A password will be e-mailed to you.

Sanatçı Can Altay’ın, Creative Time Reports’ta yer alan ve Gezi Parkı’na ilişkin, park boşaltılmadan önce yaptığı gözlemleri içeren yazıyı Hale Eryılmaz’ın çevirisiyle paylaşıyoruz.

İşte Geldik: Gezi Parkı’nda Kamusal Mekan Hayali

Son iki hafta içerisinde, İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin pek çok şehri geniş çaplı bir ayaklanmaya tanıklık etti. Bu direnişin esas mahalli ve sıçrama noktası, Taksim Meydanı’nın bitişiğindeki Gezi Parkı oldu. Gezi Parkı, aynı zamanda hem direnişin hem de ülkedeki herhangi bir siyasi grup ya da söylemde karşılığı bulunmayan bir kentsel politika ortaya koyan ütopik bir kamusal mekanın sembolü haline geldi.

Arka Plan:  İnşa Zamanı (Yine, Yeniden)

Başbakan Tayyip Erdoğan ve partisi AKP tarafından uygulamaya konulan bir dizi sert yeniden dönüşüm planı, İstanbul’un periferisinde başladı. Hem coğrafi hem de toplumsal anlamdaki bu periferi, şehrin kenar mahallelerini içerdiği gibi şehrin en merkezinde yer alan Sulukule’deki Roman topluluğu gibi toplumsal açıdan kıyıda kalmışların yaşadığı semtleri de içerir. Zorunlu tahliyeler ve yenilerine yol açmak üzere eski evlerin yıkımıyla hükümetin planları kendini göstermiş oldu. Yeni evler eski kullanıcılara uygun değildi elbette. Ya da neoliberalizm diliyle söylersek, eski kullanıcılar bu evlere uygun değildi. Her iki durumda da yeni apartmanların daha zengin bir kesim için inşa edildiği ve düşük gelirli insanları daha da periferiye ittiği aşikardı.

Toplu Konut İdaresi (TOKİ), AKP hükümetinin kontrolünde, Başbakanlık Ofisinin bir organına dönüştü ve onun yaygın yeniden inşa gündemini benimsedi. (Bu arada, TOKİ’nin eski başkanının, şu anda Çevre ve Şehircilik Bakanı olması, yenileştirme  (dönüştürme) sürecini daha da merkezileştiriyor.) Erdoğan’ın güdümünde TOKİ, ucuz ev edindirme ideallerinden uzaklaşıp inşaat endüstrisinin neoliberal motoru rolünü benimsedi. Buna uygun olarak ele geçirilip dönüştürülecek değerli alan arayışı, İstanbul’un kenar mahallelerinde, şehrin merkezinde ve ülke genelinde devam etti.

Tetikleyen:  Kamusal Mekana yönelen Polis Şiddeti

Direnişin başlangıcını hatırlamak önemli. Meşhur Gezi Parkı’nın da içinde bulunduğu Taksim Meydanı yenileştirme sahasındaki birkaç ağacı savunmaya çalışan küçük bir protestocu grup polisin ağır saldırısına maruz kaldı. Kamera görüntülerinin de açıkça gösterdiği gibi polis, hoşnutsuzluğunu ifade etmek isteyen vatandaşları korumak yerine, taşeron firmayı ve onun buldozerlerini savundu. 

Bu esnada Başbakan, Gezi Parkı ile ilgili kararını bir kez daha beyan etti. Egemen ideolojinin mükemmel bir portresi inşa edilecekti: sahte bir tarihi simge kılığına bürünmüş para makinesi. Evet, yetkililer “yararsız” –yani gelir getirmeyen– bir parça yeşilliği, Osmanlı dönemindeki askeri bir kışlayı andıracak bir alışveriş merkezine (ya da lüks bir rezidansa ya da bir otele) dönüştürmek üzere yol yapıyorlardı.

Ağaçları korumak isteyen bir avuç eylemciye yönelen polis şiddeti, mücadeleye dâhil olan protestocu sayısının katlanmasına neden oldu.  Parkta ve sokaklarda insan sayısının artması da polisin aşırı şiddet kullanımını körükledi. Böylece olaylar acil durum arz eden bir hal aldı. Hükümetin, “Biz sizin için en iyisini biliriz” tarzı her zamanki ataerkil söylemleri de bir işe yaramadı. Erdoğan’ın katı müdahalesi ve dinmeyen polis barbarlığı sayesinde hoşnutsuzluk İstanbul sınırlarını aştı; İzmir ve memleketim Ankara gibi şehirlerde protestolara dönüştü ve artık tek sorun Gezi Parkı da değildi.

Eleştirel Mizah ve Sosyal Medya

Mizah dergileri, yıllar boyu ve özellikle AKP iktidarında, açık siyasi eleştiri için tek çıkış yolu olma özelliği taşıdılar. Haklarında açılan pek çok davaya ve aldıkları tehditlere rağmen Gırgır, Limon ve Leman gibi karikatür dergilerinin geleneğini sürdüren Uykusuz ve Penguen dergileri, geniş okuyucu kitlelerine ana-akım medyanın bulaşmaya cüret edemediği konularda haber sunmaya, yozlaşmış politikacılar ve onların adaletsiz politikalarıyla dalga geçmeye devam ettiler. Bu direnişe damga vuran mizah anlayışı, bana göre, büyük oranda bu mizah dergiciliğinden beslendi.

Gerek iletişim, gerekse belli bir ruhun ortaya konmasına aracı olması bakımından sosyal medyanın direnişteki rolü inkâr edilemez. Başbakanın, Twitter “toplumu tehdit ediyor” demesi boşa değil. Gerçekte, alternatif medya –mizah dergileri ve sosyal medya– ana-akım haber kanallarının oluşturmaya çalıştığından farklı olarak; meseleye kenetlenmiş, eleştirel bir topluluğu bir araya getiriyor. Direnişin en sıcak saatlerinde CNN Türk’ün penguenlerle ilgili bir belgeseli yayınlamayı tercih etmesi buradaki ana-akım medyanın tavrına iyi bir örnekti. Sansürü hedefleyen bu tür saçma girişimler, mizah cephesinden hak ettikleri karşılığı almakta gecikmedi. Gaz maskeli penguen imgesi, tüm tezahürleriyle iktidarı hicveden karikatürler silsilesinde yerini aldı. İnternette yayılan esprili mesajlar ve karikatürler, gerek çevrimiçi, gerekse çevrimdışı direnişe melez bir kamusal mekan oluşturmak için sokaktaki muhalif sloganlarla birleşti.

Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak

Kamusal mekan sınırlarla doludur.  Polisten şöyle demesi istendi: “Bu mekanın nasıl oluşturulacağı konusunda size laf düşmez.” Ama protestocular bunun tam aksini kanıtladı. Bir sınır aşıldı; bu kesin. Kimisi buna “korku bariyeri” diyor. Gezi Parkı’ndaki topluluk, çok farklı gruplardan ve yönelimlerden oluşuyor. Kendilerini belirli bir siyasi duruşla tanımlayanlar olduğu gibi yeşil alanla bağlantıları ya da genel gidişattan hoşnutsuzlukları hariç böyle tanımlamayanlar da var. Hepsi oradaydı. Hepimiz oradaydık: Önce parktaydık, polisin bizi parktan atmasının ardından sokaklarda ve şimdi yine parkta ve Taksim Meydanı’nın her yerinde. Bu hazır bulunmanın, orada olmanın, sözünüze sahip çıkmanın gücü.

Taksim hepimizin!  Taksim kamusal mekanı hepimize ait; sadece içimizden birilerine değil. Kamusal mekan artık eril bir mekan olmamalı. Kadınların ve her gün şiddete maruz kalan LGBT üyelerinin kamusal mekandaki varlığına giderek daha az tahammül gösteriliyor. Başbakanın anneliği kutsayan demeçlerinde de  (annelerden en az üç çocuk istemesi) kendini gösteren sosyal mühendislik iştahı bu ayrımcılığa koltuk çıkıyor. Ancak Gezi’de kadınların ve queer insanların varlığı kamusal mekanı belki de hiç olmadığı kadar kamusal kılıyor.

Bize dayatılan sınırlar artık aşıldı; kamusal mekanı gerçek anlamıyla kamuya ait kılabilecek tek gücün halkta olduğunu herkes anladı. Her ne kadar erzak sıkıntısı, yağmur ya da kötü bir şeylerin olabileceği endişesi bu havayı arada kırsa da bu farkındalık, parka dayanışma ve neşe getirdi. Şu an parkın yeni ağaçları, polisin kullandığı biber gazına hürmeten yetiştirilen biberleri ve sebzeleriyle güzel bir bahçesi var. Parkta açık bir kütüphanemiz, herkesin katılabileceği derslerimiz ve söyleşi forumlarımız var. Parkın dışında her şey parayla olabilir ama içeride para geçmiyor; yiyecek ve ilacı halk için halk sağlıyor. Park açık bir kitap gibi; metinler, alıntılar taşıyor. Herkes için bir öğrenme deneyimi bu.

Bu haliyle Gezi Parkı, anarşist yazar Hakim Bey’in, yöneticilerin olmadığı bir mekan idealiyle geliştirdiği  “Geçici Özerk Bölgeler” mefhumunu hatırlatıyor. Park şu an bir çadır köy; üyelerinin bilgi üretme ve paylaşmaya özen gösterdiği, sürdürülebilirlik kaygısı taşıyan doğaçlama bir komün.

Sonuçta Bana da Oldu

Olayların ortaya çıkardığı potansiyel, daha önce hiç tanıklık etmediğim bir seferberliğe yol açtı. “Halk” sözcüğünün, insanları yıllardır ayrı tutan kategorilerin ötesinde bir anlamı beliriverdi gözümde.

Sadece Türkiye için değil; tüm dünya için de mizah ile kamusal mekanın yeniden keşfi, bu direnişten alınabilecek iyi iki ders olarak ortaya çıktı. Bu olayların sanat teşkil ettiğini iddia etmiyorum; eylemciliği sanat ya da sanatı eylemcilik olarak görme eğiliminde de değilim. Bununla birlikte, olup bitenler kesinlikle sanat kategorisinde ele alınabilecek eylemlerdi. Sanatçılar, modeller alır, modeller üretir, mevcut durum üstüne kafa yorar ve dünya hakkında nasıl farklı düşünülebileceği, dünyanın nasıl farklı görülebileceğiyle ilgili ihtimaller sunarlar. Gezi’de ve ötesinde olanlar, bize içinde yaşadığımız sınırları yeniden düşündürdü, sorgulattı ve bizi, daha farklı nasıl olabileceğini hayale etmeye sevk etti.

Şu son iki haftada, herhalde ömrümde hiç gülmediğim kadar çok güldüm; tabi biraz da ağladım. Bu espri patlamasının ve kamusal mekanı yeniden kurgulama olasılıklarının yıllar yılı mizahtan, edebiyattan, sanattan, sinemadan ve müzikten beslendiğinde inanıyorum. Nihayet ayırtına vardım:  Hayal gücü yavaş yavaş genişliyor ve bir anda çarpıyor.

Son Not

Herkes bundan sonra ne olacağını, bütün bunların neye yol açacağını soruyor. Bir yanıtım yok. Her şey günlük değişiyor. Protestocular ile Erdoğan arasındaki görüşmelerden ne çıkacağını yakında göreceğiz. Ama Türkiye halkının daha farklısını hayal etme ve yeni baştan yaratma konusunda ivme kazandığını akılda tutmak önemli. Mizah, yaratıcılık ve eleştiri ruhu gerek periferide, gerekse merkezde farklı ağlar üzerinden sürmeli. Sonuçta, hiyerarşi dağılmaya devam edecek ve nihayet bu ülkenin, bu siyasi sistemin “sakinleri”, durmaksızın, beraberce yaşamlarının nasıl şekilleneceği konusunda söz söyleme haklarına sahip oldukları bir iktidarı talep edecekler.

 

Çeviri: Hale Eryılmaz

Bu metin, ilk olarak, 14 Haziran 2013 tarihinde Creative Time Reports’ta yer almıştır. Özgün metnine aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz:

http://creativetimereports.org/2013/06/14/here-we-are-the-imagination-of-public-space-in-gezi-park/

Fotoğraf: Can Altay (İstanbul, 2013)

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 15:22:05