Abbas Kiyarüstemi’nin sinemasında genellikle olduğu gibi, gerçek sinema kameralar çekimi durdurduktan sonra başlar. Ya da gerçekten öyle midir? Beyrutlu yönetmen Akram Zaatari’nin bu hafta vefat eden sinemacı ile yaptığı röportajı yayımlıyoruz.
Abbas Kiyarüstemi’nin sinemasında genellikle olduğu gibi, gerçek sinema kameralar çekimi durdurduktan sonra başlar. Ya da gerçekten öyle midir? Beyrutlu yönetmen Akram Zaatari’nin bu hafta vefat eden sinemacı ile yaptığı röportajı yayımlıyoruz.
Çok az diyaloğun olduğu, profesyonel olmayan oyuncularla ve pratikte hiçbir yazılı metin olmadan çektiği filmlerle Abbas Kiyarüstemi mütevazı insanların karmaşık, iç içe geçmiş katmanlı hayatlar yaşadığı masum bir dünya yarattı. Kiyarüstemi belgesel ve kurguyu akıcı bir biçimde birleştirirken “gerçeği” sinema aracılığıyla ortaya çıkarmak konusundaki başarısızlığını kabul eder. Ama onun arayışı onu bir filmden diğerine sürükler. Tahran’da doğan ve büyüyen Kiyarüstemi 1970’lerin başında film çekmeye başladı ve Çocuk ve Gençlerin Entelektüel Gelişimi Merkezi’nin film bölümünü kurdu. Yapıtı yerel olanın öznelliğinin sınırlarını aşarken, Zeytin Ağaçları Altında daha önce iki filmini daha çektiği Arkadaşımın Evi Nerede? (1987) ve Ve Yaşam Sürüyor (1989) İran kırsalı Köker’e olan duygusal bağlılığının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Hikayelerin birbirinin içinde serimlendiği girift bir yapboz olan filmlerinin her biri, bir önceki filmde söylenen yalanları açığa çıkarır, ama aynı zamanda yeni yalanlar üretir. Ve Yaşam Sürüyor, Arkadaşımın Evi Nerede?’nin çekildiği mekanları yeniden ziyaret eder ve onun kahramlarının yarattıkları film dışında kendilerine ait bir hayatları olduğunu gösterir. Dolayısıyla Zeytin Ağaçları Altında da aynı biçimde Ve Yaşam Sürüyor’un nasıl yapıldığı hakkındadır. Zeytin Ağaçları’nda Kiyarüstemi Ve Yaşam Sürüyor’dan alınmış bir sahne gösterir. Bu sahnede evli bir çifti oynayan Hüseyin ve Tahire kamera arkasında tartışmaktadırlar. Bu görüntülerden sonra, Hüseyin rolüne filmin prodüksiyon asistanı olarak geri döner ve film ekibine çay yapar. Kamera set boyunca sürekli olarak onun çay tepsisini takip eder ve en sonunda bir merdivende durur, burada Hüseyin son bardak çayın yanına bir çiçek koyarak Tahire’ye sunar. Tahire buna susarak yanıt verir. Tıpkı Abbas Kiyarüstemi’nin sinemasında genellikle olduğu gibi, gerçek sinema kameralar çekimi durdurduktan sonra başlar. Ya da gerçekten öyle midir?
Akram Zaatari: Sizin film ve yalan üzerine düşünceleriniz hakkında daha çok şey öğrenmek isterim. Bir adamın sinemaya olan tutkusu hakkında uydurduğu yalanların sonunda kendi filmini çektiği Yakın Plan ile başlayalım. Yakın Plan’ın benim için en güçlü yönlerinden birisi sinema ve hayatı birleştiriyor olması olgusunda yatar. Öte yandan Zeytin Ağaçları Altında bir filmin yapım süreci olarak kendisini açıkça ortaya koyar. İkinci yaklaşımda farklı olan nedir?
Abbas Kiyarüstemi: Bizim eserimiz günlük hayatın koşuşturması içinde oluşmuş bir yalanla başlar. Bir film yaparken başka yerlerden, başka çevrelerden unsurlar getirirsiniz ve onları aslında var olmayan bir birlik içinde biraraya getirirsiniz. Bu birliğe öykünürsünüz. Taklit edersiniz. Birini kocanız ya da oğlunuz diye adlandırırsınız. Bizzat benim oğlum ikinci film’de, Ve Yaşam Sürüyor’da, bu iki insanın evli olduğuna dair ipuçları verdiği için beni eleştirdi. Filmin sonunda izleyiciyi buna inanmaya yönlendirmiştim. Zeytin Ağaçları Altında’da onların aslında evli olmadıkları fikriyle döndüm izleyicinin karşısına. Aslında yalnızca oğlan kızdan gerçekten çok hoşlanıyordu. Bir sonraki filmimde, gerçeğin bir başka katmanını, oğlanın aslında kız için o kadar da deliye dönmediğini göstereceğim. Dolayısıyla, benim oğlum insanlara yalan söylemeyi sürdürdüğüm, değişmeye devam ettiğim için beni eleştiriyor. Bir sonraki filmde gerçek aşık, oğlanı gerçekten seven kişi kız olacak. Oğlum eğer bu yalanın farklı yönlerini analiz edecek olursak, belki doğruya ulaşabileceğimizi düşündü sonunda. Sinemada olabilecek herşey doğrudur. Bir gerçekliğe denk düşmesi gerekmez, “gerçekten” olması gerekmez. Sinemada yalanlar üreterek belki de temel hakikate asla ulaşamayacağız, ama daima ona doğru giden yolda olacağız. Yalanın içinden geçmeden hakikate asla yaklaşamayız.
AZ- Şu anda aslında bir üçleme olarak tasarlanmış bir film dizisinin dördüncü filmi üzerine çalışıyorsunuz. Birkaç filme doğru açımlanacak bir film yaratma fikri kendini sonsuza kadar tekrarlayabilir. Bununla nereye varacaksınız? Bu sadece bir başka film daha yapmak için bir motivasyon mu?
AK- Bu seriler diri oldukları ve enerjilerini korudukları sürece, ben tükenene dek bu şekilde devam edeceğim. Çekmeye söz verdiğim başka senaryolar var elimde ama bir filmi bitirdiğimde o filmin unsurlarıyla olan duygusal bağım devam ediyor. Dolayısıyla bu benim açımdan bir eşik haline geliyor, aynı hikayeye geri dönmek ve bir film daha yapmak böylece bu hikayeyi kendi sistemimin dışına çıkarabileceğimi düşünüyorum. Bu üçlemenin ilk filmini, Arkadaşımın Evi Nerede?, çekerken, o özel çevre ile ilgili olarak bugün hissettiğim netliği ve mahremiyeti asla hissetmedim. Geri döndüğümde bana yeni bir çevre, yeni insanlar, taze konular sunuyordu ama asla aynı enerjiye sahip olmuyordu. Bugün anlıyorum ki bu filmin oyuncularıyla çok daha derin ve girift bağlar kurmuşum.
AZ- Bunu Zeytin Ağaçları Altında’nın hikayesine nasıl bağlayacaksınız?
AK- Ve Yaşam Sürüyor’da ana karakter Hüseyin’in Tahire’ye vurulduğu dört dakikalık bir sahne var. Aynı kız Zeytin Ağaçları Altında da var. Bu kızın Hüseyin’e karşılık vermemesi bana çok ilginç geldi çünkü hep köy topluluklarında ilişkilerin hep daha eşitlikçi oldukları izlenimini edinmiştim. Köylerde insanların şehirlerde yaptıkları türden seçimlere rastlamazsınız. Ama kız “Sen benim için yeteri kadar iyi değilsin” dedi. Bu çok ilginçti, böyle bir şeyin bir köy çevresinde var olabilmesi çok ilginçti.
AZ- Hikaye bu noktadan sonra nasıl gelişecek? 15 sayfalık bir açılımla başladığınızı işittim. Bu 15 sayfa ile film arasında neler değişti?
AK- Film formatında bir film yapmaktan gerçekten kaçınıyorum ama bunun dışında bir şey yapmak elimden gelmiyor. Dolayısıyla, biraraya getirdiğim 15 sayfalık açılımı izledim ve bu filmin temelini oluşturdu. Ben o 15 sayfayı oyuncu kadrosunu ve film ekibini cesaretlendirmek için yazdım böylece çalışmalarını bir şey üzerine temellendirebileceklerdi. Ama ben söz konusu olduğumda, benim beş sayfalık bir metinle yetinmem gerekirdi, gerekiyor. Öyküsel bir temel için bu kadarı fazlasıyla yeterli. Eğer film öncesinde iyi birşeyler yazarsanız, bir sabitleme ve bir tür bağlılık yaratırsınız ki bu sizin yeni fikirler üretme ve doğaçlama yapma özgürlüğünüzü sınırlandırabilir. Ben böylesi bir özgürlüğü film çekimi zamanına saklıyorum. Bir senaryo yazdığınızda ve onun kelimesi kelimesine bir film haline dönüştürdüğünüzde sizi dışarı çıkmak ve o senaryoyu film haline getirmek için motive eden şey ne olacak?
AZ- Zeytin Ağaçları’ndaki diyaloğu kendinizin yazdığını söylediniz, ama aslında diyalog filmdeki oyuncuların ve oyuncu olmayan amatörlerin. Bu konu hakkında ne söylersiniz?
AK- Onlara genel konuyu bir önceki gece vermiştim. Ve herhangi bir metnin önceden etkisi altına girmemeleri için akıllarını iyice boşaltıp temizlesinler diye onlarla iletişim içine girdim. Bu yolla sete taze bir kafayla geldiler. Ertesi gün çekimden önce prova yaparken, diyalog üzerine onlarla birlikte bütünüyle farklı bir bakış açısıyla çalıştım. Ardından, çekime başlamadan bir an önce, onlara bir oyun oynadım. Dedim ki “ Az önce tartıştığımız şeyleri unutun, hadi dün akşam tartıştıklarımıza geri dönelim”. Bu tekniğin avantajı şudur ki oyuncular ezberledikleri sözcükleri kullanabilme şansına sahip olamazlar. Konuyu, fikri bilirler ama bir cümle kurabilmek için yeni yollar bulmak zorundadırlar. Bunu yaparken, herkesin yaşayacağı tedirginlikleri yaşarlar. Dolayısıyla çekimler sırasında onlara basitçe genel konuyu hatırlatırım. Tıpkı bir bilgisayar gibi: Onların kafalarını boşaltmak istiyorsan, onları programlarsın ve ardından hemen geribildirimini alırsın.
AZ- Hem Zeytin Ağaçlarının Altında’ki Hüseyin hem de Yakın Plan’daki Sabzian hayatlarında başarısız olmuş adamlardır. Hüseyin Tahire’yle evlenmek istemiş ama Tahire onu bir evi olmadığı için reddetmiştir. Sabzian evini ve eşini kaybetmiştir. Bununla birlikte, her ikisi de gerçekliği çarpıtarak rüyalarını gerçekleştirmeyi başarabilmişlerdir: Hüseyin Zeytin Ağaçları’nda yapımı gösterilen filmde Tahire’nin kocasını canlandırdı. Sabzian bir yalan söylemiş ve bir süre istediği biçimde, bir müdür olarak yaşadı. Erkek karakterleriniz çok mütavazı. Başka bir katmanda çalışan ve herkesin sorunlarını çözen film yapımcısı karakterler dışında tabii. Sizin film yapımcısına toplumda atfettiğiniz rol hakkında daha çok şey bilmek isterim.
AK- Yönetmene verdiğim güç konusunda beni yanlış anlamış olabilme nedeninizi görebiliyorum. Her iki filmde de yönetmenler gerçekten de arkaplan karakterlerdi. Arkaplanda varolan gerçek karakterler. Dolayısıyla arkaplan sadece bir araç. Yönetmen karakterlerini diğer karakterleri önplana çıkarabilmek amacı ile kullanıyorum. Bir yönetmen karakteri biraz dayanıklılık ve güç göstermeli, çevresini biraz denetleyebilmeli. Onların daha güçlü karakterler olarak algılanması sadece çok doğal.
AZ- Zeytin Ağaçları’nda üç tane güçlü kadın karakteri vardı: Hüseyin’le evlenmeyi reddeden Tahire, inatçı büyükanne ve yönetmen yardımcısı Mrs. Shiva. Ama bu karakterler, tıpkı diğer filmlerinizdeki gibi kadın karakterler gibi, şeffaf ve keşfedilmemiş olarak kalırlar. Bunu bilerek mi yapıyorsunuz?
AK- İran filmlerinde kadın karakterler geleneksel olarak iki kategoride canlandırılır: anneler ya da metresler olarak. Ben bu kategorilerin her ikisini de karakter olarak kullanmak istemiyorum. Bunlar insani boyuttan yoksunlar. Pek çok Batılı film de aynı hatalardan muzdarip. Kadınlara kozmetik karakterleri muamelesi yapılıyor, yalnızca gişe satışlarını arttırmak için… İran filmlerinde bunun dışında iki kadın karakter türü daha var. Birincisi çok açıkgöz oldukları için benim bir türlü ilişki kuramadığım kadın kahraman tipi. İkincisi gene ilişki kuramadığım kurban karakteri. Bu dört kategori dışında ele alınacak pek de bir şey kalmıyor. İstisnai kadın karakterler var, ama ben istisnalar hakkında filmler yapmıyorum. Ben normal kadınlarla ilgili işler yapmak istiyorum ve onların sayısı çok az. Kadınlığı sorunsallaştırılmamış bu tür kadın karakterlerle çalışmak istiyorum, ama onları bulamıyorum. Filmleri İran’da çok popüler olan bir İtalyan oyuncu var, Lando Bozanco. Onun karakterleri aynı anda hem maço hem de naif. İran filmlerinde bu erkek karakterine benzeyen bir sürü kadın var. Bunlar kadınlıklarıyla çok fazla ilgililer ya da kadınlıklarının çok fazla farkındalar ve birbiçimde bunun cakasını satıyorlar.
AZ- Ve sizin erkek karakterleriniz bunun tam tersi.
AK- Onlar yalnızca normal insanlar. Cinsiyetleri bir sorun teşkil etmiyor.
AZ- Filmlerinizde kendi özgün deneyimlerinize dayanıyorsunuz, ailenin içinde gerçekleşmiş olan olaylardan ya da toplumda gözlemlemiş olduğunuz şeylerden yola çıkıyorsunuz. Kültürünüzün dışında kalan insanların filmleriniz içinde neleri anlamayacağını düşünüyorsunuz?
AK- Normalde en ortak deneyimler üzerinden hareket ediyorum ki her türlü izleyici onlarla bağ kurabilsin. Bana benimle özellikle kişisel olarak ilgisi olduğunu ve diğer izleyicelerin görüşüne kapalı olduğunu düşündüğün bir şey hakkında ipucu verebilir misin?
AZ- Örneğin sadece belli izleyicilerin anlayacağı ya da anlayamayacağı bir mizah anlayışınız var mı?
AK- İzleyicilerin farklı beklentileri var ve onları yaşadıkları bölgeye göre kategorize etmek doğru olmayacaktır. Film ile izleyici arasında benim müdahele edemeyeceğim bir ilişki var. Filmler ve izleyicilerin ona tepki verme biçimleri izleyicilerin akılları ile ilgili olmalı, bunlar birinin ayakkabı numarasını ölçtüğümüz gibi ölçebileceğimiz şeyler değil.
AZ- İran’daki yerel topluluklarla çok fazla çalışmış olduğunuzdan, hiç yaşamamış olduğunuz başka toplumlarda çalışabileceğinizi düşünüyor musunuz?
AK- Zeytin Ağaçları Altında ve Yakın Plan’ın neresi İranlı? Zeytin Ağaçları’nda Hüseyin ile Tahire arasındaki ilişkide aşırı İranlı olan hiçbirşey yok. Aynı şey Sabzian için de, onun ailesiyle kurduğu ilişki içinde de geçerli. Gerçekte İranlı filmler değiller. Ben filmlerimi insan ve onun evrensenliği hakkında yaparım. Bu anlamda kendimi özel bir bölge ile sınırlandırmam. Derilerimizin rengi itibarı ile farklı olabiliriz ama hepimiz aynı diş ağrılarından muzdaribiz.
AZ- Sizin filmlerinizin yerleştiği çok özel bölgenin, geleneksel ve modernite arasındaki, kırsallık ve şehirlilik arasındaki gerilimi inceleyiş tarzınız olduğunu düşünüyorum. İzleyiciler otobanın kenarına kurulmuş yeni yerleşimlerin farkındalar elbette. Arabaların seslerini duyuyoruz ama onları asla görmüyoruz.
AK- Ben bu tip çatışmaları göstererek sadece soru soruyorum. Kendimi asla bu sorunları çözecek biri gibi görmüyorum. Zeytin Ağaçları’nda bir sahnede, bir grup gençkız siyah giysiler içinde görünür ve biraz sonra bir başka çocuk grubu parlak renkli giysiler içinde ortaya çıkar. Renkli sahneyi daha açık bir ortam hatırlatması amacıyla, filmin kadınların siyahlara bürünmüş olduğu daha önceki sahnesiyle karşılaştırıldığında daha özgürce yaklaştım. Bana göre, benim görsel yorumum işte bu oldu. İnsanların özgürlüğü ile bağdaşmayacak her türlü değişimden üzüntü duyarım. Bina yapmak için ağaçları kestiklerinde aynı hüznü yaşarım.
AZ- Ama işler uzun zamandır böyle yürümüyor mu?
AK- Bu yüzden biraz önce benden bir çözüm ya da yargı beklemeyin dedim. Büyükannemin ölümü fikri karşısında da aynı şeyleri hissediyorum. Gerçekten çok mutsuzum ama bunun için yapabileceğim hiçbir şey yok. “Hayır, onun sonsuza dek benimle kalmasını istiyorum” deme gücüm yok. Ama o gittiğinde, buna üzülmememin hiçbir yolu yok.
AZ- Köker, filmini çektiğiniz bölge, deprem yüzünden nüfusunu kaybetmiş bir bölge. Ben bunu büyük bir sorun olarak görüyorum ama siz Köker’in deprem sonrası imgesini çok güzelleştirerek sunuyor gibi görünüyorsunuz. O filme, sanki depremin yarattığı sorunların üstesinden gelinmişcesine, ki öyle olmadı, Ve Yaşam Sürüyor adını verdiniz.
AK- Orayı güzelleştirdiğim konusunda size katılıyorum. Hayat diridir ve iyidir ve devam eder. Hayat ölümden daha güçlüdür çünkü hayat hala sürmektedir. İkinci filmi yaptıktan sonra biri bana şunu sordu; “Sence bu insanlar ne zaman normal hayatlarına geri dönecekler?” Ben de şöyle yanıt verdim, “Üçüncü günde ben onları halılarını yıkarken gördüğümde döndüler”. Ama insanlarla konuşmaya devam ettikçe hatalı olduğumu anladım. Deprem anına geri götüren hikayeleri olduğunu fark ettim. Büyük bir metalin altında kalan bir adam vardı ve oradan kurtulmayı başarır başarmaz, kendisini kurtarır kurtarmaz hayat onun için yeniden başladı.
AZ- Bu söyleşinin başında film çekme sürecinizin değişime çok açık olduğu gibi bir şeyden bahsetmiştiniz. Kast oluşturmadan kurguya kadar, bir film bir başka filme dönüştürülebilir. Bu niteliklerin filme neler kattığı hakkında bize daha fazla neler söyleyebilirsiniz? Örneğin böyle bir film yoruma daha açık bir film olabilir mi acaba?
AK- Ben insanların yorumları hakkında bir şey bilemem ama filmin bu niteliğini kendi çalışma biçimim açısından muazzam faydalı buluyorum. Bu değişiklikleri yapmama izin veren bir yapısı var. Film boyunca yönetmeni düzelten Hüseyin’i görüyoruz. Hüseyin yönetmene kızın kendisine seslenirken Hüseyin Bey demesi gerekmediği konusunda uyarıyor, “Hüseyin” yeterli diyor. Hazır bir metniniz olmadığında ve bu tür bir özgürlüğe izin verdiğinizde böyle durumları yakalayabilirsiniz. Kimi zaman Tahran’dan uzak köylere gidiyoruz. Oralara önyargılarla ve değişime kapalı bir biçimde gitmek bizim için hata olurdu.
AZ- Sizi filminizdeki ses kullanımı için tebrik etmek istiyorum. Ortama ait sesleri öne çıkaran ve duygusal kılavuz olarak müziği çok az kullanan bir film.
AK- Bazı yönetmenler için ses görselden bile daha önemlidir. Çekimler için dışarı çıktığımızda kimi zaman insanlar ekibe nereye gittiklerini soruyorlar ve ekip de şöyle yanıt veriyor; “Sadece biraz ses kaydı yapacağız ama yanımıza bir sinematograf da aldık, lazım olur belki diye”. Eğer yalnızca görsel olana odaklanırsanız, kübün tek yüzünü görürsünüz. Kimi zaman çekimlerimizi çok fazla vurguluyoruz, sanki dünyaya “ Kapatın çenenizi, fotoğraf çok önemli!” diyoruz. Ama eğer sana ve bana burada konuşurken bakacak olursan, etrafımızdaki sesleri duyacaksın. Bu gerçekliğin önemli bir parçası.
Kaynak: Bomb Magazine / Abbas Kiarostami by Akram Zaatari