A password will be e-mailed to you.

İstanbul sanat izleyicileri iki sanat fuarının birbiriyle çakıştığı bir haftayı geride bıraktı: Artweeks İstanbul 9. Edisyon ve Contemporary İstanbul Bloom 3. Edisyon. İstanbul’un kalbinin çağdaş sanatta attığı güzellemesini bir kenara bırakırsak her iki fuarın arkasındaki iki otoritenin ‘çağdaş sanat rekabeti’ni görmek zor olmayacak. Bir yanda Contemporary İstanbul’un kurucusu Ali Güreli, diğer yanda Bilgili Holding. Güreli ve Bilgili mücadelesi için ‘İyi olan kazansın!’ mı demeliyiz, yoksa birbirine bir kilometre mesafede gerçekleşen bu iki sanat fuarını bir meteorolojik olay olarak mı görmeliyiz?

Artweeks 9. Edisyon, bu sefer radikal bir mekân değişikliği kararı vererek fuarı Akaretler’deki sıra evlerden Fulya’daki The Ritz Carlton Residences binasına taşıdı. Bu taşınma; Akaretler’in artık fuara yetemediği, teknik-mekansal sıkıntıların katlanılamaz hale geldiği gibi gerekçelere dayandırılıyor. Fuar boyunca Ritz Carlton’ın fuar için uygun görülen beş katının, Akaretler’in röneve edilmiş tarihi sıra evlerinden daha ‘şık’ ve daha ‘konforlu’ olduğunu söyleyenler oldu. Soho House’un The Allis’i için harika bir imkân elbette. Son model arabaların ve gösterişin sunumu için de ‘Ritz Carlton’ çok isabetli bir seçim olabilir. Ama ismi, İstanbullular için hiç de masum değil!

Gökkafes ve Kent Suçu

‘Ritz Carlton’, İstanbul’un kent suçu geçmişiyle özdeşleşen bir isim. Nedir bu kent suçu? Kent hukukçusu Ruşen Keleş, ilk olarak TMMOB’un 1961 yılında kullandığı ‘kent suçu’ kavramını kentin gündelik işleyişine, kent tarihine ve kentsel değerlere karşı yapılan saldırı olarak tanımlıyor. Kamu yararını esas almayan yapılaşmalar, ayrıcalıklı imar hakkı sağlayan, kentsel adalete kastederek rant olgusunu doğuran, kent siluetini bozan her tür proje bu kapsamda görülebilir. Bugün Ritz Carlton isimli oteller zincirine bağlı bir otel olarak karşımızda duran Gökkafes; vaktinde pek çok sivil toplum kuruluşunun, kamu kuruluşunun, akademisyenin, sanatçının protesto ettiği, davaların açıldığı, tapu kayıtlarında yapılaşma yasağına dair şerhlerin kanunsuz ve usulsüz yollar ile silindiğinin ortaya çıkarıldığı, mahkeme kararlarının yok sayıldığı, yaşanan tüm kentsel ihlallerin ve hukuka aykırılıkların Mimarlar Odası gibi kurumlar tarafından kamuoyuna taşındığı, kaçak bir yapıya ruhsat verilmesi için Şişli ilçesinin sınırlarının değiştirildiği bir mekân…

Gökkafes olarak inşaatı tamamlandıktan sonra, yapının işletmesi kent hareketlerinin ve kamu kurumlarının itirazlarına rağmen Ritz Carlton oteller zincirine veriliyor. Artweeks’in gerçekleştiği The Ritz Carlton Residence ile Gökkafes’ten dönüşen The Ritz Carlton farklı yapılar… Biri Gümüşsuyu’nda, diğeri Fulya’da. Fakat Ritz Carlton ismi kent sakinleri ve demokratik kamuoyu için olumsuz çağrışımlara yol açıyor. Öte yandan, sanat ve kültür üreticileri için bu kadar dikey bir mimari yapının içine sıkışıp kalmak da epey rahatsız edici olmalı. Ama mesele bundan ibaret değil! Şehirdeki mekansallaşma pratiklerini, yerel yönetimlerin kültür politikalarını, merkezi yönetimin kültür savaşlarını tartışmadan sadece bu kısmı ele alamayız. Şehrin kültür sanat sahnesini taşıyabilecek mekânların kısıtlı olduğu ve ekonomik adaletsizliğin boyut atladığı bir dönemde bütçe faktörünün sanat aktörlerinin hareket alanını ‘denetim’ altına alması şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, bunu inkâr etmek ve ‘yok gibi’ davranabilmek.

‘Fotoğraf Çekmek Yasak’

Yeni adıyla ‘Artweeks İstanbul’da, Contemporary İstanbul’un aksine, herhangi bir giriş ücreti yok. Fakat fuar şehrin hayli ters ve oldukça yokuşlu bir konumunda. Fuara, The Ritz Carlton Residences yerleşiminin Valikonağı Caddesi girişinden girebilmeyi umanlar yanılıp yokuş aşağı sürüklendiler, benim gibi. Artweeks İstanbul’dan geçmeden bir not daha düşmek isterim. Fuar kapsamında Bilgili Özel Koleksiyonunu hemen fuarın girişindeki klostrofobik bölme içerisinde görmek isteyenler güvenlik görevlilerinin uyarısıyla karşılaştı: ‘Fotoğraf Çekmek Yasak’. Kapsayıcılık, erişilebilirlik gibi ne kadar trend değer veya ilke varsa hepsine ait olduğunu iddia eden bir sanat fuarını düzenleyen kurumun kendi koleksiyonlarını bu şekilde çitle çevrelenmesine öfkelenmemek mümkün değil! Koleksiyoner kimdir, bir sanat eseri aslında kimindir, bir koleksiyonu değerli kılan nedir gibi soruları yeniden sorduran Bilgili Holding’e bu anlamlı hatırlatmaları için teşekkürlerimizi sunarak devam ediyoruz.

Sanat Fuarı için 650 TL Verebilenler ve Veremeyenler

Diğer yanda ise Contemporary İstanbul var, akla hemen Haliç’in mutenalaştırılması süreci geliyor istemsizce. ‘Şıklık’ ve ‘gösteriş’ konusunda CI ekibiyle yarışmak çok zor. CI Bloom edisyonu, Lütfü Kırdar’da gerçekleşti. CI ekibinin benimsediği gösterişli hal, sanat izleyicilerini bir ayrıma tabi kılmayı da zorunlu kılıyor. Bir sanat fuarına girebilmek için 650 TL verebilenler ve veremeyenler gibi bir ayrım bu. Üstelik bunun bir kombine bilet olmadığını, yani tüm fuar boyunca tek bir biletle giriş-çıkış yapılamayacağını da not düşmüşler. Her güne ayrı bir 650 TL. Sanatsal faaliyetlere erişebilmenin lüks haline geldiği kültürel-politik-ekonomik atmosferle pek derdi yok CI fuarlarının. Kendilerinden beklenti de biraz düşük: ‘Militarist açıklamalar yaparak politik arenaya dahil olmasınlar razıyız’ gibi. Onlar için bir sanat fuarını prestijli yapan şey herkes tarafından erişilebilirliği, sanatsal faaliyetlere katılabilmenin, sanat ürünlerine ulaşabilmenin temel bir hak olduğunun altının çizilmesi filan değil tabi ki. Mesela Artweeks’in ücret politikası da ‘sosyal sürdürebilirlik’, ‘sosyal sorumluluk’ filan gibi gerekçelerle açıklanıyor. ‘Sanata erişim’ söz konusu olduğunda olabilecek en mümkün temellendirme bunlarmışçasına bir söylem birliği inşa ediliyor sanat fuarı aktörlerince. Sanatsal faaliyetlere katılımı, kamusal bir hak olarak ele alabilecek yerel, bölgesel, ülkesel hatta belki dünyasal program ve politikalara çok ihtiyacımız var -ki bu sayede kimsenin insafına, sosyal olarak ne kadar sorumlu olabildiğine bakmadan sanat eserlerine ve sanatçılara ulaşabilelim. Contemporary İstanbul Bloom Edisyonu için galerilerle kurulan iletişimin ne kadar açık ve demokratik olduğu ise ayrı bir tartışma konusu olabilir. Aynı döneme denk gelen bu iki sanat olayının zamanlamasında övülecek bir şey göremedik.

Her iki fuardan aklımızda kalan on işle bu rekabet dolu, Harbiye’den Fulya’ya içten içe soğuk rüzgarların estiği bir haftayı uğurluyoruz:

1.

Ayşe Uluçay – Martch Art Project

Ben Bir Başkasıdır, 2024

Tuval üzeri yağlı boya

2.

Merve Öztemel – Frank Art Studio

Untitled, 2024

Silikon, 3D baskı, epoksi, poliüretan reçine çerçeve

3.

 

Büşra Çeğil – Kun Art Space

Kayıp Zamanın İzinde / Kültürel İklim, 2024

Seramik modelleme ve fine art Baskı

4.

Can Akgümüş – Kairos Gallery

Family Portrait, 2024

Arşivsel pigment baskı

5.

Leyla Emadi – Beral Madra

Stop, 2014

Profil demir, LED

 

6.

Seldem Kargı, C.A.M. Gallery

İsimsiz, 2024

Kağıt hamuru üzerine akrilik

 

7.

Gamze Taşdan, Bozlu Art Project

Seri, 2024

Kağıt üzerine akrilik

 

8.

Elçin Acun, Koli Art Space

Vurgun, 2024

Siyanotip baskı

 

9.

Server Demirtaş, Briflyart

“Game On Table”, 2024

Silikon, motor, mekanik sistemler

10.

Ekin Kano, Arton İstanbul

Oyuğun Derinliği, 2023

Linol baskı

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 10:15:50