“Mad Max: Fury Road”un yönetmeni George Miller ile serinin ilk filmleriyle yeni film arasındaki farkları Cannes Film Festivali’nde yaptığımız mülakatta konuştuk.
Alin Taşçıyan: Üçüncü Mad Max filminden sonra bile sinemada büyük gelişmeler kaydedildi. Özellikle 1979’daki ilk filmi düşünürsek sizin çalışma biçiminiz nasıl etkilendi bundan?
George Miller: Çok ilginç bir durum. Öncelikle film dili yüz yıldan çok daha eski bir dil değil ve gerekli bir dil. Bir çocuk bile öğrenebilir sayfaya yazılı sözcükleri okuyabildiğine göre… Mad Max’lerin üzerinden geçen otuz yılda film dili fazla değişmedi ama daha hızlı film yapar hale geldik. Reklam filmleri, müzik klipleri, aksiyon sahneleriyle çok hızlı film yapmaya başladık. Mad Max 2 World Warrior’da 1200 plan vardı, bu filmdeyse 2700 plan var, pek de uzun olmadığı halde! Bütün sinema için geçerli bu. İkincisi, bu filmi pratik biçimde çektiğimiz, otomobiller, insanlar, çöl, her şey gerçek olduğu halde kameralar değişti. Çok daha çevikler, hiç kesmeden çekim yapabilirsiniz, daha önce yerleştiremediğiniz yerlere koyabilirsiniz… Ayrıca CG kullanabilirsiniz, istemediğiniz şeyleri silebilirsiniz. Araç son hızla çölde ilerlerken Max iki tekerleğin arasında asılı kaldığı sahnede, Tom Hardy bizzat oynuyor. Yerden bir iki karış yukarıda sadece, kablolarla tutuluyor aslında, sonra onları sildik.
Peki daha fazla zevk alıyor musunuz? Aksiyonu bir sanat formuna dönüştürdünüz, daha yaratıcı, daha cesur, daha hayalperest olabilir misiniz?
Birçok açıdan, evet. Ben aksiyon filmlerine bayılırım çünkü pür film dili kullanabilirsiniz. Sadece sinemada olabilecek şeyleri görürsünüz. Film dili sesin gelişinden önce Buster Keaton, Harold Lloyd, Mack Sennet ve diğerleri tarafından geliştirildi. Görsel müzik gibidir. Bir planla sonraki arasındaki ilişkinin kompozisyonu bir notayla diğeri arasındaki ilişki gibidir. Armoni kurallarına, tempoya, anahtarlara gerçekten çok dikkat edersiniz. Kamerayı nereye koyduğunuz filmi nereden kestiğiniz tıpkı mezürleri andırır. Öte yandan keşfetmek heyecan vericidir. Sinemada en çok sevdiğim şey karanlıkta arkama yaslanıp etrafımda yabancı insanlarla bir deneyim yaşamaktır.
İlk üç Mad Max filmine göre daha fazla mı umut var Fury Road’da? Kıyamet sonrası dünya vizyonumuz da değişti geçen sürede, 3. Dünya Savaşı’nın çıkacağına, nükleer bir felaket olacağına ikna olmuştuk. Şimdi çevre felaketinden, susuz kalmaktan korkuyoruz, bugünün dünyası için daha büyük bir sorun oluşturuyor. Bütün bunları ideolojiler ve gelecek bağlamında nasıl değerlendirdiniz?
Bu filmde ilginç olan ama bir yönetmen için pek de baştan çıkarıcı olmayan şey geçmişe doğru ‘ilerlemek’. 45-50 yıl önce de kıyamet sonrası dünyada korkunç bir karanlık çağa döndüğümüzü, yönetenlerin daha kötü olduğunu hayal ediyorduk. İzlediğiniz gibi öykü gayet basit: Amerikan western’i gibi. Birçok kişi bu tür filmleri tekerlekler üzerinde Amerikan western’i olarak değerlendirir. Çorak topraklarda dolaşıp çare arayan insanların öykülerini anlatır, merkezde bu vardır. Ama yolda olanları da görürsünüz. Bir yandan da dünyada olup bitenleri görüyorum, 30 yıldan beri su savaşları yapılıyor. 2006 yılında ilk kez su savaşı deyimini duyduğum Hindistan’a gitmiştim, Keşmir bölgesinde su için savaşıyorlar. Ülkem Avustralya’nın ortası çöldür. Suya paha biçilemez. Bir değişiklikle her yer kuruyuverir. Bu yüzden filmde de suyun rolü önemli, Kale’de toplanmış bütün su.
Kadınların rolü de ayrıca önemli. Filmin adı Fury Road ve Furiosa karakter Mad Max’e eşit, hatta biraz daha ön planda. Bu karakterden söz eder misiniz biraz?
Başlangıç fikrimiz takip edilen insan figürünün bir dişi obje değil bir savaşçı olmasıydı. Bir erkeğin diğerinden kadın çalması istemediğimiz için bir kadın savaşçı istedik. Furiosa, ödün vermeyen bir savaşçı. Saçını kazıma fikri Charlize’den geldi, o sıcakta, çölde saçla uğraşmaz, dedi. Bir elini kaybetmiş, Max’e eşit olmalıydı çünkü Max artık kudurmuş halde. İkisi de birbirini öldürmeye hazır ancak ortak bir amaçta birleşirlerse başarılı olabilirlerdi.