Açlık grevleriyle ilgili, belki de en politik işi o yaptı. Gel de Yaşa’nın esrarengiz grafiti sanatçısı, açlık grevinin adeta güncesini tutan işleriyle sanatatak.com’da.
Açlık grevinin 43. günüydü. Kurban Bayramı arifesi. İnternette Amed Dicle’nin bir yazısında Diyarbakır Cezaevi’nin duvarında “Gel de yaşa” yazdığını okudum. Bu söz benim de duygularımı ifade ediyordu. Bu grevin taleplerini haklı buluyorum, ancak bu talepler için cezaevlerinde açlık grevi yürütülmesini doğru bulmuyorum. Ama insanlar benim de parçası olduğum siyasal koşullara tepki olarak kendilerini açlığa mahkum etmişken içim rahat etmiyor. Ertesi gün bu cümleyi yaşadığım şehir olan İstanbul’un herhangi bir yerine yazmaya karar verdim. İnsanlar cezaevinde açken “Gel de yaşa” diyen birinin İstanbul’da da yaşadığının işareti olsun diye.
Ertesi gün bayramdı, mezarlığı ziyaret ettim, oradan çıkınca Cevahir Alışveriş Merkezi’ndeki Koçtaş’tan bir kutu siyah sprey boya aldım. İlk denememi Gayrettepe metro istasyonunun girişinde yaptım. Orada zaten bazı grafitiler vardı. Ancak boyamı açmaya çalışırken bir polis geldi. Oradan uzaklaştım. Metrobüsle Anadolu yakasına geçtim ve Söğütlüçeşme istasyonunun duvarına “Gel de yaşa” yazdım, sonra altına günü ekledim.
Ondan sonra her gün farklı bir yere aynı cümleyi ve açlık grevinin kaçıncı günü olduğunu yazdım. Bunları sosyal medyada paylaşınca başka yerlerden de benzer fotoğraflar gelmeye başladı: Stockholm, Paris, Yüksekova Lisesi, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi, İstanbul’un başka semtleri…
Sanırım birinci haftaydı, bir arkadaşım facebook sayfası açmayı ve Adalet Bakanlığı’na kartpostal atmamızı önerdi. Galatasaray ve Kadıköy postanelerinde cumartesi günleri “Gel de yaşa …. gün” yazılı kartpostalların postalanmasını örgütledik.
İlk boyam, Göztepe’de, köprünün orada bitti, yazıyı yakınlardan temin ettiğim ayakkabı boyasıyla tamamladım. Bir tanesi hariç bütün yazıları gündüz yazdım çünkü fotoğrafları telefonla çekiyorum ve karanlıkta görüntü kaydedemiyorum. Bu nedenle her gün hava kararmadan mutlaka bir yere yazıp fotoğrafını çekmem gerekiyordu. Hep yalnız çalıştım. Birkaç defa polis arabasına denk geldim, bir keresinde binanın güvenliğini çağırmakla tehdit ettiler ama yazıyı bitirmiştim zaten.
Eminönü iskelesi, Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’nin duvarı gibi çok gözönü yerlerde çalıştığımda bir taksiye binip oradan uzaklaşmayı tercih ettim. İnsan tedirgin olsa da, g’nin yuvarlağını yaptıktan sonra arkası çorap söküğü gibi geliyor. Birçok yerde, gelip geçenler yazıyla ilgili sorular sordu, bir yerde yazdığımın aşk acısıyla ilgili olduğuna dair yorumlar çalındı kulağıma. Birçok yazı günlerce duvarda kaldı, bazıları hala yerinde duruyor ama gelenin geçenin çok olduğu yerlerde olanların üstü boyandı genellikle.
Beni en şaşırtansa Kadıköy’de, iskele çıkışında, tiyatronun duvarına yazarken yanımda telefonla konuşan genç adamın başını çevirip bir kez bile bakmaya gerek görmemesi oldu. Demek ki bu şehirde yanlarındaki duvara yazılan yazıyı merak etmeyen insanlar yaşıyor. İstanbul’un karmaşası duvara yazı yazan birini görünmez kılabiliyor, ümidim duvara yazılanların da görünmez olmaması.