Yapılan testler sonucunda Paul Gauguin’e ait olduğu düşünülen dişler, sanatçının özel yaşamı nedeniyle sahip olduğu olumsuz izlenimi dağıtabilecek mi?
Geçtiğimiz hafta Art Newspaper’da yer alan bir habere göre, Paul Gauguin’in tartışmalı özel yaşamına ışık tutabilecek bazı gelişmeler söz konusu. Martin Bailey imzalı haberde, Gauguin’in Markiz Adaları’ndaki barakasının yakınlarında bulunan ve incelenmeleri için Chicago Üniversitesi’ndeki bir laboratuvara gönderilen dört dişin, çok büyük bir olasılıkla Gauguin’e ait olduğu düşünülüyor. Söz konusu araştırmanın daha da şaşırtıcı olan sonuçlarına geçmeden önce birkaç yıl öncesine gitmekte yarar var.
2010 yılında, Tate Modern’ın ev sahipliği yaptığı Gauguin: Maker of Myth başlıklı sergi, Gauguin’in sanatsal dehasıyla neredeyse at başı giden özel yaşamını yeniden gündeme getirmişti.
Konuya ilişkin görüşlerini belirten sanat eleştirmenlerinden biri de Sunday Telegraph’ın sanat editörü Alastair Smart’tı. Smart, “Paul Gauguin’in Sanatına Hayran Olmak Yanlış Mı?” başlıklı yazısında, sanatçının sanat tarihi açısından öneminin altını çizmekle birlikte Gauguin’in, eşini ve çocuklarını terk eden bir adam; yaşamının son sekiz yılını geçirdiği Fransız Polinezyası’ndaki günlerinde de 13-14 yaşlarındaki kızlarla evlenen ve sayısız kıza da frengi bulaştıran bir pedofil olduğunu yazmıştı.
Gauguin’e ilişkin olarak bu tür iddiaları dile getiren ilk kişi, Alastair Smart değildi. 2001 yılında yayınlanan Paul Gauguin: Erotik Bir Yaşam adlı kitabın yazarı olan sanat tarihçisi Nancy Mowll Mathews de –Gauguin’in oğlu olan Emile’nin mektuplarından yola çıkarak– sanatçının, eşi Mette-Sophie Gad’ı hem fiziksel hem de duygusal olarak mağdur etmiş biri olduğunu öne sürmüştü.
Gauguin, 1871 yılında Paris’e döndüğünde, henüz yirmi üç yaşındaydı ve sarraf olarak çalışmaya başlamıştı. Sanatçı, iki yıl sonra Danimarkalı Mette-Sophie Gad’la evlenmiş ve çiftin, yaklaşık ikişer yıl arayla tam beş çocuğu olmuştu. Bu on yıllık süreyi Paris’te geçiren aile, 1884 yılında, Gauguin’in orada tente ticareti yapmayı tasarladığı Kopenhag’a (Danimarka) taşınmış; ama sanatçının işleri umduğu gibi gitmemişti. Ne Gauguin Danca konuşabiliyor ne de Danimarkalılar, Fransız tentesi satın almak istiyorlardı. Eşi ve eşinin ailesinin de talepleri doğrultusunda Gauguin, ailesini Danimarka’da bırakarak, bir yıl içinde Paris’e geri dönmüş ve artık tam zamanlı olarak sanata yönelmişti. İşte Gauguin’in, sanat hevesi ve kişisel keyfi için ailesini terk ederek Paris’e dönmesi meselesinin altında bu gelişmeler yatıyordu.
Ancak sanatçının, Fransa’daki yeni yaşamının da iyi gittiği söylenemezdi. Sanatçı, 1885 yılında Degas’yla, bir yıl sonra da van Gogh’la tanışmıştı. Ancak Gauguin, resimlerine alıcı bulmakta zorlanıyordu. Yine de bir yolunu bularak, resimlerini zor da olsa elinden çıkaran Gauguin, 1891 yılında Tahiti’ye gidecek parayı denkleştirebilmişti. Fransız sanatçı, yaşamının son on yılını büyük oranda Fransız Polinezyası’ndaki çeşitli adalarda geçirecek, yaşları 13-14 arasında değişen üç yerli kadınla evlenecek ve 1903 yılında, Atuona’da (Markiz Adası) yaşama gözlerini yumacaktı.
Sanat tarihçisi Nancy Mowll Mathews’e göre, Gauguin’in kendine ilişkin yarattığı imaj ile aslında yaşadıklarının farklılığını kimse sorgulamamıştı. Gauguin’in Tahiti ve Hiva Oa adasında yaşayan yerlileri konu edinen resimleri, Fransız izleyicisinin ilgisini çekmeye yönelikti; fakat sanatçının orada yaşadıkları, temsillerinde neredeyse hiç yer almamıştı. Mathews, Gauguin’in kendi yarattığı Tahiti mitine aldanan ve sonunda derin bir düş kırıklığına uğrayan bir adam olduğunu belirtiyordu.
Gauguin’in bir diğer oğlu olan Paul Rollon’un torunu Mette Gauguin ise Tate Modern’daki sergi döneminde, büyük dedesine ilişkin söylenenlerin gerçeği yansıtmadığını öne sürüyordu. Tahiti’deki günlerinde, Paul Gauguin’in 14 yaşındaki yerli kızlarla yaptığı evliliklerin varlığını kabul eden Mette Gauguin, Tahiti’nin kendi kültürel yapısı içinde kadınların, ergenlik dönemini tamamlar tamamlamaz evliliğe hazır olduklarının düşünüldüğünü belirtiyordu. Mette Gauguin’e göre büyük dedesi, sırf eşleri on dört yaşında diye pedofiliyle suçlanmıştı.
Tecavüz, pedofili ve başkalarına frengi bulaştırma gibi iddiaların hiçbir kanıtı olmadığını vurgulayan Mette Gauguin, büyük dedesinin frengi olduğuna ilişkin tek kanıtın bacağındaki ağrılar nedeniyle yakınması olduğunu söylüyordu. Mette Gauguin’e göre böylesi bir ağrı, bir böcekten de kaynaklanıyor olabilirdi; nitekim Paul Gauguin’in eşleri ve çocukları hiçbir hastalık belirtisi göstermemişti. Mette Gauguin, büyük dedesinin ölüm nedeni olarak kayıtlara, frenginin değil; kalp krizinin geçtiğini vurguluyordu.
Paul Gauguin’in elli dört yaşında yaşamını kaybettiği Atuona’daki barakası yakınlarında yapılan arkeolojik kazılar sırasında bulunan dişlerin, hem bulundukları yer bakımından hem de ardından yapılan DNA testleri ışığında, % 90 – %99 olasılıkla Paul Gauguin’e ait olduğu düşünülüyor. Araştırmanın asıl ilginç olan sonucuysa, söz konusu dişlerde, o dönemde frengi tedavisinde kullanılan cıvaya ilişkin hiçbir ize rastlanmamış olması. Böylesi bir sonucun elde edilmesinin ardından, dişler üzerinde yapılan araştırmaları düzenleyen ve Gauguin’in Markiz Adaları’ndaki günlerine ilişkin bir kitap yazan Amerikalı sanat tarihçisi Caroline Boyle-Turner, söz konusu sonuçların iki farklı şekilde yorumlanabileceğini belirtiyor: Ya Gauguin’in böylesi bir hastalığı yoktu ya da sanatçı bu tip bir tedavi görmemişti.
Paul Gauguin’in dişleri, 9 Ocak 2014 günü, sanatçıyla aynı adı taşıyan gemini güvertesinde, Atuona Belediye Başkanı Etienne Tehaamoan’a teslim edildi. Gauguin’in etrafında oluşan mitlere farklı bir boyut kazandırması muhtemelen olan dişler, Fransız sanatçıya ait olduğu düşünülen diğer nesnelerle birlikte kendisinin “Haz Evi” adını verdiği barakasının bulunduğu yerde sergileniyor.