat direktörleri Defne Ayas ve Natasha Ginwala sorulamızı yanıtladı.
Minds Rising’de bulunan makaleler Bienal’de yer alacak olan sergilerle nasıl bir ilişki içindeler? Etkinliğin amacını nasıl çerçevelendiriyorsunuz?
Zekânın esas doğası nedir? Yapay zekâ ile birlikte bir eş-evrimleşme içinde olduğumuz bu dönemde nereye yöneliyoruz? Mikrobik unsurlardan ve diğer canlı organizmalardan hayatta kalma stratejilerini nasıl öğreniyoruz? Bunlar bizim öneri metnimizde tasarladığımız sorulardı, ve ister inanın ister inanmayın, bunu yaparken pandemi henüz ortada yoktu. Sergimizde, ruhsal varlıklardan, kahin kadınlardan, yerli bilgi dünyalarından, şifalandırma pratiklerinden, insan dışı bilinç ve telepatiden, makine beyninden, artırılmış gerçeklikten ve sosyo-politik anlamda yaşamlarımızı yöneten algoritmik rejimlerden kaynaklanan çağdaş zorluklara kadar, zihindeki hem organik hem de inorganik zekâyı, zekânın tüm spektrumunu incelemek üzere yola çıktık.
Yirmi yıldan uzun bir süredir plastisite kavramı üzerinde çalışan felsefeci Catherine Malabou’nun, Hegel ve Freud ile sınırlandırmadan bilişsel bilimden ve sinir biliminden de yararlanarak zekâ mefhumunu kapsamlı bir şekilde ele aldığı çalışmasından ilham aldık. Özellikle kolektif zekâ mefhumu ve günümüzde beyin emeği hakkında söylenecekler ile ilgili harekete geçtik. Bienalin, yalnızca Batı modernitesine dayanan araştırmaları aşan ve sinir bilimlerindeki ilerlemelerle beşeri bilimlerdeki derin doku çalışmalarından yararlanabilen bilimlere yönelik daha ileri yolları algılamak için bir platform olmasını istedik.
Bienal politik bir ajandaya sahip
Gwangju’yu özel kılan nedir? Bienal ve Gwangju Biennale Foundation nasıl ortaya çıktı?
Gwangju Bienali, Asya’nın en eski ve en prestijli çağdaş sanat bienali. Bienal, politik bir ajandaya sahip, zira enerjisini 1980’de gerçekleşmiş ve bütün ayaklanmaların anası olan Gwangju Direnişi’nin mirasından alıyor. Bienal, kısmen, Gwangju vatandaşlarının demokratikleşme ve sıkıyönetim aleyhine gösteri yaptığı bu ayaklanmanın yaşayan bir anıtı olarak kuruldu. O dönemki askeri diktatör, ABD tarafından Kuzey Kore için eğitilmiş paraşütçüleri son derece acımasız yollarla kendi sivilleri üzerine göndermiş, bu askerler vatandaşlar tarafından geri püskürtülmüştü. Vatandaşlar, şehri, ordu tarafından aşırı derecede şiddetli bir şekilde ele geçirileceği zamana kadar birkaç gün daha ellerinde tutmuşlardı.
Bienal, iki yılda bir bu travmatik olay hakkındaki tartışmaları tekrardan canladırıyor. Olayları anımsamak adına 1995 yılında kuruldu ve bu şekilde iki yılda bir bölge halkının tutkulu ilgisini ve tartışma ortamını diri tutuyor. Bu miras bienalin dayanak noktasını oluşturuyor ve bizim küresel seferberliğimiz ilhamını hem doğrudan şehirden hem de şehrin geçmişinden alıyor.
Bienali bu kadar çekici kılan şey, Güney Kore’nin Amerika, Çin, Rusya ve Japonya’nın jeopolitik gündemlerinin vekili olmaya devam etmesi, aynı zamanda çok hiyerarşik, ataerkil ve çok resmi olmasıdır. Kore’de hiper-kapitalizm vardır, cinsiyet meseleleri ve ırk konusu etrafında dönen tartışmalar vardır. Ülkede, her şey tam da 21. yüzyıl’a uygun bir tarzda çok yoğun bir şekilde yaşanmakta, aynı zamanda birden çok yüzyılın birbirini ileri geri ittiğini görüyorsunuz.
Minds Rising bienalin genişletilmiş zihni
Etkinlik şehirle, ülkeyle, bölgeyle, kıtayla, gezegenle, güneş sistemiyle ve son olarak evrenle nasıl ilişkileniyor?
Yerel izleyiciyle buluşmak bizim için öncelikli ve bienalle ilgili tasarılarımızın gelişimi için her zaman -pandeminin ortaya çıkmasından önce de sonra da- hayati derecede önemli oldu (çevrimiçi dergimiz örneğin, hem İngilizce hem de Korece yayınlanıyor). Bienalin bu edisyonu, Gwangju Direnişi’nin 40. yıldönümü olduğu için özellikle önem taşıyor. Biz, bu tarihi onurlandırmayı ve Bienali bu çok spesifik yerel bağlama dayandırmayı görev edindik. Bunu, uluslararası ve diasporadaki Koreli sanatçıları olduğu kadar, farklı ülkelerden sanatçıları da, ülke içinden daha genç ve daha yaşlı jenerasyonlardan sanatçılarla ve akademisyenlerle bir araya getirip dünyanın başka yerlerindeki meseleler ve olaylarla bağlantılandırarak gerçekleştiriyoruz.
Minds Rising, bienalin ‘genişletilmiş zihni’ olarak hareket edecek şekilde kurgulanmış ve meslektaşlarımızla, sanatçılarla, birlikte fikir yürüttüğümüz kişiler ve eşgüdümlü bir şekilde hareket ettiğimiz partnerlerimizle birlikte küratöryel araştırmamızı derinleştirirken insanların bize katılmalarını sağlayan bir girişim.
Herkesin erişimine açık olan çevrimiçi forumumuz Rising to the Surface: Practicing Solidarity Futures Gwangju Direnişi’ni dayanak noktası olarak alıyor ve dünyanın pek çok yerindeki farklı olaylarla ve meselelerle doğrudan ilişki kuruyor. Sözgelimi Türkiye, Hong Kong, Brezilya, Hindistan, Tibet ve Lübnan gibi ülkelerde yaşanan farklı acı çekme hiyerarşilerine ve devam eden mücadelelere eleştirel bir bakış açısı getiriyor. Çevrimiçi programlarımız yerel akademisyenlerle ve May 18 Archive gibi sivil oluşumlarla düzenli bir şekilde irtibatını koruyor, ayrıca çevrimiçi yayınımız, dijital feminizm kampanyalarından Jeju ve Gwangju’dan komünal travma şifalandırma pratiklerine değin Kore ile ilgili pek çok konuyu odağına alıyor.
“Niyetimiz serginin kendisinden daha büyük araştırmalar formüle etmek”
13. Gwangju Bienali’ni, önceki edisyonlardan farklı kılan nedir? Geçmiş edisyonlarla karşılaştırdığınızda bu seneki etkinliğin nasıl farklar taşıdığını düşünüyorsunuz?
Küresel ölçekte yaşanan çok sayıda can kaybıyla birlikte, izolasyon ve kitle hareketleri arasındaki şiddetli çekişmelerin olduğu kadar insan ile dünyasalın arasındaki asimetrilerin de ortasında toplum kültürünü sürdürmek daha hayati bir hâle geldi. Bizim sorumluluğumuz, dönüşüme uğratıcı, seyyah, hibrit, ve bazen disipline indirgenmemiş ittifaklar kurmayı mümkün kılan sanatsal pratikler olarak kalıyor. Biz, içerden olan ve dışardan olan/yabancı, legal ve illegal, maskülen ve feminen gibi ikili çerçevelendirmelerin ötesine geçen, ufuk açıcı pratikleri olan sanatçılar ve düşünürlerle çalışıyoruz. Bunların her biri, yaşayanların dünyaları içinde ‘gerçek olan’ın tezahürlerini şekillendirmede ölümsüzlerin sahip olduğu kurucu rolü onurlandırarak atalarından kalan bilginin, geliştirilmiş zekânın ve şifalandırma sistemlerinin ötesine geçmek adına yatırım yapmış kişiler.
Bizce bir bienalin gerçekten başarılı olması sergilemesinden değil, aynı zamanda başka sebeplerden kaynaklanıyor. Kültürel bir imge dünyasını, bilgiyi, sanatsal toplulukları, insanlığa giden yolları harekete geçirmesinden, onları işlerliğe koymasından, onlarla bağlantılanmasından ve onlar hakkında konuşmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle, en başından beri niyetimiz serginin kendisinden daha büyük araştırmalar formüle etmek ve izleyicileri etkinlikle fiziksel sanat eserlerinin tüketiminin ötesine geçecek şekilde ilişkilendirmek oldu.
Dünyanın her yerinden izleyicilerin bienalin ana temalarıyla etkileşime geçmesine olanak tanıyan bir programı uygulamaya geçirdik: konuşmaların ve etkinliklerin olduğu herkese açık bir çevrimiçi program, çevrimiçi bir dergi ve bir yayın. Bu çok yönlü yaklaşım, bir sergi bağlamında görülen son sanat eserlerinin bir boşlukta bulunmadığı gerçeğini yansıtıyor: bunlar kapsamlı bireysel veya kolektif bir araştırmanın sonucu ve sanatçıların çalıştıkları kültürel, sosyal ve politik bağlamların bir yansıması.
Küresel salgının tetiklediği bu yabancılaşma modunda, kadim olan ile bugünün enerjileri arasındaki yolları kullanarak ve küresel deneyimleri birbirine bağlayacak bir azim sunarak bir alan açmayı umuyoruz.
Dünyaların birbiriyle kesişerek birlikte işlediğini görmek
Bienal bellek mefhumuyla nasıl bağlantı kuruyor?
Bu, kavrama biçimleri ile ilgili dominant formlarla dolu bir tartışmayı harekete geçiren bir soru: Bu kavram, teknokratik ya da heteronormatif olabilir ve feminist, kadim, yerli ve zihin-beden ilişkileri olsun ezilen kavrama biçimlerini ön plana çıkarabilir ve onları birbirine bağlayabilir de. Bu, ikilikleri açıkça ifade etmekle ilgili değil— aslında bu dünyaların birbiriyle kesişerek birlikte işlediğini görmek gibi.
Program, çeşitli teorik, bilimsel, fiziksel, sonik, spiritüel ve hatta koku duyusuna ilişkin söz dağarcıkları üzerinden muhalefet ve direniş stratejilerinde, aynı zamanda komünal şifalanmada seyretmeyi amaçlıyor. Biz, Batılı olmayan kozmolojilere ve teknolojilere, sanatçıların dünyasal koşullarla kendi söz dağarcıklarıyla nasıl başa çıkabileceğini bakmak ve onların hakkını teslim etmek istiyoruz. Geçmiş olayların anılarını canlandırıp bugünle bağlantılandırarak günümüzün sivil hareketlerinin muhalefet ve direniş araçlarına ve stratejilerine dayanak sağlıyoruz.
Sanatçıların üretimlerinden edindiğiniz bilgiyi ve işlerin kendisini nasıl saklıyorsunuz? Bir arşiviniz ya da koleksiyonunuz var mı? Bilginin, farkındalığın ve kültürün aktarımını sürdürmek için stratejileriniz neler?
Arşiv ve koleksiyon ile ilgili bunun gibi sorular ayrıca derneğe yöneltilmelidir.
Biz Sanat Direktörleriyiz ve Bienali sunmak üzere sözleşmeliyiz. Bunu birlikte gerçekleştirmek için Hong Kong, Güney Kore, Endonezya, Sri Lanka, İtalya, Fransa ve Almanya dahil olmak üzere yedi ülkeden bir ekip oluşturduk.
Bununla birlikte, bienal yapmak için yola çıktığımızdan beri, aslında bir bienalin ‘ölümden sonraki hayatında’ sanatsal projelerin üstlenebileceği daha uzun vadeli önemi düşünüyoruz, bununla ilgili olarak ajandamızda sanat komisyonları aracılığıyla oluşturulan canlı diyaloglar, ortaklaşa üretilen sanatsal çalışmalar, performatif jestlerin ve bilimsel pozisyonların dahil edilmesi, yerel programa katkıda bulunan yirminin üzerinde sanatçı ile Kore’ye üç araştırma ziyareti ve daha fazlası var.
Kadın bedenlerine kazınmış trajik tarihsel travmalar
Gwangju’daki ve kıtanın geri kalanındaki ülkelerle kıyaslayarak Güney Kore’deki kadın dayanışma hareketlerinden biraz bahsedebilir misiniz? Gwangju Bienali’nin bu oluşumlara nasıl bir katkısı olabilir? Biraz da yayımladığınız feminist derleme Stronger than Bone’dan bahsedebilir misiniz?
www.13thgwangjubiennale.org‘da bulunan çevrimiçi dergimiz olan Minds Rising’in ilk dört sayısının ele aldığı konular Gwangju’daki kadınların yaşamlarının tarihinden yerel arkeolojide rematriyasyon görüşlerine ve algoritmik cinsiyet şiddeti ile çevrimiçi oyunlarda cinsiyet paradigmalarına; Güney Kore’deki Jeju ve Gwangju direnişlerinden kadın bedenlerine kazınmış trajik tarihsel travmalara kadar çeşitlilik gösteriyor. Ayrıca, Güney Kore’deki güçlü feminist aktivizmlerinden güzellik karşıtlığı ve dijital feministlerin #EscapeTheCorset etiketiyle yeni bir alan açmaları ile ilgili okuyabileceğiniz harika bir makale de var. Mesela, makalenin yazarı S. Heijin Lee, #EscapeTheCorset hareketinin Güney Kore’deki feminist harekette yeni bir çağın sinyali olarak gördüğünü yazıyor. Anti-güzellik hareketinin, kozmetik cerrahinin ve ülkedeki K- güzellik endüstrisinin militarize tarihinine, “dışgörünüşçülüğe” bilgisini veren yerleşik erkek egemen ve ırksal stereotipleri özenle deşifre eden aktivizmin yalnızca bir parçası olduğunu belirtiyor.
Lee’den bir alıntı yapacak olursak: “Dikkate değer bir şekilde, dijital feminizmi çok güçlü yapan şey, dünyanın pek çok yerindeki sokak temelli protestoların yükselişiyle ortaklaşa bir şekilde vuku bulmuş olmasıdır. Güney Kore’de genç feministler diğer dijital ve olay yerinde gerçekleşen ve kadına yönelik şiddeti çok sayıda bağlantılı alanda ön plana çıkaran hareketlerle uyum içinde olan bir politika inşa ettiler.
Feminizm derlememiz olan Stronger than Bone bu konularla ilgili araştırmamızın çeşitli yönlerini ortaya koyuyor ve sıralayacaklarımız da dahil olmak üzere geniş bir aralıkta birçok konuyu ele alıyor: robotik ve tekno feminizm; şifalandırma pratikleri; cinsel özgürlük ve cinsel şiddet; anaerkil kültürler ve şamanik tanrılar; kendi kendini optimize etmenin cinsiyet temelli boyutları, dijital kimlik ve oyun kültürü; devlet şiddetinin bıraktığı travmanın gelecek kuşaklara nasıl geçtiği; Küresel Güney ülkelerinde ırk, ülkesine geri gönderilme ve ekolojik şiddet… Stronger than Bone, Feminist yayınevi Archive Books, Berlin ile birlikte yayımlandı.
“Ölecek kırılgan biyolojik varlıklarız”
Sanat iyileştirici midir? Toplumun iyileştiricisi olabilir mi? Bireysel anlamda iyileştirici midir? Sanat neyi iyileştirebilir?
Sanatın, 21. yüzyılda çalışma koşullarının yeniden yapılandırılmasına yardımcı olabilir mi? Belki hayır, ama bilginin yeniden yazılmasında temel oluşturması anlamında, yahut çeşitli bilgi biçimlerini harekete geçirmesi ve kesişen enerjileri güçlendirmek ve birbirine bağlamak için alan yaratması anlamında kesinlikle toplumun yeniden değerlendirilmesinde yardımcı olabilir. Deneyimlerimizden, sanatın bir ülkenin tarihsel adaletsizliklerini kabul etmesine ve onlarla çalışmamıza izin vermesine yardımcı olabileceğini biliyoruz. Küratöryel ikili olarak, sanat aracılığıyla kolektif zekâ formlarının potansiyelini ve sistem karşıtı bir akrabalığı işaret eden yaşam biçimlerini ortaya çıkarmaya ikna olduk.
Buna ek olarak, ilk kez Gwangju Bienali; Gahoe Museum, Seul’de bulunan Museum of Shamanism, Gwangju National Museum ve Wellcome Collection, Londra gibi müzelerin tarihsel koleksiyonlarıyla ortaklığını genişletti. Bunların izleyicilerle, görsel kültür ve ölüm temsilleri, Batılı olmayan hastalık modelleri, iyileşme, kehanet gücü ve şifanın yanı sıra yas gibi konular etrafında diyaloğu genişleteceğini tahmin ediyoruz.
Canavarsı şimdiki zamanda yaratıcı bir hitabı nasıl harekete geçirebiliriz, kapatılmaların ve kısıtlanmaların döneminde uluslararası kültürel diyaloğu sürdürmek için korku ve panikten ortaya çıkan tepkileri nasıl hafifletebiliriz? David Gaeber’in dikkat çekici şu düşüncesi yol gösterici geliyor: “İnsanlar olarak biz, birbirimize bakmazsak ölecek kırılgan biyolojik varlıklarız.”
“Birlikte, yalnız olmayı öğrenmek zorundaydık”
İnsanlığın bu zorlu pandemi zamanlarından öğrenebileceğini düşündüğünüz bir şey var mı?
Sergi konseptimiz çok daha da anlamlı hâle geldi, şüphesiz.
Küratörler olarak sürekli olarak kriz yönetimiyle uğraşıyoruz, pandemi de yönetmemiz gerekenler arasında şu ana kadar karşılaştığımız en şiddetli olanı. Hayal etmekle görevliyiz ve yol aldıkça araç kutumuzu kriz, sınırlamalar, belirsizlik ve değişkenlikle başa çıkma açısından da genişletiyoruz. Küresel salgının olduğu bu yıla verilecek en kolay tepki, sanat direktörleri olarak saklanmak ve beklemek olurdu, ama biz kesinlikle bu seçenekle ilgilenmedik: 7 şehirdeki modus operandimizi doğaçlama bir şekilde yeniden icat etmek zorundaydık ve koşulları günün gerekleri doğrultusunda ele almaya devam ettik. Birlikte, yalnız olmayı öğrenmek zorundaydık; uzaktan yönetmeliydik. Duvarlar yerleşik süreçlerin ve düzenlemelerin, hem sıradan olanı hem de alışılmadık olanı yapmanın kabul edilmiş yolları üzerine çökerken dikkatlice düşünüp taşınmak için bırakın bizi kimsenin zamanı oldu mu? Pek sayılmaz. Normale dönme ihtimali oldukça düşük göründüğünden, neyi yangından kurtarmanın gerekli olduğu üzerine düşünüyorduk elbette. Öte yandan, dünya altüst olurken bir bienalin tüm hızıyla devam etmesi nasıl beklenebilir? Bunu saçma bir beklenti olarak görüyoruz.
“Maddeselliğin ve fizikselliğin önemine hâlâ inanıyoruz”
İnsanlık kelimelerin anlamlarına ve görme duyusuna çok fazla anlam yüklemiş. Demek istediğim, dilsel göstergenin ‘anlamından’ önce ‘ses’in kendisi geliyor. Bana öyle geliyor ki, çağdaş sanatçılar da hem görmeye hem de dilsel göstergelere —ki bunlar kolayca yanıltıcı ya da duygunun/pathos’un aktarılmasında yetersiz kalabilir,— aşırı anlam yüklemedeki sorunu tespit etmişler, böylece günümüzde farklı duyulara hitap eden daha çok işe rastlayabiliyoruz. Çağdaş sanat pratiklerini ve mevcut sosyolojik-antropolojik yaklaşımlarımları hesaba kattığınızda duyu çalışmaları hakkındaki düşünceniz nedir Özetlemek gerekirse: Diğer duyuları gözden kaçırmış olabileceğimiz fikrine katılıyor musunuz?
Bienaller kültürel bir imge dünyası yaratma ve onu işleme anlamında önemlidirler. Sanatsal ittifakları harekete geçirdiklerinden gezegensel bir “nabza” ve deneyimsel bilgiye erişirler. Biz maddeselliğin ve fizikselliğin önemine hâlâ inanıyoruz ve bu bienali geliştirirken dokunsal bir izleyici deneyimi yaratmak için koku almaya dayanan (Sissel Tolaas), sonik (Yinju Chen), koreografik veya uzamsal (Trajal Harrell) pek çok zekâ türüyle ilişki kuruyoruz. Dünyanın pek çok yerinde, (Berlin ve Kolombo’dan yazıyoruz) Covid-19 karantinasından sonra müzelerin açıldığı ilk günler sanat deneyimleri için tazelenmiş bir amaç sağladı, etrafta çok az insan varken, sessizlikte, özel ve yakın bir faaliyet olarak; ama aynı zamanda da tüm dünyada milyonlar korkunç zorluklar ve işsizlikle karşı karşıya gelmişken imtiyazlı bir faaliyet olarak.
Güney Kore’deki güzellik karşıtı aktivizminden bahsettiğinizde, bağlantılı olabileceğini düşündüğüm bazı konular belirdi aklımda. Gözmerkezci bir dünyada yaşıyoruz ve göz ve görmek her zaman ülkeleri yönetenlerin elindeki en güçlü silah olmuş. Dünyanın mevcut koşullarında bu silahın başka bir şeyle değişmekte olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu bağlamda temel soru zekâdır, organik ve inorganik, sibernetik zekâ arasında diyalektik anlayışlar bulmaktır. Yapay zekâ ile ortaklaşa evrimimizde nereye doğru gidiyoruz? İnsanlar olarak, onlarla oynamayı ve gelişmeyi öğrenmezsek, siborglara evcil hayvan olarak hizmet ediyor olacağız? Şu anda gebelik döneminden geçiyoruz, bizim için oyun odasını deşifre etmek ve stratejileri paylaşmak için yer açmak amacıyla herkes görevinin başında ve dikkatle alesta bekliyor olmalı. Felsefeci Catherine Malabou’nun çalışmaları ve iki dilli çevrimiçi dergimiz Minds Rising’de yayınladığımız röportaja göz atmanızı çok isteriz. S. Heijin Lee tarafından yazılan bir başka Minds Rising makalesi, dijital feminizm kampanyalarına referans verirken kadınların ve non-binary bireylerin güzellik rejimenleriyle ilişkilerini detaylandırıyor ve kozmetik cerrahinin militarist ve kolonyal kökenlerine de anıştırmada bulunuyor.
“Bienalin ana konularının tümünü birbirlerine bağlayacağız”
Bu noktada, teknolojinin ne şekilde özgürleştirici olabileceğini düşünüyorsunuz? Siyasi eylem anlamında teknolojiden yararlı bir şekilde yararlanmak için ne yapabiliriz? Algoritmik akışların şiddetinden nasıl kurtulabiliriz?
Bir saniyeliğine, hareket üzerine genişletilmiş bir araştırma ve aynı zamanda yaşam ve dünyanın kendisi üzerine bir araştırma olarak danstan öğrenebileceğimiz şeyler üzerine tahmin yürütelim. Dövüş sanatları gibi enerjiyi harekete geçiren sistemlerden veya vücut şekillendirme tekniklerinden uyumsal esneklik ve bağışıklık açısından neler öğrenilebilir? İşte bu, koreograf ikilisi EightOS ile araştırmakta olduğumuz bir şey. Makine beyni, artırılmış gerçeklik ve sosyo-politik anlamda yaşamlarımızı yöneten algoritmik rejimlerle oyunlu bir şekilde etkileşime giren, direniş değil, bir esneklik koreografisi. İnsan olmanın ne anlama geldiğine, hatta akademik çalışma veya bilim yapmanın ne anlama geldiğine dair yeni epistemolojik ve politik potansiyeller için yeni bir dünya/ toprak/yer/yeryüzü etiği anlayışı üzerine sanat ve sanatçılarla kafa yormaya devam etmeliyiz. Bunlar aynı zamanda Şubat 2021’de gerçekleşecek olan Gwangju Bienali Açılış Forum’unda da araştırmaya devam edeceğimiz fikirler elbette.
Forumda, genişletilmiş zihnin spektrumunu, yapısal, bedensel, teknolojik ve spiritüel zekânın maruz kaldığı bölümlemelere karşı çıkarak inceleyecek, bienalin ana konularının tümünü birbirlerine bağlayacağız. Maya Indira Ganesh (Minds Rising’de ayrıca bir makalesi var) ve Matteo Pasquinelli ile gerçekleşecek olan oturumda, günümüzün öğrenme ve baş etme mekanizmaları gibi algoritmik olarak üretilmiş bilgi akışlarının felsefi ve etik çıkarımları üzerinden makina öğrenmesi ve genişletilmiş zihin üzerine odaklanılacak. Yazar ve felsefeci Yuk Hui ile gerçekleşmesi planlanan oturum ise sorunuzla ilgili. Aynı zamanda da, Batı modernitelerinin sürdürdüğü sistemsel değişimler ve hakikat ve güç ilişkilerinin genel anlamda erimekte oldukları yeni bir dünya tarihi hakkında fikirler üreten çoğulcu kozmoteknik ve ‘tekhne’ ile ilgili olacak. Bize bizzat veya çevrimiçi olarak katılın.
Herkese açık çevrimiçi forumumuz olan “Rising to the Surface, Practicing Solidarity Futures”ın bir bölümünde de Ruha Benjamin, ırksal önyargıları gizleyen ve büyük veri toplama hikâyesinin ‘sosyal girişim’ olarak gösterilerek etkisinin artırmaya çalışıldığı —ama biz, Amazon ve Google’ın yan kuruluşları gibi çevrimiçi uygulamalarda hacklerin ve eşitsizliklerin nerede olduğunu iyi biliyoruz— Teknolojik Hayırseverlik konusunun farklı boyutlarına işaret eden bir ders verdi. Teknolojinin potansiyelini insan ve gezegen kaynakları arasındaki onarıcı bir ilişkiye doğru harekete geçiren bir dizi sosyal adalet aracı ve dijital aktivist var. Yine de küresel salgın koşullarının bile, şirketlere ait yapay zekâ firmaları ve sağcı hükümetler tarafından gözetim önemleri ve dijital güvenliğe yönelik tehditler gibi sebepler üzerinden geniş ölçekte araçsallaştırıldıklarını görmezden gelemeyiz.