Geçtiğimiz Nisan ayında 43’üncü kez düzenlenen Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde izleme imkânı bulmuştum “Keyke Mahboobe Man” (My Favourite Cake – En Sevdiğim Pastam) filmini.
Berlin Film Festivali’nde Ekümenik Jüri Ödülü ve FIPRESCI Ödülü’ne layık görülen “En Sevdiğim Pastam”, İran’lı yönetmenler Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha’nın, “Beyaz İneğin Türküsü”nün ardından çektikleri ikinci uzun metrajlı filmleri.
Yetmiş yaşındaki Mahin (Lili Farhadpour), kocası öldüğünden, kızı da Avrupa’ya gittiğinden beri Tahran’da tek başına yaşamaktadır. Bir öğleden sonra dışarıya çıkınca yalnızlık rutini kırılır ve aşk hayatı yeniden canlanır. Mahin, yemek yemek için girdiği bir lokantada yan masada gördüğü ve kendi yaşlarında olan bir adamın peşinden gider. Adam taksicidir ve Mahin, onun taksisine biner. Mahin ve Faramarz’ın (Esmail Mehrabi) bu karşılaşmaları unutulmayacak bir gecenin yaşanmasına vesile olur.
“İkinci Bahar Yaşıyor Ömrüm”
-Çok yaşlı hissediyorum.
+Daha yapacağımız çok şey var
“En Sevdiğim Pastam” yaşlı iki insanın birbirlerine şefkatle sokuldukları, samimi ve yer yer komik de olan bir film. Bir Avrupa ya da Amerika filmi için kulağa gayet sıradan gelebilecek hikâyesi, söz konusu İran sineması olunca dikkat çekiyor haliyle.
(Esmail Mehrabi – Lili Farhadpour)
Rejimin ve sansürün yaşam şekli, özellikle kadınlar üzerindeki baskısı malum; İran’da kamuya açık alanlarda başörtüsü takmayı reddetmenin para ve hapis cezası var. Film de politik tavrını ortaya koymaktan çekinmiyor. Mesela bu sahnelerin birinde Mahin, bir parktan geçerken ahlak polisinin genç bir kadını başörtüsünü düzgün takmadığı için tutuklamasına şahit olur ve “Sadece birkaç saç teli göründüğü için mi öldüreceksin?” benzeri bir cümleyle tepkisini gösterir, kızı kurtarmaya çalışır. 2022 yılında İranlı Kürt genç kadın Mahsa Amini de saçlarını tam olarak örtmediği için gözaltına alınmış ve polis nezaretinde öldürülmüştü.
Filmin yönetmenlerinden biri olan Behtash Sanaeeha, bir söyleşide “Son 45 yıldır İran sineması, İranlı kadınları evlerinin içinde, uyurken ve yatakta uyandıklarında başörtülü olarak göstermek zorunda kaldı.” diyor ve ekliyor: “Bu bir yalan. İranlı kadınların gerçekte nasıl yaşadığını göstermek istiyoruz.”
(Lili Farhadpour)
Mahin, İran rejim gerçeğinden muaf değil elbette ama buna boyun eğmiş bir kadın da değil; arkadaşlarıyla bir araya geldikleri zaman yapmış oldukları ve her şeyden bahsedebildikleri sohbetlerle; eğlenmeye, sevmeye, sevilmeye açık, paylaşımcı ve sıcak kişiliği ile hayata tutunmaya çabalayan “özgür” bir kadın. Hakların ve kazanımların alabildiğine kısıtlanmış olduğu bir ülkede arzularını gerçekleştirmeye hevesli, 70’inde yeniden âşık olmanın eşiğinde, üstelik “dul” bir kadın!
İran sineması açısından baktığımızda bir tabuyu yerle bir eden film, bu bağlamda ele alındığında sanki sansürün çerçevesini de aşan bir yapı sergiliyor gibi durabilir ama madalyonun öbür yüzü öyle değil. İran’da tamamen gizli çekilen ve gösterimi de yasak olan bir yapımdan bahsediyoruz.
Böylesi baskı altında ve Amini’nin öldürülmesiyle başlayan gösteriler sırasında İran sokaklarında çekilmiş olan o sahneleri şimdi yeniden hatırladığımda, ekibin çok büyük bir riske girdiğini ama bunu başarıyla kotardığını söylemem mümkün. Muhtemelen gerilla usulü çekildiği için, pek tabii ki aceleye getirilmiş ya da “özensiz” gelebilecek kadrajlarının olması mümkündü; ancak aksine, gayet temiz ve sorunsuz çekilmiş bir görüntü yönetimine sahip.
Yönetmenlere Yurt Dışına Çıkış Yasağı!
Berlin Film Festivali’nin de en çok konuşulan filmlerinden biriydi “My Favourite Cake – En Sevdiğim Pastam” Çünkü yönetmenleri, Altın Ayı için yarışan filmlerinin Berlin’deki prömiyerine cezai suçlamalar ve seyahat yasağının konması gerekçesiyle katılamadılar. Filmin aktörleri Esmail Mehrabi ve Lily Farhadpour da yönetmenler Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha‘nın olduğu bir fotoğrafla festivalde yer
aldı.
(Esmail Mehrabi ve Lily Farhadpour – Fotoğraf: Soeren Stache/dpa)
Söyle, ne var dünyada şaraptan hoş?
O acıya tatlılar feda olsun.
Ömer Hayyam
‘An’ın Tadını Çıkarma, Eğlence ve Trajedi
Mahin’in, Faramarz’ın taksisine bindiği andan itibaren başlayan ve Mahin’in evinde devam eden arkadaşlıkları şarap, sohbet, dans eşliğinde geçerken her ikisi de bu gecenin belki hayatlarında bir ilk ve aynı şekilde bir son olabileceğinin farkındaydı. Farkındaydılar ve kendilerini ‘an’ın tadını çıkarmaya bıraktılar. Mahin pasta yapmaya girişerek geceyi daha da tatlandırmak niyetindeyken; seyirci de kesintisiz, uzun planlarla -sürpriz bir finale doğru yol aldığının farkında olmadan- “an”ın tadını çıkartıyordu.
“En Sevdiğim Pastam”, hem çok eğlendiren hem de -tahmin edilebilir olsa da- finaliyle sarsıp, üzen; kadına ve özgürlüğe dair dokunaklı bir film. Zihnimde mutlu bir çiftin flu fotoğrafı, yenmemiş bir pasta ve gözümde yaşlarla salondan ayrılmıştım. Basit bir konu, olanca sadeliği ve sıcaklığıyla mest etmişti.
Maryam Moghaddam’ın sözleriyle bitirelim:
“Bu, yaşam, ölüm, aşk, yaşlanma ve yalnızlık hakkında bir film.”