Bazı insanların yanında kendiliğinden iyi hissedersin. Sözünü ettiğim bu ortak alan sıcak bir gülümseme ya da aynı şeyi düşündüğünü sadece göz göze gelerek bildiğin bir anın ötesindedir.
Gülçin Aksoy varlığıyla etrafındaki insanları rahatlatan ve birleştiren bir auraya sahipti ve bunun için fazladan bir şey yapmasına gerek yoktu. Bu onun varoluşsal bir hali kadar doğaldı. Sergi yapmanın ABC’sini öğrendiğim ve henüz 20’li yaşlarımın başında olduğum 2009 senesinde Hafriyat’ın koordinatörü olarak çalışıyorum. Gelecek serginin hazırlıkları yakında başlayacaktı ancak beni kaygılandıran bir konu vardı. Bu bildiğim sergilere benzemiyordu. Durağan değil değişken bir sergi olacağını duymuştum, peki nasıl olacaktı bu?
Karnımdan yayılan merakla karışık endişe duygusuna hakim olamıyordum. Sanatçılarla tanışacağım o büyük gün geldiğinde Gülçin Aksoy, Hafriyat’tan içeri girdi. Sergi alanına koltuk gibi mobilyalar getirmişlerdi. Sergiyi bir film seti gibi hayal ettiklerini o zaman anladım. Sanatçıların 15 gün süreyle mekânda yaşayarak her an değişen ve güncellenen bir sergi alanı oluşturacakları, pek de alışılagelmiş bir sergi olmayacaktı. “Tatbikat” sergisi ekibinde Gülçin’le birlikte Gözde İlkin, Elif Öner, Serdar Yılmaz, Nadide Argun, Aslı Dinç ve Yasemin Nur Toksoy da vardı.
Sergi alanını kendi evleri beni de kız kardeşleri gibi görüp sergiyi sahiden akan süreçle kuracaklarını aklımdan bile geçiremezdim. Sevgili Gülçin, dün akşam Karlsruhe Sanat Akademisi’nde ZKM Medya Sanatları Müzesi direktörü, küratör Alistair Hudson’ın konuşmasını dinledim. Kısa zaman önce devraldığı bu sanat kurumunda yapacağı değişiklikleri anlatırken statik sergilerin modernizm geleneğinin bir parçası olduğundan, sanat ve sanat olmayanın ayrımının inşa edilmiş bir ayrım olduğundan bahsetti. Yaşayan ve değişken sergiler yapacağından statik sergilerle ilgilenmediğinin altını çizdi.
Tatbikat serginizi ve seni düşündüm. 2009 senesinde bu serginin ne kadar zamanının ötesinde olduğunu düşündüm. Seninle sekiz sene sonra yollarımız Berlin’de yeniden kesiştiğinde yaptığımız söyleşide yeni işlerinden bahsederken bile insan ilişkilerine değinip, benimle sohbetini anıyordun: Hatta seninle karşılaşmamız ve bir saat diyerek başladığımız, geceye kadar uzayan sohbetimiz de sürecin parçası oldu. Ortak konu elbette İstanbul ve memleket manzarasıydı.
Sanatta diyalog, iş birliği ve paylaşımın önemini konuşmamız gerek yoktu, çünkü bunu pratiğinle var ediyordun. 2017’de Sanatatak’ta yayınlanan İstanbul Hüznü, Berlin Sonbaharı ve Samsun Fotoğrafı başlıklı söyleşimizde, Samsun’da gerçekleştirdiğin Kurtuluş Yolu (2014) fotoğraf-çizim ve kolaj çalışmasından bahsederken Donmuş bir tarihin donmamaya çalışan yüzüydüm bir kadın olarak demiştin. Donmuş tarihlerde donmama mücadelesinde olanlara verdiğin ilhamla ve çalışmalarınla Türkiye güncel sanat tarihinde ve en önemlisi kalp ve zihnimizde bıraktığın izlerle seni dondurmayacağız Gülçin.